20.7.23

Oppenheimer

 


Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği Oppenheimer, Amerikalı bilim adamı J. Robert Oppenheimer'ın hikayesi ile atom bombasının geliştirilmesindeki rolünü anlatan, izleyicileri dünyayı kurtarmak için yok etme riskini almak zorunda kalan bu esrarengiz adamın heyecan dolu paradoksuna iten, IMAX® ile çekilmiş epik bir gerilim. 



Filmde Cillian Murphy, J. Robert Oppenheimer rolünü, Emily Blunt ise karısı, biyolog, botanikçi Katherine “Kitty” Oppenheimer rolünü canlandırıyor. 

Oscar® ödüllü Matt Damon, Manhattan Projesi’nin yönetici olan General Leslie Groves Jr., Robert Downey, Jr. da ABD Atom Enerjisi Komisyonu’nun kurucu üyesi Lewis Strauss rolünde. 

Akademi® ödüllü Florence Pugh, psikiyatr Jean Tatlock’ı, Josh Hartnett öncü Amerikan nükleer bilimci Ernest Lawrence’ı, Oscar® ödüllü Casey Affleck, Presidio San Francisco’da karşı istihbarat şefi Borish Pash’ı, Oscar® ödüllü Rami Malek deneysel fizikçi David Hill’i ve Oscar® ödüllü yapımcı ve oyuncu Kenneth Branagh Nobel ödüllü fizikçi Niels Bohr’u canlandırıyor.



Ayrıca Benny Safdie (Licorice Pizza) teorik fizikçi Edward Teller; Dylan Arnold (Cadılar Bayramı filmleri) Robert’ın kardeşi Frank Oppenheimer, Gustaf Skarsgard (Air) Manhattan Projesi üyesi Hans Bethe, David Krumholtz (The Ballad of Buster Scruggs) Nobel ödüllü fizikçi Isıdor Rabi, Matthew Modine (Kara Şövalye Yükseliyor) ABD Bilimsel Araştırma Ve Geliştirme Bürosu başkanı Vannevar Bush, David Dastmalchian (Dune Çöl Gezegeni) ABD nükleer üstünlüğün azimli savunucusu William Borden ve Oscar® adayı Tom Conti (Kara Şövalye Yükseliyor) Albert Einstein rolünde.

Alden Ehrenreich (Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi) Senato üyesi, Jefferson Hall (Tenet) Oppenheimer’ın bir arkadaşı olan Haakon Chevalier’ı, Jason Clarke (Zero Dark Thirty) özel avukat Roger Robb’ı, James D’arcy (Dunkirk) Oppenheimer’ın Cambridge’deki baş eğitmeni Patrick Blackett’i ve Tony Goldwyn (Kral Richard) 1954 yılında Oppenheimer oturumunda güvenlik onayını denetleyen komiteye başkanlık yapan Kara Kuvvetleri eski komutanı Gordon Gray’i canlandırıyor.

Film, Kai Bird ile merhum Martin J. Sherwin’in yazdığı Pulitzer ödüllü American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer adlı kitaba dayanıyor. 




Görüntü yönetmeni Oscar adayı Hoyte Van Hoytema asc, fsf, nsc (Dunkirk, Tenet); yapım tasarımcı Ruth De Jong (Biz, Hayır), kostüm tasarımcı Ellen Mirojnck (Öldüren Cazibe, Hız Tuzağı), editör Jennifer Lame ace (Black Panther: Yaşasın Wakanda, Tenet) ve müzik Akdemi® ödüllü Ludwig Göransson (Black Panther filmleri, Tenet).

Filmin yapımcıları Emma Thomas, Atlas Entertainment’den Charles Roven ve Christopher Nolan. 

Oppenheimer, IMAX® 65mm ve 65mm geniş format kombinasyonuyla çekilmiştir ve ilk kez IMAX® siyah beyaz analog görüntülü bölümler içermektedir. 

Nolan’ın Tenet, Dunkirk, Yıldızlararası, Başlangıç ve Kara Şövalye üçlemesi gibi filmlerinin global gişe hasılatı 5 milyar doların üstündedir ve 11 Oscar ödülü ile iki adet En İyi Film adaylığı dahil 36 adaylığı vardır.




'Oppenheimer' 21 Temmuz'da sinemalarda..


GEÇMİŞ HİKAYE


Christopher Nolan, azimli gayretlerin gerekliliği, ahlaklılığı ve gururlu oluşunu konu alan, sıra dışı kahramanlar ve cesur planlar hakkında epik hikayeler anlatmak için sinematik hikaye anlatımının sınırlarını zorlamış. Beyin yakan soygun filmi Büyük Kaçış, izleyicileri rüya gören zihnin derinliklerine taşırken, göz alıcı uzay yolculuğu Yıldızlararası evrenin sınırlarına ve girdaplarına tuhaf bir yolculuğa çıkarmıştı. Nolan, Dunkirk’te savaşın ölümcül ve insanlığın yitirildiği korkuları içinde hayatta kalmaya çalışan askerlerin ürkütücü deneyimlerini yakalamak için birçok bakış açısı ve zaman işareti kullanmış. Tenet filminde ise gelecekten bugüne yapılan bir saldırıyı konu alan metafizik bilim kurgu gerilim için kavramları ve zamanı manipüle etmiş ve aydınlatmış. Her filmi, klasik film yapımı teknikleri için tutkuyla yapılmış. Aynı zamanda sinema sanatının kendisini yeniden hayal ederken yeni araçların, en çok da IMAX kameralarının sınırlarını genişletmiş.

Oscar® adayı yazar ve yönetmen şimdi beyaz perdeye bugüne kadarki en tutkulu ve ivedi filmini getiriyor. İnsan yaratıcılığının tamamını, varlığıyla bile insanlığın geleceğini tehdit eden, uygarlığı yeniden oluşturacak, dünyayı sarsan bir buluşun arkasındaki dahi bilim adamının, önemli bir Amerikan dehasının zihninin derinliklerine giren sürükleyici ve epik bir gerilimi beyaz perdeye getiriyor. Kai Bird ve Martin J. Sherwin‘in yazdığı Pulitzer ödüllü kitap American Prometheus’tan ilham alan Oppenheimer, atom bombasının babası J. Robert Oppenheimer’ın hayatını ve mirasını anlatıyor.

“Yapmak istediğim izleyiciyi tarihin en büyük değişiminin tam merkezinde oturan bir kişinin zihnine ve deneyimine taşımak istedim. İster beğenin ister beğenmeyin J. Robert Oppenheimer, yaşamış en önemli insan. İyi ya da kötü yaşadığımız dünyayı şekillendirmiş. Bu hikayeye inanmak için izlemek gerek.”




Düğmeye Basmak : Oppenheimer’ın Yaratımı 


Atom bombasının yapımı, bilim ve teknolojinin sayısız alanında yenilik eken bir öğrenime yol açan insan zekasının bir zaferiydi. Ama aynı zamanda tüm dünya için sismik ve yıkıcı sonuçları olan bir silah yarışını başlattı ve her yerden insanları hayatlarından gitmeyen yeni bir korkuyla tanıştırdı.

Nolan’ın Oppenheimer’ı yapma arzusu, Manhattan Projesi’nin bilim insanlarına fizyon bombası yapmak için fizyonun sırlarını ararlarken yaşadıkları sorunun korkusunda yatıyormuş. Oppenheimer’ın ‘berbat olasılık’ dediği bir korku. 

Nolan şunları söylüyor; “Trinity testine giden yolda Oppenheimer ve ekibi, düğmeye basıp ilk atom bombasını tetiklediklerinde ortaya çıkacak çok küçük olasılıkla, atmosferi tutuşturup gezegeni yok etmemek için uğraşıyorlarmış.  Ne kadar küçük olsa da bu olasılığı tamamen ortadan kaldırabileceklerine dair matematiksel ya da teorik hiçbir temel yokmuş. Yine de o düğmeye basmışlar. İnsanlık tarihinde olağanüstü bir an. İzleyici o odaya götürmek, o sohbette bulunmalarını ve sonra o düğmeye basıldığı anda orada olmalarını sağlamak istedim. Düşünürseniz inanılmaz bir an. İnanılmaz riskli. Bilim, teori ve akıl arasındaki ilişkiye ve hayal edebildiğimiz şeylere karşılık doğanın bu soyut fikirleri gerçek dünyaya getirmesi, onlarla somut gerçeklikler olarak uğraşması ve tüm sonuçları.” (Nolan’ın ‘berbat olasılık’a olan ilgisi hikayeye referans sunan önceki filmi Tenet’te bulunabilir)

American Prometheus, Oppenheimer’ın yapımını her açıdan bilgilendiren ve yön veren bir başvuru kaynağı olmuş. Senaryo yazım sürecinde Nolan’a, ilgisini en çok çeken şeyleri, Oppenheimer’ın sadece şekillendirici ve dönüm noktası olan olayları dramatize etmekle kalmayan aynı zamanda eylemlerinin sonuçlarını sorguladığı ve psikolojisini ele aldığı eleştirel bir portresini de yazmasına yardım eden zengin hikayeler sağlamış. 

Nolan şunları söylüyor; “Oppenheimer’ın hikayesi var olan en büyük hikayelerden biri. Paradokslarla ve etik ikilemlerle dolu ve bu daima ilgimi çeken materyal türüdür. Film, izleyicinin insanların yaptıkları şeyleri neden yaptığını anlamalarına yardım ederken aynı zamanda yaptıkları şeyleri yapmalılar mıydı diye soruyor. Film, bir hikaye aracı olarak izleyiciyi subjektif bir deneyime çekmek, olayları karakterlerin yargıladıkları gibi yargılamalarına izin verirken aynı zamanda bu karaktere biraz daha objektif bakmalarına olanak vermek için çok uygun. Çeşitli noktalarda Oppenheimer’ın zihnine girmeye ve izleyiciyi onun duygusal yolculuğuna taşımaya çalışıyoruz. Filmin zor yanı da buydu; son derece yıkıcı sonuçları olan ama haklı sebeplerle yapılan olaylara dahil olan bir kişinin hikayesini onun bakış açısından anlatmak.”

Oppenheimer’n Manhattan Projesi’nden sonraki yıllarının hikayesi, çalışmaları ve mirası hakkında başkalarının bakış açısını sunarken bir yandan da hayatına etki eden önemli kişilerin karakterlerini ve güdülerini inceliyor. O hikayenin merkezindeki Lewis Strauss, Amerika’nın 2. Dünya Savaşından sonraki nükleer politikasına şekil veren bir başka önemli karakter. 1959 yılında Başkan Dwight D. Eisenhower, Strauss’u Ticaret Bakanlığı görevi için aday göstermiş.

