4.6.21

Stray :: Yurdum köpeği


Bir Elizabeth Lo belgeseli olan Stray, biz Türklerin, günlük mutat yaşantımız içinde debelenirken hemen hemen hiç dikkatini çekmeyen sokak köpeklerimizden bir kaçının yaşantılarını çok yakından kameraya alan, sevimli olduğu kadar dokunaklı, gerçekçi olduğu kadar da anlamlı ve 'bizim' için değeri ise bir başka idrak edilen, harika bir film..

Bir diğer 'harika' olan, Ceyda Torun'un Kedi belgeselinden sonra gelen ve tüylü dostlarımızı, onların seviyesinden takip eden çekim tekniğiyle de benzerlik gösteren bu filmle, sokak hayatımızın önemli bir eksikliğinin giderildiğini düşünüyorum..

Bu arada Köpek filmi adlı, özellikle hayvanseverlerin başıboş köpeklerle ilgili mücadelelerine odaklanan bir belgeselin varlığını ve başarısını da burada zikretmeden geçmeyelim.. 

Bu kez yabancı bir yönetmen, 2017'den 2019 yılına kadar devam eden bir süreçte -çoğunlukla İstanbul sokak ve caddelerinde olmak üzere- Türkiye'nin muhtelif yerlerinde, köpeklerimizin peşine düşüyor..



Sinoplu filozof hemşehrim Diyojen'den, köpeklere ve hayata dair özlü sözleri sekansları arasında ekrana getiren Stray, sadece çevrenin ve de çevredeki insanların diyaloglarından ibaret 'anlık sesler' dışında tamamen 'konuşmasız' kotarılmış.. 

Adeta, insanların bacakları arasında dolaşan kameralı bir köpeğin marifetiyle çekilmişcesine görüntüler elde ederek, İstanbullu köpeklerin bazılarının peşine düşen Elizabeth Lo; bu köpek arkadaşları gibi 'başıboş' yaşayan, benzer kaderi, aynı sokakları, aynı mezbelelikleri, aynı battaniyenin altında -belki de aynı- rüyaları ya da kâbusları paylaşan -bir kısmı Suriyeli- 'tinerci' sokak çocuklarının da arasına 'teklifsizce' karışırken, şantiye bekçilerinin ya da bir köşede demlenen 'şarapçı'ların sohbetine  kulak misafiri olmaktan da geri durmuyor..

Ancak tüm bunlar, başroldeki köpeklerimizin o andaki tanıklıklarıyla sınırlı kalıyor..



Yurdum köpeğini uyurken, kalkarken, yürürken, düşünürken, yerken, içerken, dışkılarken, arkadaşlarıyla koklaşırken, oynarken, kedileri kovalarken, dövüşürken, sevişirken, gece-gündüz takip eden film; o an çevrede olup bitenleri, orada bulunan insanların durumlarını da mevzuya katmayı ihmal etmiyor..

'Sevişirken' derken; bizim, çevremizde görmeye alıştığımız bir sahne de kameraya aynen yansımış ki filmin en güldüğüm yeri de orasıydı sanırım: Yaşlı bir kadın, sokağın ortasında birbirlerini beceren köpeklere, elindeki şemsiyeyle adeta düşmana saldırırcasına bir hınçla, kıyasıya girişir..



Tüm bunları görüntülerken köpeklerin hemen dibinde çekim yapıldığı halde, onları rahatsız etmeden, yönlendirmeden (ya da böyle bir müdahaleyi hissettirmeden) tamamen doğal hal ve hareketleriyle görüntüleyebilmek bu filmin en büyük başarılarından biri olsa gerek..

O değil de, son jenerikle görüntüye gelen sevimli kahramanımızın, o sırada başlayan ve müezzin efendinin yanık sesiyle okuduğu ezana kendince eşlik etmesi, filmin en hoş, en çok gülümseten yeriydi..



8   /10