Zamanın çoğunu evinde,
bedenine basınç uygulayarak nefes almasını sağlayan
demirden bir yaşam ünitesinin içinde geçirirken,
buradan 3-4 saatliğine çıktığında da, bir sedyeye ve
oksijen tüpüne bağlı kalmak zorundadır..
Bunca yıl muhtelif bakıcılarla
yaşantısını sürdüren, sürekli kiliseye giden
inançlı bir Katolik ve aynı zamanda da bir şair olan
Mark'ın en önemli kaygısı -bir fırsat bulup da gideremediği-
bakirliğidir..
Dışardan pek belli olmasa da, bu
engelli adamın beyninde duygusal fırtınalar kopmakta; hiç
hareket edemeyen, yaşam belirtisiz bedeninin içinde saklı
kösnül bir enerji, kendini dışarıya atmanın
yollarını aramaktadır..
Buna yönelik olarak, 'durumu
müsait' bakıcılarına kur yapıp, aşık olsa da, bunun geri
dönüşümü pek de olumlu olmamaktadır..
Bu yaşa kadar kadınlarla hiç cinsel ilişkiye giremeyen, en azından mastürbasyon yapma
olanağı bile bulamayan bu adam -son bir umutla- yeni arayışlar
içine girer..
Üyesi olduğu kilisenin rahibi
Brendan (William H. Macy)'dan da manevi destek alarak, profesyonel
bir 'seks vekili' olan, Cheryl (Helen Hunt)'e ulaşır..
İlk bakışta sanıldığı gibi bir
fahişe olmayan Cheryl, gayet ciddiye aldığı ve bilimsel yöntemler
kullandığı işi dışında, kocası ve de bir oğluyla yaşayan,
'mazbut' bir hanımdır..
Tahmin ederiz ve umarız ki Mark
O'Brien'in yıllardır içinde büyüyen sorun yumağını
çözecek kişi de muhtemelen odur..
Film, Mark O'Brien'in gerçek hayat hikâyesinden, daha doğrusu, kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı bir makaleden yararlanarak çekilmiş..
Hoş bu saatten sonra hiçbir
konu ya da görüntü beni asla rahatsız edemez, o ayrı
da; seksin, dolayısıyla da çıplaklığın bunca yoğunluğuna
karşın, hemen her şeyden nem kapan hassas kişileri dahi -sanırım-
rahatsız etmeyecek olgunluğa sahip böyle bir filmi
gerçekleştirenleri övmek gerek..
Aslında film, sadece -Mark gibi-
engelli insanların karşılaşabileceği cinsel sorunlardan
bahsetmiyor; olaya daha genel bir açıdan bakarak, 'normal'
bir gencin de üstüne salınan dini ve toplumsal yasakların,
tabuların, ayıpların doğuracağı sonuçları da -en
azından kafamızda- konuya dahil ediyor..
Cinsel sorunları da olan mümin Mark ile din adamından ziyade bizim sokağın köşesindeki tekel bayisine benzeyen (Evet bayii değil bayisi!) Peder arasında o kadar sıcak bir diyalog oluşuyor ki bütün film, hep bu ikilinin sahnelerinden oluşsun istiyorsunuz..
Buradan, aziz pederimize ruh katan
William H. Macy'ye en derin saygılarımı sunuyorum..
Bu arada, halâ tabuların en
katmerlisi olarak karşımızda dikilen, oysa insanın en doğal hali
olması gereken çıplaklığı, bu kadar kendinden emin ve
rahat sergileyebilen Helen Hunt'ı da unutmuyoruz elbet..
O değil de, sadece mimikleriyle oynama izni olan John Hawkes'ın, tam da biçimden biçime girdiği bir zamandaki ruh halini yüzünde bu denli iyi yansıtmasını da -N.Ş.A. kafamdan hiç çıkarmadığım- fötr şapkamı çıkararak karşılıyorum..
Ne yalan söyleyeyim, özel
olarak benim de merakımı celbeden, işe tabuların da karıştığı
'hassas özellikli' bir konuyu, hüzünle karışık
duygusallığını yitirmeden, istismar da etmeden -neşeli bir
atmosferde- işleyen Aşk Seansları, varlığıyla dünyamızı
değiştirmeye çalışmayan ya da tüylerimizi diken diken
etmeyen, ancak, samimi doğallığıyla seyircisini sarmayı
başarabilen, hoş filmlerden..
The Sessions / Aşk Seansları
Yönetmen: Ben Lewin
Senaryo: Ben Lewin, Mark O’Brien
Tür: Komedi, dram, duygusal
Oyuncular: John Hawkes, Helen Hunt,
William H. Macy
Yapım: ABD, 2012, 95'
75 /100