Nolan, genelde yaratıcılığını kısıtlama korkusundan dolayı senaryoları yazarken yönetmenlik ve yapım kaygılarını çok fazla düşünmüyormuş. Ama Oppenheimer’da meslektaşları ve stüdyo için subjektif ve objektif deneyim arasında sürekli gidip gelen karmaşık bir hikayeyi ve iki farklı zamanda yapılan iki farklı duruşmayı sunarken görsel stratejilerini de kağıt üzerinde tanımlama ihtiyacı duymuş.

Nolan, Oppenheimer’ın bakış açısından anlatılan, zaman zaman iç dünyasını sembolik olarak ifade eden kışkırtıcı, gerçek üstü görüntü kesitlerinin yer aldığı sahnelerin renkli olmasına (o sahneleri aynı zamanda senaryo için sıra dışı bir tercihle, birinci tekil şahısla yazmış.). Strauss’un merkezde olduğu sahneler siyah beyaz olacakmış. Nolan, sıra dışı birinci tekil şahısta yazma tercihi hakkında şunları söylüyor; “Garip bir tercih. Ama senaryoyu okuyan herkese izleyicinin bu yolculukta Oppenheimer’la birlikte olduğunu açıkça belirtmiş. Omzunun üstünden bakıyoruz, kafasının içindeyiz, her yere onunla birlikte gidiyoruz.”

Yapımcı Emma Thomas, senaryoyu ilk okuduğunda Nolan’ın yaptığından çok etkilendiğini söylüyor. “Oppenheimer’ın senaryosu kesinlikle her zaman sübjektiflikten ve objektiflikten büyülenen bir Chris Nolan senaryosu gibi hissediliyor ve farklı bakış açılarından anlatılan bir hikaye. Ama senaryo üzerinde daha önce hiç görmediğim bir şey yapmış. Hikayede Oppenheimer’ın olduğu bölümler birinci tekil şahısla anlatılıyor. Chris de dahil olmak üzere yapımdaki bizlerin ekrana aktarması gereken bir karakterin iç dünyasını tasvir etmek için inanılmaz etkileyici ve verimli tarz. Sanırım okuduğum en iyi senaryolardan biri.”

Nolan, senaryoyu 2021 yazında yazmış. Universal Pictures’ın Nolan’la ilk iş birliği olarak hemen onay almış. Böylece olağanüstü yetenekli bir grupla eşsiz bir yönetmenin büyük bir iş için önemli yeteneklerini kullanıp sınamak üzere dünyanın ücra bir köşesinde (Los Alamos laboratuvarı da dahil) bir araya geldiği Manhattan Projesi’ne benzeyen bir yaratıcı görev başlamış.




KARAKTERLER


Christopher Nolan’ın Oppenheimer senaryosunda 20. Yüzyıla yön veren en önemli kişilerin bazılarını temsil eden düzinelerce karakteri oynayacak büyük bir kadro gerekiyormuş. Nolan, bazı şeyleri basitleştirmek için kompozit karakterler kullanmak istememiş. Tek bir ünlü figürün önemli fikirlerini ve yeniliklerini başkasına ithaf etmenin yanlış olacağını düşünmüş. Karakterleri hikayeye hızlı sahnelerde girip çıkarken ve bazen de önemli küçük rollerle izleyicinin karşısına çıkmalarını ve zihinlerinde canlı kalmasını istemiş.

Nolan şunları söylüyor; “Oppenheimer’ı canlandıran Cillian Murphy filmin merkezindeydi. Ama Cillian’ın etrafında muhteşem bir kadroya ihtiyacı olacağını da biliyordum. Ona meydan okuyacak ve onu zorlayacak çok iyi oyunculara. Çok farklı yüzlerin olduğu bir filmde her biri farklı ve inandırıcı. O yüzden kast yönetmeni John Papsidera’nın oluşturduğu kapsamlı kadro birlikte büyük bir film yaptı. İzleyicilerin kimin ne yaptığını ve kimin o açıdan önemli olduğunu anlayabilmesi çok önemli. Bu oyuncular her gün sete karakterlerinin olaylardaki rollerini, Manhattan Projesi’ne ne katkıda bulunduklarını, belli bir toplantıya, deneye veya tartışmaya belli bir günde ne getirdiklerini bilerek geldiler. O yüzden sette her gün etrafım neler olduğunu onların bakış açısıyla benden çok daha iyi bilen oyuncularla çevriliydi. Yönetmen olarak gerçekten aradığınız da budur.”



J. Robert Oppenheimer : Cillian Murphy


Christopher Nolan, atom bombasının babasını canlandırması için filmlerinden beş tanesinde (Kara Şövalye üçlemesi, Başlangıç, Dunkirk) rol alan ama şu ana dek hiç başrol oynamamış birini seçmiş. Beyaz perdede ve tiyatroda 28 Gün Sonra, Sessiz Bir Yer II ve İngiltere’den global TV hiti Peaky Blinders gibi yapımlarda rol almış olan İrlandalı yıldız Cillian Murphy. 

Nolan şunları söylüyor; “Çok önemli oyunculardan bazılarıyla kariyerlerinin başlarında çalışacak kadar şanslıydım. Cillian da onlardan biri. Onunla ilk çalıştığım zaman her şeyde çok yeniydi ama olağanüstü bir yeteneği olduğu belliydi ve kişisel, profesyonel ve yaratıcı olarak bağ kurduk. O yüzden her zaman Cillian’la çalışmanın yollarını arıyorum. Telefonu açıp ‘İşte bu. İşte bu film, başrol oynama vaktin bu, yeteneğini her yönüyle kullanacağın ve sana daha önce hiç karşılaşmadığın biçimde meydan okuyacak bir karakteri canlandıracaksın.’ Demek, harika bir şey. Ve bunun için hazırdı. İkimiz için de bir rüyanın gerçek olmasıydı.”

Murphy için Molan’dan gelen o telefon unutulmazmış.  Nolan’la ilk kez Batman Başlıyor’un seçmelerinde sonunda Christian Bale’in seçildiği Bruce Wayne rolü seçmesinde karşılaşan Murphy şunları söylüyor; “Chris’le tanışalı 20 yıl oldu. Ama o noktada bile hayranıydım çünkü Akıl Defteri ve Insomnia’yı izlemiştim. O film için Chris’le tanışmak benim için çok önemliydi, ki şahsen benim Batman’i oynamam absürt bir fikirdi. O zamandan beri hissettiğim şey, Christopher Nolan senden bir şey yapmanı isterse boyutu ne olursa olsun kabul et oldu. Beni arayıp Oppenheimer’ı oynamamı teklif etmesini beklemiyordum. Ama etti. Telefonu kapattığımda orada şaşırmış bir halde oturup kaldım. Sonra işe başladık.”

Murphy, Oppenheimer’ı oynamanın cazibesinin ve zor yanının fizikçinin müthiş zekasının ve ahlaki mücadelesinin hakkını verdiğini söylüyor. “Her zaman Oppenheimer’ın karmaşıklığının peşinden kovalıyoruz. Öyle müthiş bir zekanın olması bir yük olabilir. O tarz insanlar biz ölümlülerden tamamen farklı bir düzlemde çalışıyor ve bunun da kişisel ve ahlaki hayatlarına getirdiği kendi komplikasyonları ve zorlukları oluyor. En zor şeylerden biri de bu hikayede Oppenheimer’ın ahlaki yolculuğunu çizmekti. Çünkü büyük bölümünde beklenmedik olaylar yaşıyor.  Manhattan Projesi’ndeki işinde ahlaki olarak durduğu yer, yıllar sonra 2. Dünya Savaşı’nda nükleer politika açısından durduğu yer, nasıl değiştiği ve gelişen durumların kendisini başka insanlarla çatışmaya sokması gibi.” 

Murphy role hazırlanmak için American Prometheus’la birkaç başka kitabı okumuş, saatlerce Oppenheimer’ın röportajlarını ve konferanslarını içeren görüntüleri izlemiş. Nolan’la ve kostüm tasarımcı Ellen Mirojnick’le birlikte çalışarak Oppenheimer’ın farklı görünümü kusursuz hale getirmişler. Derin bakışı, duruşu, piposu şapkası gibi. Murphy şunları söylüyor; “Onu Robert Oppenheimer benzeri gibi yapmaya çalışmıyorum. Tarihi materyallerden gördüğümüz ve Chris’İn senaryosunda tanıştığım Oppenheimer’dan arındırılmış bir Oppenheimer. Betimleme ve yorum sentezine ulaşan uzun bir süreçti.” 

Murphy, mesleği ve fizyon kavramları hakkında bilgi kazanmak için ünlü fizikçi Kip Thorne’a danışmış. Ama Oppenheimer’a kolay gelen bilimi ve felsefeyi tam olarak anlamak için kendisine baskı yapmamış. Murphy şunları söylüyor; “Nüfusun büyük bölümü insanın varoluşu, dünyanın yapısı ve evrendeki yerimiz hakkında Oppenheimer gibi düşünmüyor ve düşünemiyor. Paradoksları takdir etmesiyle ve karışıklıklarıyla ve Kuantum mekaniğinin merceğinden kesinlikle görmüyor. O yüzden benim hepsini algılamaya çalışarak altı ay harcamam nafile olacaktı. Yapmanız gereken üzerindeki belirsiz, kavramsal kulpu almaya çalışmak ve sonra filmimiz için en önemli şey olan insanlığı çıkarmaya çalışmaktı. Bu tematik olarak büyük bir hikaye ama çok insani bir şekilde anlatılıyor. Bir tarih dersi değil, didaktik ya da kuralcı değil. İnsanlara ‘Bundan öğrenmeniz gereken şey bu,’ demiyor. Ama insanların dünyamızda bugün olan ürkütücü olaylarla paralellikler kurabileceği ve düşünebileceği çok net. Düşünmeye sevk eden ve sizi çalıştıran film yapımı sinematik manzaranın önemli bir bölümü ve bence Chris bunu her zaman ilginç ve provokatif bir şekilde yapıyor.”



Kitty Oppenheimer : Emily Blunt


Emily Blunt’ın oynadığı Katherine “Kitty” Oppenheimer (née Puening), bir biyolog ve botanikçi ve Oppenheimer’la San Francisco’da bir bahçe partisinde tanışmadan önce üç kere evlenmiş. Oppenheimer’la evlenmişler ve iki çocukları olmuş. Peter ve Toni. Kitty, Los Alamos yıllarını annelikten memnun olmayarak, yalnızlıkla ve bağımlılıkla mücadele ederek geçirmiş. 

Kitty’nin sosyal düzeni ve beklentiyi reddetmesi Blunt’ın ilgisini çekmiş. Şunları söylüyor; “Kitty boş konuşmayan bir karakter. Sadece önemli konularda konuşur. Karmaşık, havai ve büyüleyici biri. Onda bana çekici gelen neden evlenmeniz ve çocuk sahibi olmanız gerektiğine, erkeğinizi neden desteklemeniz gerektiğine, bunların sizin işiniz olduğuna ve yapmanıza izin verilen tek şeyin bunlar olduğuna dair zamanın feminen idealine, boyun eğmeyi reddeden bir kadın fikrine sahip olması oldu. Sisteme karşı koymuş ve çok modern geldi.”

“Oppenheimer onun dördüncü kocası ve Kitty onunla tanıştığında 29 yaşında! Bence istediklerini yapmak için hayatını hızlı yaşamak istemiş. Ama Robert Oppenheimer’da entelektüel olarak kendi dengini bulmuş. Onun tam bir sırdaşıymış ve büyük kararlar verme konusunda baş müttefikiymiş. Oppenheimer ona çok güvenmiş ve onun fikri kendisi için çok önemliymiş. Kitty de bir bilim insanıymış ve o dönemin parlak bir zekaya sahip olan ama ütü masasında harcanan kadınına bir örnek olmuş ve bunun acısını çekmiş. Yine de Robert’a inanmış, ona tapmış, onu desteklemiş ve en büyük şampiyonuymuş.”  

Blunt, Kitty’yi anlamak için American Prometheus’un derinliklerine dalarken Christopher Nolan’ın senaryosu ve yönetmenlik tarzı karakteri bulması için ihtiyacı olan tek şeymiş. Blunt şunları söylüyor; “Chris, beni içine alan olağanüstü bir karakter yazmış. Kitty sayfadan bana aktı. İnsan olarak çok muazzam bir yanı vardı. Chris yönetmen olarak karakterin hassasiyetlerini araştırmak için size büyük bir özgürlük veriyor. Biraz istikrarsız birini görürseniz, agresif biriyse ya da sertse her zaman altta yatan şeyi ararım, nereden geldiğine ve o anda ne kadar çok şeyle oynayabileceğinize bakarım. Yani sadece öfkeyle ilgili değildir. Acıyla, küçük düşmeyle, maruz bırakmaya ilgili. Onların hepsi benim bulmam içindi ve onları araştırmak için yaratıcı bir özgürlüğe sahiptim.”

Blunt, Cillian Murphy ile elektriğinin çok iyi olduğunu söylüyor. İki oyuncu yakın zaman önce Sessiz Bir Yer 2’de birlikte çalışmış ve karakterler yakın bir bağ geliştirmiş ve farklı tarz kötülerle mücadele etmişler. Blunt şunları söylüyor; “Bu Cillian ile ikinci filmimdi ve daha önce birlikte çalıştığımız için birbirimize güvenimiz vardı ve rahattık. Aynı zamanda birbirine yakınlaşmış ve kafa dengi olan evli bir çifti oynamak çok kolay olmuş. Bir sahnede onun diğer yanında, egosuz, gündemsiz yer almak ve sadece iyi ve gerçek bir şey yaratmak istemek müthiş bir deneyimdi.”



Leslie Groves : Matt Damon


Azimli, görevine bağlı ve yıpratıcı Leslie Groves Jr. ABD Ordusu Mühendisler Birliği’nde seçkin ve güvenilir bir subaymış. Pentagon’un inşaatını denetlemiş ve Manhattan Projesi’ni yönetme görevi verildiğinde Oppenheimer’la siyasi ve mizaç farklılıkları olsa da muhafazakar ve pragmatik Groves Oppenheimer’ın dehasından ve vizyonundan hemen etkilenmiş ve onu görevdeki ortağı olmak üzere birçok kişinin şüphesine rağmen işe almış. Groves, atom bombası yapımına önemli katkılarda bulunmuş. Oppenheimer’ın Komünist sempatizanlığı kaygıları arasında adanmışlığına inanmış.

Yapımcılar tuğgenerali oynaması için bu yılın başında arkadaşı Ben Affleck’le birlikte yaptığı Air’daki ünlü performansıyla Oscar®‘a aday gösterilen (Can Dostum ortak yazarlığıyla Akademi® ödülü) performanslarına devam eden Matt Damon’a rol vermişler. Emma Thomas şunları söylüyor; “Oppenheimer ile Groves arasındaki ilişki filmde müthiş bir keyif kaynağı. Filmin büyük bölümü Oppenheimer’ın perspektifinden anlatıldığı için Groves’u izleyiciyi hemen içine çekecek birini oynaması gerekiyordu. Sinema yıldızı güvenine sahip, biraz havalı ama son derece güvenilir birine. Matt bunun için kusursuz kişiydi. Role çok fazla samimiyet ve mizah kattı. Cillian’la arasındaki dinamiği izlemek de çok keyifli.” 

Damon için Oppenheimer’da rol almanın cazip anı hayatı boyunca bildiği dünya için, Manhattan Projesi’nden gelen bir başlangıç hikayesi oluşturmak olmuş. Şunları söylüyor; “Ben Soğuk Savaş çocuğuyum. Bu hikayenin sonuçlarıyla büyüdüm. O yüzden her zaman o mercekten baktım. İlginç olan geriye gidip, bu adamların ne düşündüğünü, başlarına neler geldiğini ve önlerine koyulan berbat kararları anlamaya çalışmaktı. Ama aynı zamanda insanlığın siyaset, hırs ve ahlak düzensizliği de konuya bağlanıyor. Ayrıca insanların, bu durumda bilim insanlarının, sadece daha önce hiç yapılmamış bir şeyi yapabilip yapamayacaklarını görmek isteme fikirleriyle bağ kurabildim. Ne olacağını, ne öğrenilebileceğini görmek için müthiş bir insan merakı, büyülenmesi ve son teknolojiyi zorlama hırsı var. Ayrıca idealizm veya bu adamlardan bazılarının saflığı da var. Oppenheimer, bunun tüm savaşların sonu olacağı anlamına geldiğine gerçekten inanmış. Yine de hayatım boyunca ve onlarca yıldır adeta Demokles’in Kılıcı altında yaşıyoruz ve çoğunlukla yeterli olduğunu düşünmüyoruz. Yani hiç şüphesiz bu, zamanımızın en önemli hikayelerinden biri.”

Damon, role Groves’un karakterinin temellerine odaklanarak hazırlanmış. Şöyle anlatıyor; “Groves’un çok büyük bir egosu var ve hiç kimse tarafından sevilmiyor. Ama Oppenheimer onu sevmiş. Uyumlu ve anlayışlı bir ilişkileri varmış. Groves, Oppenheimer’ın ne yaptığından veya niye yaptığından hiç şüphe etmemiş.

Groves, çabalarının mühendislik becerisiyle ve bilimsel önemiyle gurur duymuş. Rolünde çok fazla yansıma yokmuş. Sadece ‘Yapacağımı söylemiştim ve yaptım’ demek gibiydi. Netliği ve odağı olan, aynı zamanda çok zeki olan ama etrafı bir anda farklı bir düzeyde çalışan dehalarla, Groves’la aynı hırsa sahip olan ama aynı zamanda yaptıkları şey ve ne sonuç çıkabileceği konusunda daha çelişkili dehalarla çevrilen birini canlandırmak büyüleyiciydi.” 

Damon, Groves’la ve Manhattan Projesi’nin endişe veren hamlesiyle bağ kurmasının hiç zor olmadığını da ekliyor. İlk nükleer silahı yapmanın riskleri son derece yüksekmiş ve kişiler arası düzeyde film yapımından pek de farklı değilmiş. Damon şunları söylüyor; “Bizim işimizle çok fazla paralellik görüyorsunuz. Farklı gerilimler, farklı dünyalardan bir araya getirdiğimiz, farklı gündemleri ve beklentileri, umutları hayalleri olan insanlar. Hepimiz bir araya gelmeye zorlanıp yapmak istediğimiz şeyi yapmaya çalışıyoruz. Çok faza sürtüşme ve gerilim var. Ayrıca fizyon ve ergime. Bence bu, oyuncularımızın karakterlerimizin yaşadıklarıyla bağ kurmasını çok kolaylaştırdı.”



Lewis Strauss : Robert Downey, Jr.


Lewis Strauss, 1947’de Atom Enerji Komisyonu’nun kurucu üyesiymiş. Amerika’nın savaş sonrası nükleer politikasını şekillendirmede önemli bir rol oynamış. Strauss, Oppenheimer’la aynı yıl Princeton Üniversitesi’nde İleri Çalışmalar Enstitüsü’nün vekili olarak tanışmış. İkisi de inatçı, son derece hırslı ve kendilerine göre ciddi bir şekilde vatansever olan iki adama arasında gergin bir ilişki başlamış. Strauss Güneyli, son derece dindar, resmi eğitimindeki eksiklik yüzünden her zaman güvensiz olan bir lise mezunu, politik bir muhafazakar ve dogmatik olarak antikomünist iken Oppenheimer kuzeyli, doğal bir deha, yüksek eğitim almış ve sol eğilimli politik görüşü olan ateşli bir liberalmiş.

Strauss’u canlandırması için Christopher Nolan ve Emma Thomas uzun yıllardır çalışmak istedikleri oyuncuya, iki kez Oscar® adayı (1992’de Chaplin ile ve 2009’da Tropik Fırtına ile) ve uzun süredir Iron Man olan Robert Downey Jr.’a başvurmuşlar.

Oppenheimer fırsatı Downey Jr.’un hayatına, Marvel Sinematik Evreni’ndeki baş intikamcı rolünden sonra seçici olmaya çalıştığı bir dönemde girmiş. Yakın dönemde merhum babası, saygıdeğer, deneysel film yapımcısı Robert Downey Sr. Ve ilişkileri hakkındaki ünlü belgesel filmi “Sr.’nin yapımını gerçekleştiren ‘Downey Jr. Şunları söylüyor; “Pandemiden önce bekleme dönemindeydim, ailemle ve başka ilgi alanlarımla meşgul oluyordum çünkü çok yoğun bir çalışma dönemi geçirmiştim. Ama Christopher Nolan kendisi için önemli bir şey yapıyordu. Oyuncular kendi proje tercihleri olan büyük bir gruptu. Ve biz geldiğimiz andan itibaren dünya olayları bu filmi birçok şeyi anlatabilecek önemli bir metafora dönüştürdü. Yani çok kolaydı.” 

Downey, Strauss’u ve Oppenheimer’la olan karmaşık ilişkisini araştırdıkça Strauss’u dünya görüşü, en azından tarihi an bağlamında erdemleri olan daha komplike bir figür olarak görmüş. Şunları söylüyor; “Size bir örnek vereceğim. 2. Dünya Savaşı’nda Pasifik cephesi çok önemliymiş. Bizim torpidolarımız hedeflerine gereken uzaklıkta ve derinlikte patlamıyordu. Strauss, proksimite fünyesinin amaca hizmet edeceğini biliyormuş ve savaşı kısaltmak için tüm bürokratik imkanlarıyla bunun için uğraşmış. Ama herhangi biri Lewis Strauss’un savaşı kısaltmaya yardım ettiğini söylüyor mu? Hayır. Daha sonra Rusların atom bombaları olduğunu ve Strauss’un Oppenheimer’ın karşı çıktığı Hidrojen bombası testini savunmaya başladığını anlayınca da Strauss bunu hayatları kurtarabileceğine inanarak yapmış. Tıpkı proksimite fünyelerinin hayatları kurtardığı gibi. Mantığı da ‘Ben kazanmalıyım’ ya da Siz kaybetmelisiniz’ kadar basitmiş. Onda daima ‘Ama o haklı’ diyebileceğiniz bir motivasyonu varmış.

Ve Strauss’u canlandırması için gereken saç kesimi konusunda Downey Jr. hiç sakınmamış. Şunları söylüyor; “Saçımın arkasını tıraş etmenin komik yanı bana babamı hatırlatmasıydı. Hiçbir zaman kötü bir şey değildi ama aynı zamanda uzun süredir cefa çeken karıma, gelecekte olanlar hakkında bir ön izleme sundu. Ama karakter için kesinlikle doğruydu. Bence Chris bundan kaçınacağımı düşünerek biraz endişelenmişti. Ama bu yapacağım son şeydi. Tüm anlamı ondan sonra bir süre beysbol şapkası takmam gerekti.”




Jean Tatlock : Florence Pugh


Entelektüel, içe dönük, hassas, özgür ruhlu ama melankoli krizlerine eğilimli Jean Tatlock, Stanford’da okumuş, J. Robert Oppenheimer’la yoğun ama ıstırap veren bir aşk yaşamış bir psikiyatrmış.

Yapımcılar Tatlock’ı canlandırması için Black Widow, Midsommer ve Oscar® adayı aldığı Küçük Kadınlar’daki performanslarıyla Hollywood’un en parlak, genç yıldızlarından biri olan Florence Pugh’ı seçmişler. Rolü, hayran olduğu yönetmenle birlikte çalışabilmek için kabul etmiş. Şunları söylüyor; “Bu bir Christopher Nolan film, bir numara ve iki numara, başrol oyuncuları müthiş. Cillian Murphy bir süredir izlediğim ve uzun zamandır çalışmayı çok istediğim bir oyuncu. Hayır demek için deli olmanız gerekir. En iyi sporcularla maç yapmaya benziyor. Yani gerçekten de en iyi deneyimlerimden biriydi.”

Pugh, o dönemde kadınları kısıtlayan ve küçümseyen sosyal düzene karşı gelen doğal bir felaketi canlandırmaktan keyif almış. Şunları söylüyor; “Jean duyarsız ve ne istediğini biliyor ve hiçbir noktada bunun için özellikle de Oppenheimer tarafından cezalandırılmamış. O kadar gücü ve başka karmaşık özellikleri olan bir kadın yaratmak ve Chris ve Cillian’ın iş birliğiyle Oppenheimer’la olan ilişkisini yaratmak başlı başına güçlü, yetki veren ve sonsuz ilginç bir deneyimdi.” 


Ernest Lawrence : Josh Hartnett


Fizikçi Ernest Lawrence, Oppenheimer’la tanıştığında hemen arkadaş olmuşlar. Oppenheimer, Lawrence’ın girişken, dışa dönük kişiliğine çekilmiş. 

Nolan, Lawrence’ı oynaması için Michael Bay’in Pearl Harbor filminde bir askeri pilotu, Ridley Scott’ın Kara Şahin Düştü filminde bir askeri korucuyu canlandırmış, savaş etiğini, askeri kahramanlıkları ele alan büyük filmlere hiç yabancı olmayan Josh Hartnett’i seçmiş. 

Çocuk yetiştirmeye odaklanarak bir süre ara verdikten sonra sinemaya geri dönen Harnett, kendisini farklı bir karakter türüyle yıldız yapan janrda tekrar yer almış. Şunları söylüyor; “Oppenheimer hakkında biraz bilgim vardı ama Lawrence’ı ve nükleer silah yapımı ve şimdi 21. yüzyıl ikilemimiz olan konuda ne kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Hakkında hiçbir şey bilmediğim, 20. yüzyıldan en önemli ve en etkileyici tarihi figürdü. Siklotronu ve büyük ölçekli bilim konseptini geliştirmiş. Şimdi süper çarpıştırıcı olan şeyi yaratmış. Her şey bu adam ve yaptıkları sayesinde değişti.”

Hartnett, Amerikalıları Ay’a götüren İkizler uzay programında çalışan fizikçi, büyük dayısından ilham almış. Oyuncu Lawrence hakkında bulabildiği her türlü bilgiyi araştırmış. Şunları söylüyor; “Lawrence’ın modern olmadığından emin olmak istedim. Zamanının ve mekanının karakteri olmasını istedim. Neyse ki ben de Lawrence’la aynı yerden geliyorum. O Minnesota’da okula gitmiş, ben de Minnesota’da büyüdüm. O yüzden insanların orada nasıl konuştuklarını biliyorum. Akademide ilerleyen ve olabileceklerin sınırlarını zorlamak için serbest bırakılan bir adamı anlamama yardım eden bilimsel geçmişi olan bir ailede büyüdüm.” 

Hartnett, Lawrence’ta Oppenheimer’ın sahip olmadığı her şeyi vurgulayarak performansına odaklanmış. “Öğrendiğim şeylerden biri Lawrence’ın Manhattan Projesi’nin başkanlığı için herkesin ilk tercihi olan türden bir adam olduğuydu. Dışa dönük, sosyal bir insanmış, bağış toplama konusunda iyiymiş. Bütün bunlar Oppenheimer’ın doğuştan yetenekli olduğu konular değildi. Bu da karakter hakkında iyi bir bakış açısı kazanmama yardım etti. Çünkü yapmak istediğim son şey Lawrence’ı bir bilim insanı olarak canlandırmaktı. O etrafındaki bilim insanlarından, özellikle de Oppenheimer’dan çok farklı biri.”

New Mexico’da çekim yapmak Hartnett için enerji vericiymiş. Şunları söylüyor “Çekime ilk başladığımda, önemli bir bölümümüz hepsi yan yana olan kulübelerden oluşan küçük bir otelde kalıyorduk. İşten sonra herkes geri gelip birlikte yemek yerdik. Aile gibiydi ve bugünkü filmlerden çok farklıydı. Çok kalabalık bir grup o küçük mekanda bu önemli filmi yapmak için çok çalışıyorduk ama yine de çok rahat ve kolay geliyordu. Kariyerimin en iyi deneyimlerinden biriydi.” 



Niels Bohr : Kenneth Branagh


Fizik dalında 1922 Nobel ödülünü kazanan Niels Bohr, Oppenheimer ve kendi neslindeki diğer bilim insanları tarafından atom yapısı çalışmalarıyla ve kuantum mekaniğinin ünlü “Kopenhag Yorumu” olarak bilinen çalışmasıyla saygı görmüş.

Christopher Nolan, Bohr’u oynaması için sık sık birlikte çalıştığı bir başka oyuncuya Kenneth Branagh’a başvurmuş. Branagh, Dunkirk’te cesur komutan Bolton’ı ve Tenet’te kötü karakter Andrei Sator’ı canlandırmış ve 2021’de En İyi Film ve En İyi Yönetmen dalında Akademi® ödülü adayı olduğu ve En Özgün Senaryo dalında Oscar® ödülü kazandığı Belfast’ ta yazar ve yönetmen olarak kariyerinde yeni basamakları tırmanmış.

Branagh, Nolan’ın kendisi için son görevi hakkında şunları söylüyor; “Bir başlangıç noktası olması güzeldi. Niels Bohr, büyük bir bilim insanı, Nobel ödüllü, Atom bombasını, nükleer enerjiyi ve onunla birlikte gelen her şeyi getiren bilgiye doğru dünya çapındaki hareketin bir parçası olan klasik fizikten kuantum fiziğine geçişin mimarlarından biri. Hakkında çok fazla materyal ver. Onu duyabiliyor, görebiliyor, izleyebiliyor ve hakkında birçok şey okuyabiliyorsunuz. Bana en çok yardım eden de seçtiğim küçük detaylar oldu. Bohr futbolu çok severmiş. Erkek kardeşi Danimarka milli takımında oynamış. Kendisi de iyi bir futbolcuymuş. Los Alamos’a geldiğinde kayak yapmış. 1920’lerin Amerikan sessiz Western’lerini çok severmiş. Aynı zamanda kendisini izleyenler tarafından söylendiğine göre çok dalgınmış. Einstein’la tartışabilen olağanüstü zeki bir adam ve çok samimi bir adam. Caddeden karşı karşıya geçerken kaybolabilir ama jilet gibi keskin bir zekaya sahipmiş.”      

Nolan, Bohr’un Oppenheimer’la ilişkisini çok uzaklardaki bir galaksideki eski, ünlü karakterlerle kıyaslayarak Branagh’ın performansına daha çok odaklanmasına yardım etmiş. Branagh şunları söylüyor; “Oppenheimer onunla çok fazla zaman geçirmemiş olsa da Bohr onun için gerçekten önemliymiş. Chris, Oppenheimer’la arasında Obi-Wan-Kenobi tarzı bir ilişki olduğunu düşünmüş. O yüzden o şekilde düşünmeye değdi. Bohr bir yönden sihirbazdı. Bazı dereceleri Oppenheimer’ın anladığından daha iyi anlayan biriymiş. Ama Bohr aynı zamanda Oppenheimer’ın atom bombasını dünyaya tanıtan adam olmasını da takdir etmiş. Oppenheimer’ın hem bilimi hem de Bohr’un gerekli olacağını sezdiği gibi ardından gelecek denemeleri ve sıkıntıları anlayabileceğini fark etmiş.” 

Branagh, Nolan’ın azimli, riski yüksek, ödüllü filmler yapma, oyuncu kadrosunu ve ekibini yönetme yeteneğine her zaman şaşırmış. “Film yapımcısı olarak bu kadar doğal ve haklı olarak özgüvenli olan biriyle çalışmak heyecan verici. Chris, olağanüstü bir iş ahlakıyla yönetir. Her zaman eğlenceli, keskin bir mizah anlayışı var. İyi biri, oyuncularını dinler. Müthiş bir iş birlikçi ve çok iyi bir doğal lider. Onu izlemek ve desteklemek muhteşem bir şey.”



Edward Teller : Benny Safdie


Oppenheimer için “atom bombasının babası” denirken Edward Teller da “hidrojen bombasının babası” olarak bilinir.

Fizyonun sırlarını ararlarken Oppenheimer’ın altında çalışan Teller, ekip oyuncusu olmak için mücadele etmiş ve çoğunlukla kendi amaçlarının peşinden gitmek için meslektaşlarından ayrı çalışmış. Odaklanma yüzünden patronuyla çatışınca daha güçlü hidrojen bombaları yapmak gibi daha zor bir amacın peşinden gitmeleri gerektiğine inanmış. Olası termonükleer silahları geliştirmek için meslektaşını teşvik ederken bile Oppenheimer’ı korkutan ‘en kötü olasılık’, dünyanın atmosferini tutuşturma potansiyeli hakkında ilk kez konuşan da Teller olmuş. 

Christopher Nolan, Teller’ı canlandırması için Licorice Pizza ve Are You There, God? It’s Me Margaret? Gibi filmlerde rol alan Benny Safdie’yi seçmiş. Oppenheimer, Safdie’ye tercih edilmemiş bir yolu keşfetme fırsatı sunmuş. Safdie şunları söylüyor; “Neredeyse fizikçi oluyordum. Şu kadar kalmıştı. Sinemayı seçtim, ama lise boyunca standart model ve kuantum mekaniğini öğreniyordum. Columbia Üniversitesi’nde bir öğretmenle çalışıyordum, önemli laboratuvarları ziyaret ediyor ve ciddi olarak fizikçi olmayı düşünen birinin yapacağı her şeyi yapıyordum. Yani, Chris’in benden bu rolü canlandırmamı istemesi çılgıncaydı. Benim ilgi alanlarımla kesişmesi müthişti.”

Safdie, Teller’ın dehası ve kibrinden ve Manhattan Projesi’nin kahramanca görünen misyonu ortasında bile kişisel zaaflarının ve kusurlarının işi tehdit edişinden büyülenmiş. Safdie şunları söylüyor; “Film, bilime çok sadık kaldı ama aynı zamanda bilim adamlarına da öyle. Her biri karmaşık kişilikleri ve olağanüstü başarıları olan çok önemli bir karakter.

Hepsinin aynı odada çalıştığı bir dönem olması harika. Hepsi aynı şey için, aynı amacın peşinde oradaymış. Ama egoları kapıda kontrol edilmiyormuş. Durumu bu kadar ilginç kılan da bu. Ayrıca Oppenheimer ile Teller arasında bile olsa bir dereceye kadar bu zamana has karşılıklı bir saygı varmış. Bunun filme de yansıdığını görmek çok hoş.”

Manhattan Projesi’nin yardımcı kadrosunda yer alan tüm üyeler gibi Safdie’ye de karakterin sesi, tavırları ve kişiliği hakkında bilgi vermesi için gerçek hayatının kopyası olan bir film tedarik edilmiş. Safdie şunları söylüyor “Bu bilim insanlarının bu kadar filminin olma nedeni, ders vermeleri veya bir şeyleri anlatıyor oldukları için. Yani birbirleri için veya öğrencileri için performans sergiliyorlar. Teller konuştuğu zaman duraksamaları ve tavırlarıyla büyük bir gösterişe sahipti. Ama matematikçi ve fizikçi arkadaşı John von Neumann’dan bahsettiği bir klip vardı. Yumuşak ve kurnaz bir tavır takınıyor. Ben de tamam, sesin tarzı bu olacak, dedim. Ondan sonra hafif peltek olması, tonu, ayarlamalar ve sesi daha yaşlı olduğu sahnelere göre değiştirmek gibi incelikler kalmıştı.” 

Safdie için Oppenheimer’da çalışmanın keyifli yanlarından biri de yönetmeni iş başında izlemek olmuş. Özellikle de genelde Safdie’nin kendi filmlerinden daha büyük bir filmde çalıştığı için. Şunları söylüyor; “100 kişilik bir partide geçen bir sahneyi çektik. Farklı bir mekana gidip bambaşka bir sahne çekmeden önce partide üç ya da dört sahne çekmek zorunda kaldık. İşte önemli bir gündü. Chris hemen bitirdi. Bu kadar önemli bir şeyi görmek inanılmaz etkileyici ve ilham vericiydi. Chris hızlı ve verimli bir şekilde hareket etti. Ama daha önemli ve zekice olan, onun birlikte geçirdiğimiz zamanda oynamasına ve herkesten ihtiyacı olanı almasına olanak veren bir güvendi. Odada kapı kapanır ve herkes içinde olduğumuzu bilir, işleri çekim sonrasında çözmek için birlikte çalışırız. Parçası olmak çok güzel, izlemek çok keyifliydi.”



Frank Oppenheimer : Dylan Arnold


Robert Oppenheimer’ın bir parçacık fizikçisi olan erkek kardeşi Frank Oppenheimer, Manhattan Projesi’nde çalışmak üzere Robert tarafından işe alınmış. 

Nolan, Frank rolü için Dylan Arnold’ı (son Cadılar Bayramı filmleri) seçmiş. Ama Arnold, ikinci seçmelere kadar kendisinin oynayabileceğinden tam emin değilmiş. Manhattan Projesi bilim insanları olarak seçilen birçok oyuncu gibi Arnold da seçmelerde önce herhangi bir karaktere atfedilen, karadeliklerle ilgili bir monolog okumuş. Şöyle anlatıyor; “Sonra tekrar çağrıldığımda ana karakterlerden birinin erkek kardeşi olacağım söylendi. O zaman dek sadece filmde rol almayı umut ediyordum ve Oppenheimer hakkında yapabildiğim tüm araştırmayı yapıyordum. Robert’ın Frank adında bir kardeşi olduğunu biliyordum. O yüzden seçmelere onun için katıldığımı varsaydım ve ona göre oynadım.”

Arnold işe Frank Oppenheimer’ın oğlu Michael’la konuşarak ve Frank’in Robert’la ilişkisini araştırarak hazırlanmış. Arnold şöyle anlatıyor. Frank hakkında çok konuştum. Çok sayıda video izledim. Hakkında birçok bilgi var. Ama hazırlanmak ve araştırma yapmak çok kolaydı çünkü onu son derece büyüleyici buldum. Frank meraklıymış, her zaman araştırmaya ve öğrenmeye çalışıyormuş. 16 yaşındayken nasıl yapıldığını görmek için babasının piyanosunu sökmüş ve sonra babası eve dönmeden yeniden birleştirmiş. Bu iki kardeşin muhteşem bir ilişkisi varmış. Frank ergenlik yıllarına geldiğinde yakınlaşmaya başlamışlar ve fiziğe olan ilgileri ortaya çıkmış. Ama daha sonra yetişkin olarak Frank’in siyaseti nedeniyle büyük ölçüde uzaklaşmışlar. Frank, doğru olduğunu düşündüğü her şeyi yapan biriymiş ve sonuçları ne olursa olsun kabul etmeye hazırmış. O dönemde Komünist Parti’ye katılmanın tüm dünyayı kasıp kavuran faşizmin antitezi olduğu için doğru olduğunu düşünmüş. Yani ona mantıklı cevap bu gibi gelmiş.”

Arnold, Frank ve Robert için önce çocukken sonra da yetişkin olduklarında da Manhattan Projesi’nde çalışırken kendileri için çok önemli olan New Mexico’nun aynı ücra bölgelerinde çekim yapmanın anlamlı olduğunu söylüyor. Arnold şunları söylüyor; “Mekanda olmak gerçekten etkileyiciydi. Chris, sette telefonlara da izin vermiyor. New Mexico sahneleri 1940’larda, kimsenin cep telefonu olmadığı bir zamanda geçtiği için beni gerçekten orada herkesten uzakta olup vaktini kanyonlarda, bir tepede atın üstüne, rüzgarla ve doğayla mücadele ederek geçirmenin nasıl olduğuna dair bir düşünce yapısına soktu. Büyüleyiciydi. Bir oyuncu olarak sizin için birçok şeyi hallediyor. Kendinizi farklı bir mekanda ve zamanda hissetmeniz için yeşil ekrana bile bakmanız gerekmiyor, bunların hiçbirini hayal etmeniz gerekmiyor. Orada oluyorsunuz.”


Hans Bethe : Gustaf Skarsgård


Hans Bethe, Manhattan Projesi’nin teorik bölümünü yönetmiş ve Trinity ve Nagasaki’ye atılan bombaların tasarımlarını geliştirmiş.

Christopher Nolan, Bethe rolü için tüm dünyada Vikings adlı TV dizisiyle ve Ben Affleck’in yönetmenlik yaptığı Air ‘deki rolüyle bilinen İsveçli ünlü oyuncu Gustaf Skarsgård’ı seçmiş. Şunları söylüyor; “Hazırlanmak için çok fazla malzeme olmasının avantajını yaşadım. Hans’ın tüm hayat hikayesini ve Manhattan Projesi’nde Oppenheimer’la çalışma deneyimlerini anlattığı bir dizi Yout Tube videosu var. Bana kullanabileceğim bir şablon sağladı. Yine de karakteri taklit etmek istemedim. Sahnelere bu karakterin tadını katmak, sahnelerin ne ve kim hakkında olduğunu anlamak, o tadın ne kadarını getireceğimi ayarlamak istedim.” 

Matt Damon gibi Skarsgård da Oppenheimer’a nükleer savaş korkusuyla büyüdüğünden ve geleceğimizle ilgili soruları ortaya çıkardığından dolayı anlamlı olduğu için çekilmiş. “Manhattan Projesi’nin doğrudan sonucu olarak yaratılan bir dünyada yaşıyoruz. Ben 1980’lerde İsveç’te, Sovyetler Birliği’nin komşusu olarak büyüdüm. Okulumuzun altındaki sığınaklarda güvenlik tatbikatları yaptığımızı hatırlıyorum. O zamanki gerçeklik oydu. Şimdiyse oraya doğru geri gidip gitmediğimiz hakkında endişe etmeliyiz.”



Isidor Rabi :  David Krumholtz 


Robert Oppenheimer, Manhattan Projesi’ne arkadaşı Isidor Isaac Rabi’yi almaya çalışmış. Rabi nükleer fizik ve kimya alanlarında öne çıkmış ama resmi bir görevi reddetmiş. Los Alamos’a taşınmak istememiş ve bomba yapmak konusunda kişisel ve etik itirazları varmış. Ama Rabi, Oppenheimer’a danışman olarak destek vermiş ve Trinity testi için de yanındaymış.

Nolan, Rabi’yi oynaması için Nolan’ın dikkatini yıllar önce oyuncunun CBS draması Numb3rs’da FBI için suçları çözen matematik dehası performansı sırasında dikkatini çeken David Krumholtz’u aramış. Sahnede ve ekrandaki çalışmaları arasında Oppenheimer için de işine yarayan, fizikçi Werner Heisenberg’i canlandırdığı Michael Frayn’ın Copenhagen da bulunan Krumholtz şöyle anlatıyor; “Yıllar önce Chris’le Numb3rs’daki rolüm sırasında tanıştım. Bana performansımı beğendiğini söylemişti. Chris Nolan’ın hayranım olduğu fikrini hep aklımın bir köşesinde tuttum çünkü o hayranlar zor bulunur. O yüzden Oppenheimer fırsatı çıkınca ‘Gol!” diye düşündüm. Çalışmalarımı gördüğünü ve beğendiğini biliyordum. Los Angeles’a seçmelere gittim. Daha iyi davranamazdı ama seçmelerim sırasında bana ‘Tekrar yap. Ama bu kez bu seçmelerden eve dönerken araba kullanıyormuşsun ve ‘Başka türlü yapmalıydım.’ Diye düşünüyormuşsun.’ gibi yap. Ben de ‘Mahvettim.’ Diye düşündüm. Beş saat kadar moralim bozuktu. Aynı gün aradılar ve kabul edildim.”

Krumholtz, Isidor Rabi’yi araştırırken fizikçinin manevi özelliklerine ve Oppenheimer’a rol model ve dost olarak sunduklarına önem vermiş. Ne kadar gerçekçi ve zor durumlar karşısında güçlü olmasına şaşırmıştım. Rabi, bilimin bir sanat türü olduğuna, bilim insanlarının da gerçek sanatçılar olduğuna inanan filozof bilim insanıymış. Oppenheimer’ın omuzlarındaki yükle empati kurması ve daima onun dostu olarak kalabilmesi anlam kazandı. Tam bir dahi olan ama bir çipleri eksik olan bir bilim insanı tipi vardır. Filmin bir kısmında Oppenheimer’ın tüm çipleri yerinde değil. Müthiş bir dehaya sahipmiş ama hayatındaki denge eksikmiş. Role o bilgelik anlayışını, olgun ruh özelliğini, özellikle Oppenheimer’a karşı tutkusunu göstermek istedim. Onun için kardeş, aile gibiymiş.”

Krumholtz, Oppenheimer’da dünyayı daha akıllıca yönetmek için vaktinde bir çağrı ve büyük ölçekli imkansız bir etik çatışma hakkında zamansız bir hikaye görüyor. Şunları söylüyor; “Etik olarak sorgulanabilir iki seçenek arasında zor bir karar verilmesi gerektiğinde o kararları vermekle sorumlu olanların doğru insanlar olduğunu umuyorsunuz. Bazen seçimden ortaya iyi bir şey çıkabilir. Rabi, bize emarı ve hayat kurtaran birçok güzel şeyi veren manyetik rezonansı keşfettiği müthiş işler yapmış. Bombayı yapmak için gereken keşiflerden çok fazla iyi şey çıkmış. Ama çok fazla yıkım da birlikte gelmiş ve hala da geliyor. Sonuç olarak ürkütücü bir dünya ama benim hala umudum var. Gelecekte gezinmeyi severim. Umarım doğru insanlar gezegeni kurtarmak için ellerindeki bilimle doğru şeyleri yapmayı başarır.”



Vannevar Bush : Matthew Modine


1941’de Vannevar Bush, tıpta ve silah teknolojisinde yeniliği beslemek için geniş bir yetkiye sahip olarak yeni kurulan Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Bürosu’nun direktörü olmuş. Diğer ülkelerin atom bombası geliştirildiğine dair giderek artan kaygılar arasında fizyonun şifresini çözme yarışına girmek için askeri endüstriyel kompleksini devreye sokan Bush olmuş. 

Christopher Nolan, Bush’u oynaması için Stanley Kubrick’in klasik Full Metal Jacket filmindeki başrolüyle ve kozmik sırların peşindeki daha kötücül bir bilim adamını canlandırdığı Stranger Things’deki rolüyle bilinen Matthew Modine’i seçmiş. Rol arkadaşları Matt Damon ve Gustaf  Skarsgård gibi Modine de Soğuk Savaş sırasındaki nükleer tehdidin çocukluğunu nasıl şekillendirdiğine dair hatıralara sahipmiş. Zamanı bölen anlar, olaylar ve bazen de insanlar var. 16 Temmuz 1945 ikisi için de uç bir örnek. Los Alamos’taki ilk atom patlaması, bir daha hiç kontrol altına alınamayan bir canavarı serbest bıraktı. Anaokulu öğrencisi olarak sıramın altına girerken o tatbikatın o anki mi yoksa var olan bir tehdit mi olduğunu anlayamamıştım. Bugün tatbikatın ikisi de olduğunu ve hep var olduğunu anlıyorum.”


William Borden : David Dastmalchian


ABD nükleer üstünlüğünün ateşli bir savunucusu ve sadık bir anti komünist olan William Borden, ulusal güvenlik kanunlarında uzman bir avukat ve akademisyenmiş. ABD Kongresi Atom Enerjisi Ortak Komitesi’nin idari müdürü olmuş. 1953’te görevindeki son aylarında Oppenheimer’ın Sovyetler Birliği ajanı olduğu düşüncesine takıntı yapmış.

Oppenheimer’ın hayatının son dönemindeki düşmanlarından birini canlandırması için Nolan, çalışmaları arasında Dune Çöl Gezegeni ve Blade Runnet 2049: Bıçak Sırtı gibi filmler bulunan Dastmalchian’ı seçmiş. Dastmalchian şunları söylüyor; “İlk dikkatimi çeken, Borden’In J: Edgar Hoover’a yazdığı mektup ve Oppenheimer hakkındaki çoşkulu yazısı oldu. Borden’ın Oppenheimer’ın bir devlet düşmanı olduğuna gerçekten inandığına eminim. O yüzden onu indirmek ve hükümetimiz ve askeriye üzerindeki etkisine son vermek çok önemliymiş. Karakteri inşa etmeye başladığımda bu benim için temel amaçtı.” 

Dastmalchian, ilk rolünü Christopher Nolan’ın Kara Şövalye filminde oynamış. “Filme tam bir kaygı, panik atak halinde geldim çünkü daha önce hiçbir film setinde bulunmamıştım. Ama hiç değişmeyen bir şey de Chris’in bir oyuncu olarak sizi rahatlamasıdır. Düşüncelerini o kadar net ve güvenli bir şekilde aktarıyordu ki sadece emin ellerde olmadığını aynı zamanda en iyi performansımı ortaya çıkaracağımızı biliyordum. Bu yüzden Oppenheimer setine adım attığım anda ‘İşte bu duygu.’ Dedim. Ve bir oyuncu için gerçekten güzel bir duygu.”


Albert Einstein : Tom Conti 


Christopher Nolan, izafiyet teorisyeni fiziğin “büyük patlaması” olan efsanevi bilim insanı Albert Einstein’ı oynamak için 60 yıllık sinema ve tiyatro kariyerinde 1979 yılında Whose Life Is It Anyway? ile Tony ödülü, 1983 yılında Reuben, Reuben ile Oscar® adaylığı almıştır. Conti şunları söylüyor; “Müthiş bir hikaye. Benim yaşımdaki birçok kişi bomba yapımını bilir ama hiç kimse bu eylemin kapsadığı politik dalavereyi ve Oppenheimer’a daha sonra olanları bilmez. Hükümetin Amerika’yı kurtardığı için onu affedememesi çok tuhaf bir durummuş. Onları kurtarmış ve teşekkür olarak da onu yok etmeye çalışmışlar.”

İnsan Einstein gibi birini canlandırmaya nereden başlar? Conti gülerek şöyle söylüyor; “Saçını uzat, bıyık bırak. Bıyık bırakmak çok kötü ve söz konusu bıyık olunca Albert minimalist değilmiş. Onlarla çorba içemiyor, spagetti yiyemiyorsunuz. Hayat daralıyor. Einstein’ın aksanı son derece önemli. Neyse ki benim aşina olduğum bir ses. Avrupa’da yaşadığım için onun gibi konuşan insanlarla büyüdüm. Tabii ki sadece aksanıyla. Fizikçi? O kadar çok değil.”




YAPIM TASARIMI VE LOKASYONLAR


Oppenheimer’ın dünyasını inşa etme görevi çalışmaları arasında Hayır, Biz ve Yaşamın Kıyısında gibi filmler olan yapım tasarımcı Ruth De Jong’a verilmiş.  

De Jong ve Christopher Nolan, özgün ama kaynağa körü körüne bağlı kalmayan bir estetik geliştirme arayışında haftalar harcamışlar. Nolan, filmlerinde zamansız bir görünüm tercih ediyor. Hatta belli bir tarihi dönemde geçen Oppenheimer gibi bir film için bile. Nolan, dönem detayları konusunda fazla detaycı ve titiz olmaması için De Jong’u yüreklendirmiş. Modernizmi zorlamak, arabaları, telefonları ve başka teknolojik parçaları anda kullanmak fikrini sevmiş. Geleceğin peşinde koşan bir adamın gözlerinden anlatılan hikayesi için bu uygun bir seçimmiş. De Jong gülerek şunları söylüyor; “Chris her zaman ‘Ruth, ben sıkıcı bir belgesel yapmıyorum.’ Derdi. Bunu duymak her zaman yardımcı olurdu yoksa araştırmaya çok kaptırırdım.  Sürecimiz onun yerine gerçek olayı görmek, özünü anlamak ve sonra da kendimizi şekilden uzaklaştırıp filmimizi yapmaktı.”


Yönetmen


Los Alamos


De Jong, 2021’de Nolan’la, yapımcı Emma Thomas’la ve idari yapımcı Thomas Hayslip’le kendilerine ihtiyaçları olan her şeyi maksimum verimlilikle verebilecek bir tasarım üstünde çalışmaya başlamış. (Film beş ana lokasyonda çekilmiş, Nolan büyük bölümünü New Mexico’da çekmiş.) İlk görevi Manhattan Projesi’nin yer aldığı Oppenheimer’ın Los Alamos versiyonunu geliştirmek olmuş. Hayslip şunları söylüyor; “Chris oraya ‘bizim küçük Western kasabamız’ derdi. Tüm göreceğiniz birkaç küçük bina ve iki silahşor olurdu. Ama Los Alamos hiç de küçük değildi. İşimizin çoğu lokasyonun yeniden yaratırken illüzyonu yaratmaktı.”

Nolan, filmi Manhattan Projesi için yapılan bazı yapıların hala korunduğu gerçek Los Alamos’ta çekmeyi düşünmüş. Ama mevcut lokasyon artık Manhattan Projesi’nin Los Alamos’uyla eşleşmiyormuş. Lokasyonda yer alan Starbucks gibi modern binaları çekimin dışında bırakmak ya da dijital teknolojiyle ekarte etmek fazla masraflı olacakmış.

De Jong, Los Alamos’un detaylı bir rekreasyonunu çizmiş. 3D beyaz model olarak prodüksiyon öncesi tesiste fiziki olarak hazırlamış. Model o kadar büyümüş ki prodüksiyon ofisinin arka bahçesinde saklanmak zorunda kalmış. Yapımcıların Los Alamos’un iç ve dış mekanlarıyla tam ölçekli bir replikasını yapmanın fazla maliyetli olacağını fark etmesiyle küçülmeye başlamış. 

Yapımcılar planlarını modifiye ederken yeni bir strateji ortaya çıkmış. Los Alamos’un dış mekanlarını Kuzey New Mexico’daki 8500 hektarlık Ghost Çiftliğinde inşa edeceklermiş ve iç mekanları da gerçek Los Alamos’ta çekeceklermiş. Bu yaklaşım oyuncular için de enerji verici olmuş. Cillian Murphy ve Emily Blunt’ın da sahneleri Oppenheimerların yaşadığı yerde çekmesine olanak sağlamış. Yapımcı Charles Roven şunları söylüyor; “Chris, gerek Manhattan Projesi’ndekileri gerçekten yaşadığı yerlerdeki çekimler olsun gerek sıfırdan inşa edilenler olsun her şeyin özgün hissedilmesini ister. Ayrıca filmlerin stüdyoda yapılmış ya da bilgisayarda üretilmiş görüntüler gibi değil de el yapımı gibi hissedilmesini ister. Film boyunca bunu hissediyorsunuz. Özellikle de yere kar yerleştirmek ya da filmde tekrarlayan bir motif olan gölette dalgacıklar yaratmak ya da ilk atom bombası patlamasına yaklaşımı gibi uygulamalı efektlerde.” 



Trinity Test Sahası


Nolan’ın ekibi, Trinity testinin gerçekleştirildiği White Sands Test Sahası’nda çekim izni almış. Ama lokasyon hala aktif bir askeri üs olduğu için ve yapımın ordu, bombardıman uçuşları ve radar testleri yaparken her gün altı ila sekiz saat arası ara vermeye maddi gücü yeterli değilmiş.

Nolan onun yerine en önemli özelliği 30 metrelik çelik bir kule ile Oppenheimer’ın patlamayı izlediği Belen, New Mexico’daki uzak sığınak olan Trinity test sahasının kendi versiyonunu inşa etmiş. 


Diğer Mekanlar


Oppenheimer filmi, Oppenheimer ile Einstein’ın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra birlikte çalıştığı, Princeton Üniversitesi İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde çekilmiş. Oppenheimer’ın direktör olarak bulunduğu IAS binası kullanılmış.

Oppenheimer’ın eski ofisi yenilenmiş ve fazla modern görünüyormuş. Ama Einstein’ın eski ofisi korunmuş ve yapım ekibine kullanma izni verilmiş ve Oppenheimer’ın ofisi olmak üzere giydirilmiş. Ayrıca Nolan, Oppenheimer ile Kitty’nin IAS’teki dönemlerinde çalıştıkları direktörün evinin civar yerlerin ve göletin iç ve dış çekimlerini de gerçekleştirmiş.


SİNEMATOGRAFİ


Oppenheimer, Chirstopher Nolan ve Yıldızlararası, Tenet ve Oscar adaylığı aldığı Dunkirk sinematografı Hoyte van Hoytema’nın birlikte dördüncü iş birliği. Van Hoytema’nın filmografisinde ayrıca Her, Spectre ve Hayır filmleri bulunuyor. Hoytema şunları söylüyor; “Oppenheimer’daki en büyük zorluk Chris’le yaptığım diğer işlerden çok farklı olması. Yıldızlararası, Dunkirk ve Tenet’ta bir eylem vurgusu var. Oppenheimer daha çok bir psikolojik gerilim gibi. Karakterlerinin yüzlerine yansıyor.”

Nolan şunları söylüyor; “Hoyte ile benim bu film için uyarladığımız görüntü tarzı çok basit ama çok güçlüydü. Filmin dünyasıyla izleyici arasında hiçbir engel, siyah beyaz sahnelerin dışında hiçbir stilizasyon yok. Ama özellikle renkli sahnelerde süssüz, sade, dünyanın birçok dokusunu sergileyen olabildiğince doğal görüntüler istedik. Gerek kostümler gerek setler ya da lokasyonlar olsun gerçek dünya karmaşıklığı ya da detayları arıyorsunuz.”

Oppenheimer, sadece geniş formatlı kameralarla, Panavision® 65mm ve IMAX® 65mm. İle çekilmiş. Nolan şunları söylüyor; “Geniş format görüntülerin size sunduğu öncelikle netliktir. İzleyicinin hikayeye tamamen girmesine ve onlarla gerçekten konuştuğunuz gerçekliğini yaşamasına olanak veren bir formattır. Oppenheimer, büyük kapsamlı, büyük ölçekli ve uzun süreli bir hikaye. Ama ben aynı zamanda izleyicinin de, olan her şeyle birlikte, sanki oradaymış gibi bulunmasını ve bu önemli anlarda bu bilim insanlarıyla sohbetler ediyormuş gibi hissetmesini de istedim.”

Siyah beyaz sahneler yeni tür bir boş film gerektirmiş. Hoytema şunları söylüyor “İlk önce Kodak’ı aradık. ’65 mm siyah beyaz filminiz var mı?’ Diye sorduk. Tabii ki yoktu çünkü daha önce hiç yapmamışlar. Biz de ‘Yapabilir misiniz?’ diye sorduk. ‘Belki.’ Dediler. Sonra onları küçük çocuklar gibi bıktırdık. Neyse ki bizim için zorluğa göğüs gerdiler. Bize yeni üretilmiş, üzerinde el yazımı etiketler olan prototip filmi sağladılar. İlk gördüğümüzde çok etkilendik. Çok özel ve çok güzeldi.”

Film yapımı, dünyanın en büyük kameralarıyla insan odaklı bir dram yapımında tutku dolu bir deneye dönüşmüş. Hoytema şunları söylüyor; “IMAX® genelde bir perspektif sunmak ve ihtişamı aktarmak için kullanılan bir gösteri formatıdır. Ama ben en başından itibaren hep yakın çekimlerde kullanıldığında da aynı güçte olup olmadığını keşfetmeyi merak ettim. Psikolojiyi çekebilir miyiz? Bunu samimi bir araç olarak kullanabilir miyiz? Oppenheimer’da bir evrim oldu. Hikaye öyle istediği için paramı kullanıp gerçekleşmesini sağlamak zorunda kaldığım ilk film oldu.”  

Filmin geniş formatlı ve hem siyah beyaz hem de renkli olması, Oppenheimer’ı iki farklı türde yapmanın zorluklarının filmin kurgu, renk düzeltmesi, IMAX® basımı, dijital ve standart sunum aşamalarıyla post prodüksiyonda devam etmesine neden olmuş.




KOSTÜM TASARIMI


Christopher Nolan’la ilk kez çalışan efsanevi kostüm tasarımcı Ellen Mirojnick,’in ödül dolu 40 yıllık kariyerinde Öldüren Cazibe, Wall Street, Temel İçgüdü ve Hız Tuzağı gibi klasik filmler yer alıyor. Mirojnick şunları söylüyor; “Anlattığı tarzdaki hikayeleri seviyorum. Onları anlatış biçimini seviyorum. Olayları ayrıştırmasını ve cerrahi bir karmaşıklıkla, sürprizle ve yükseltilmiş gösterişle yeniden bir araya getirmesini seviyorum. Bu elektrik’ Hayal gücünüzü ve merakınızı sınırsız bir heyecana boğan bir enerji yayıyor. Oppenheimer’ın hikayesinde ilginç bulduğum şey, bilinmeyen bir alanda fizyon ve füzyon deneyleri aracılığıyla ikisinin de dehalarını hem gerçek hem de mecazi anlamda ne kadar uyumlu olduğunu öğrenmekti.”

Mirojnick, Cillian Murphy’nin Robert Oppenheimer kostümlerini ince zevkleri, kıyafetleriyle tanımlanan bir adamı yansıtacak şekilde yapmış. Görünümü, gömleklerinde kullanılan delici, mavi gözlerini yansıtan mavi tonların seçimiyle vurgulanmış. Oppenheimer, hayatı boyunca aynı görünümü korumuş. Mirojnick, araştırmalarında görünümünü etkileyen tek şeyin “patlama ve bombanın etkilerinin yaşandığı dönemde artan kilosu” olduğunu öğrenmiş. “Ama tarzı baştan sona hiç değişmemiş.”

Oppenheimer’ın görünümünün en önemli özelliği şapkasıymış. Mirojnick ve ekibinin kaynağına ulaşması biraz zaman almış. Mirojnick, New York’taki ve İtalya’daki şapkacılara ulaşarak ünlü şekli yeniden yaratmalarını istemiş. Ama şapkayı kusursuz biçimde yapan efsanevi Hollywoodlu şapkacı Baron Şapka olmuş.

Oppenheimer’ın şapkası farklı çizgilere sahipmiş ve Nolan, her çizgisini biliyormuş. Kenarının nasıl kıvrıldığını, tepesinin şeklinin nasıl olduğunu. Mirojnick şöyle söylüyor; “Ancak Chris o şekli verme yeteneğine sahipti. Chris dokunduğunda sihir oluyordu. Çeviriyor, eviriyor, kenarını biraz sıkıştırıp zihninde gördüğü şekli veriyordu.”

Oppenheimer’ın sergilediği sadeliğin aksine Robert Downey Jr.’ın Lewis Strauss karakteri her zaman manikürlü, son moda giyimliymiş. Kıyafetlerinin hepsi ısmarlama yapılmış. Üzerinde isminin baş harflerinin yazılı olduğu el yapımı, özel kostümler ve kravatlar fotoğraflardan bire bir yapılmış. Hepsi zenginliğini, refahını ve başarısını vurgulamak üzere tasarlanmış.

Lewis Strauss’un senato onay oturumundan bir sahnede Strauss dar, koyu renk çizgili bir takım, beyaz gömlek, lacivert, geniş çizgili sarı bir kravat giymiş. Nolan, Downey Jr.’ın filmin oturum sahnesinde aynı kıyafeti giymesini istemiş. Mijornick ve ekibi her parçasını sahne siyah beyaz olsa da bire bir fotoğraftaki gibi yapmış. 

Florence Pugh’ın Jean Tatlock karakteri için birkaç portre dışında görsel referans yokmuş. O yüzden Mirojnick karakter için kostümleri onun kişiliğine göre ve Pugh’ın onu canlandırmak istediği tarza uygun şekilde yapmış. Mirojnick şunları söylüyor; “Jean’ın içinde yanan bir tutkusu varmış. Karakter hareketlerini ifade etmek için neye ihtiyacı olduğuna özen gösterdik.”

Emily Blunt’ın Kitty Oppenheimer karakteri, Körfez bölgesinde bir sosyetik ve entelektüel iken çölde izole edilmiş, keyifsiz bir ev kadınına dönüşüyor. Mirojnick, zayıf, durgun bir ruhu çağrıştırmak için Los Alamos’lu Kitty için derleme bir görünüm tasarlamış. Kitty’nin nasıl göründüğünü önemsediğini gösteren moda ve sıradan parçaları bir arada kullanmış.

Mirojnick, en zor yanının Los Alamos sahnelerindeki çok sayıdaki figüranı giydirmek olmuş. Çünkü izleyicinin bu gizli askeri araştırma laboratuvarının sınır kasabası doğasını kısa sürede anlamasına yardımcı olmak için birçok farklı tip kostüm gerekiyormuş. Mirojnick şunları söylüyor; “Birkaç yıllık bir dönem içinde her formda ve bedende bilim insanları, askerler, anneler, işçiler ve çocuklar vardı. Ayrıca ekibe dışarıda, soğuk New Mexico kışında çekim yapan oyunculara önem verirken her mevsimin doğru temsil edilmesi görevi verildi.”




MÜZİK


Christopher Nolan, Oppenheimer’ın müziklerinin yapımı için, Tenet’in müziklerini de yapan Oscar ödüllü besteci Ludwig Göransson’a (Kara Panter filmleri) başvurmuş. Nolan şunları söylüyor; “Ludwig’in filmdeki çalışmaları hem son derece kişisel hem da tarihi olarak kapsamlı oluşu. Ruth De Jong’un tasarladığı ve Hoyte van Hoytema’nın çektiği görsel dünyaya eşlik edecek duygusal bir dünya inşa etmenin etkisini yakalıyor ve izleyiciyi karakterlerin duygusal ikilemlerine ve yüzleştikleri geniş jeopolitik durumlarla etkileşimlerine çekiyor.”

Nolan, filmin müziği için hiçbir ön yargısının olmadığını ama Göransson’a başlangıç noktası olarak bir fikir sunduğunu söylüyor. “Müziğin temelinde keman olmasını önerdim. Kemanda Oppenheimer’a çok uygun olduğunu düşündüğüm bir şey var. Ahengi çok ince ve tamamen oyuncunun rolüne ve duygusuna bağlı. Bir an çok güzel olabilirken hemen sonra bir anda korkutucu ya da acı dolu olabiliyor. Yani bence müzikte Robert Oppenheimer’ın duygusuna ve zekasına uyan bir gerilim var.”

Nolan’ın önerisinden ilham alan ve prodüksiyon öncesinin ilk aşamalarında tanık olduğu canlı hayal gücünden ilham alan Göransson, kemanın dokunaklı potansiyelini kullanan yaratıcı bir keşfe çıkmış. Göransson’ın yaratıcı çabaları, güzellikle korku arasındaki hassas kesişimi yakalamanın sarsılmaz arzusuyla bir dizi çekici deneyle ortaya çıkmış. Ses paletini genişletmek, müziğe ruhani bir özellik katmak için mikrotonal geçişlerin dahil edilme tekniği ustalıkla kullanılmış. Hollywood Studio Orkestrası’ndan saygın müzisyenlerle iş birliği yapan Göransson, Oppenheimer’ın müzikal dünyasını özel keman performansıyla şekillendirmeye başlamış ve karakterin özünü yakalamış. Hikaye geliştikçe koro da giderek büyümüş, bir kuartet, oktet ve son olarak da yaylılardan ve bakır nefesli çalgılardan büyük bir grup eklenmiş. Bu aşamalı orkestrasyon, her yeni eklemeyle müzikal dokuyu zenginleştirerek Oppenheimer’ın yolculuğunun derin karmaşıklığını yansıtmış.

Göransson, beste sürecinin ilk aşamaları boyunca keman ve yaylıların canlılığını korumaya kararlı olmuş ve sadece modern yapım tekniklerine bel bağlamamış. Şunları söylüyor; “Müziğin nabzı, insan dokunuşuyla canlı orkestrayla atıyor.”

Oppenheimer’ın müziğine ek olarak aynı sistemi izleyen belli karakterler ve müziklerle başka müzikal motifler de kullanılmış. Örneğin Kitty Oppenheimer ve Robert Kitty aşkı, akıldan çıkmayan piyano melodisiyle vurgulanmış. Müzik ilerledikçe Göransson, başka modern prodüksiyon öğeleri eklemek için stratejik fırsatlar bulmuş. Özellikle Oppenheimer’ın yaratımının ürkütücü sonuçlarını ve yaklaşan kıyameti vurgulamak için sentezleyiciler kullanılarak Los Alamos motifi için öte dünyadan bir atmosfer yaratılmış.

Filmin post prodüksiyon aşamasında müziğin kaydı yoğun beş günlük dönemde tamamlanmış. Göransson, sanatsal vizyonundan ilham alarak hem kendinin hem de müzisyen meslektaşlarının teknik yeterliliklerinin sınırlarını zorlamış. Özellikle de montaj sahnesindeki tam, kesintisiz bir kaydın gerçekleştirilmesi son derece zorlayıcı olmuş. Mükemmellik için çok sayıda tekrar ve çaba gerektirmiş.




GÖRSEL EFEKTLER


Christopher Nolan, Internet dedikodusunun aksine, ikonik Trinity testinin nükleer ateşini ve mantar bulutunu çekebilmek için New Mexico’da gerçek bir atom bombasını patlatmamış. Onun yerine Nolan ve görüntü yönetmeni Hoyte van Hoytema, filmin atom bombası patlama versiyonunu yapmak için özel efektler süpervizörleri Scott Fisher (Yıldızlararası ve Tenet ile Oscar® ödülleri kazanmış bir Nolan emektarı) ve Andrew Jackson (Tenet ile Oscar® kazanmış) ile çalışmış. Nolan onlara bir kısıtlama getirmiş. Uygulamalı efektler için estetik tercihte tutarlı olarak Nolan onlara bilgisayar üretimi görüntü olamayacağını söylemiş.

Nolan şunları söylüyor; “Başından beri Trinity testinin bizim için çözmesi en önemli konulardan biri olacağını biliyordum. Kara Şövalye Yükseliyor’da bilgisayar grafikleriyle bir nükleer patlama yapmıştım ve o filmde çok başarılı olmuştu. Ama aynı zamanda bana, olayı kaydetmek için geliştirilen yeni kameralar ve formatlar kullanılarak bilgisayar grafiklerinin size asla çok iyi belgelenen Trinity gibi bir gerçek hayat olayındaki tehlike duygusunu hissettiremeyeceğini de gösterdi. O görüntülerde canlı bir duygu var. Somut bir hal alıyor ve böylece hem mükemmel hem de tehdit edici olabiliyor. Yani zor bir işti. Trinity testinin korkunç güzelliğini, dehşetini ve zaruri tehdidini canlandırmak için efektler üretmek amacıyla analog yöntemler bulmak zordu.”

Jackson ve Fisher, pinpon toplarını birbirine vurarak, bir duvara boya fırlatarak, ışıklı magnezyum solüsyonları düzenleyerek ve dahası bunları çeşitli hızlarda süper yakın planlarda küçük dijital kameralarla çekmiş. Fisher şöyle anlatıyor; “Sonra Chris’e gösterdik ve o da ‘Evet, bu doğru fikir. Şimdi bunu büyük IMAX® kameralarıyla nasıl çekeceğinizi çözün.’ Derdi.” (O çalışma IMAX® ve Panavision® kameralara takılabilen uzun, balık gözü, prob lens geliştirmeyi gerekmiş.) Film için asıl atom bombası patlama görüntülerinin nasıl yapıldığı hala çok gizli bir sır ama onların yapımının da başlı başına bir Manhattan Projesi olduğu da ortada. Hem de oldukça eğlenceli olan. 

Van Hoyteme şunları söylüyor; “Tüm ekipleriyle büyük bir bilim projesiydi. O tür şeylerle o kadar çok oynayabildikleri için onları çok kıskanmıştım.”

Nolan’ın efektler ekibinin nükleer fizyonun görkeminin yapımı için kullandıkları tekniklerden bazıları, Oppenheimer’ın iç dünyasını resmeden sahnelerin yapımına yardım etmek için de kullanılmış. Nolan pratik efektlere öncelik vermiş ve bilgisayar üretimi görüntülerden kaçınmış. Nolan şunları söylüyor; “Bilgisayar grafiklerinin tek yol olduğuna dair bir anlayış var ama ben bununla Oppenheimer’ın karakterine özel ve samimi herhangi bir şey ekleyebileceğimizi düşünmedim. Sıkıcı konulara bakıp her şeyin içindeki olağanüstü enerji titreşimini ve nasıl serbest bırakılabileceğini ve neler getirebileceğini gören, Newton fiziğinden kuantum fiziğine değişimin ön planında yer alan örnek birinin düşünce sürecini temsil etmek üzere müthiş bir özgün kütüphaneyle, kişisel, ürkütücü ve güzel görüntüler kullanabildik.”


Filmin mmknmrtb notu:   80   /100