6.4.21

Tarkovsky: Zamanın İzleri

 

“Tarkovsky’nin ilk filmlerini keşfetmem, tam bir mucizeydi. Kendimi daha önceden hiç anahtarlarına ulaşamadığım bir kapının önünde buldum. Her zaman açıp ötesine geçmek istediğim bir kapı… Sonunda biri, nasıl söyleyeceğimi bilemediğim şeyleri ifade etmişti. Benim için Tarkovsky en büyük film yapımcısıdır.” diye anlatır Tarkovsky’nin de hayranlığını gizlemediği usta yönetmen Ingmar Bergman, Tarkovsky’ye ilişkin görüşlerini.

Bergman’ın, 4 Nisan 1932 Zavraji (SSCB-şimdi Beyaz Rusya sınırları içinde) doğumlu Andrey Arsenyeviç Tarkovsky için söylediği bu sözler, biz ölümlü sinemaseverlerin sarf edebileceği her bir kelimeyi defalarca düşüncelerinin imbiğinden geçirmesi için tek başına yeterli bir sebep. Tabii Tarkovsky’nin herhangi bir filmini izleyip çoktan düşüncelere dalmadıysak. 

Çekildiği dönemde kimi izleyici ve eleştirmenler tarafından anlaşılmaz bulunan filmleri aslında dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmayacak biçimde otobiyografik izler taşır. Nasıl taşımaz, en başından sonuna değin hayatı türlü kırgınlıklarla, ayrılıklarla doludur onun.



Daha küçük bir çocukken şair olan babası Arseni Tarkovsky’den ayrılmaya alışması gerekecektir ve özellikle çocukluğunda bu ayrılıktan sorumlu tuttuğu aktris annesi Maria Ivanova’yla birlikte yalnız yaşamaya. Babasının şiirlerini filmlerinde kullanır, bir türlü arzuladığı yakınlığı kuramadığı adama kendi sözcükleriyle yaklaşmak ister gibi. 

Ayna (1974) ise annesiyle ilişkisine göndermeler yapar.

Kadın kahramanların, Tarkovsky’nin filmlerinde silik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Belki etrafındaki kadınları öyle konumlandırdığı için. 

Tarkovski, otobiyografik öğeler kullandığı için, filmlerinde kadını başrolde hemen hiç görmeyiz. Kadın kahramanlar, onun için dünyanın bir başka algılanış biçimidir. Kadınlar genellikle anne ve eş rolündedir. Hatta İz Sürücü de kadınların esrarengiz bölgeye girmeleri kesinlikle yasaktır. Yardımsever, yalnız ama her zaman fedakâr.

Çocukluğu, ilk gençlik çağları, II. Dünya Savaşı etkisinde şekillenir. Yıllar sonra kendi çocuklarıyla kurduğu ilişki de ayrılıklar üzerine kurulur. 

Tarkovsky için aile ve çocukluk reklam filmlerinde bize sunulan mutlu, ışıltılı tablolardan çok farklıdır. Kendi çocukluğunun, çocuklarının yaşadıklarının da etkisiyle, Tarkovsky’nin filmlerinde çocuk önemli bir yer tutar, yalnız, zor koşullarda yaşayan çocuklar. 


Andrey Rublev


İlk uzun metrajlı filmi olan Ivan’ın Çocukluğu'ndaki Ivan tüm kötülüklerin, parçalanmışlıkların tanığı ve savaşçısıdır. 

Tarkovski, kendi çocuğu Andruşka’nın da böyle acılar çektiğini düşünmüş olmalı ki; son filmi Kurban’ı oğluna ithaf ederken şu ifadeyi kullanmış: Tüm masumiyetine karşın, büyük insanmış gibi acı çektirilen küçük oğlum Andruşka’ya.

1966’da ikinci uzun metrajlı filmi Andrey Rublev, Sovyet rejimini pek mutlu etmez hatta rejime eleştirel yaklaşımı bir tehdit unsuru olarak görülür. Başka bir deyişle Andrey Rublev Tarkovsky için çok sevdiği ülkesiyle arasının açılmasının, yasakların başlangıcı olur. 

1982’de bir yolculukla başlayan tekrar dönmemecesine bir gidişin, kısmen bir zorunluluk olan vatan özlemin başlangıcı. Nostalghia’nın (1983) doğduğu topraklardan uzak kalan kahramanlar etrafında şekillenmesi bir tesadüf olmamalı. 

14 Eylül 1970’te günlüğüne düştüğü satırlarda kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi yaşam telaşı ve maddi sıkıntılar peşini hiç bırakmayacaktır: "Solaris’ten sonra Aydınlık Gün’ü yapmalıyım. Acaba yeterince para kazanabilip borçlarımı ödeyebilecek miyim? Örneğin bir kanepe, mobilya, bir daktilo ve bazı kitaplar. Ayrıca yapılması gereken tamirat da var. Bu da daha çok para demek."


Solaris


Tarkovsky, Polonyalı yazar Stanislav Lem’in romanından uyarladığı Solaris’i çekerken yazarla sık sık görüş ayrılıkları yaşar. Filmin bazı sahnelerinin Japonya’da çekilmesi fikri de dahil pek çok konuda anlaşmazlığa düşerler. Tek engel bu da değildir, Sovyet yönetimi de Japonya meselesinde sorunlar çıkarır. Çekimler sırasında günlüğüne yazdığı iki cümle yaşadıklarını daha anlaşılır kılabilir: “ Yazmaya hiç zamanım olmuyor. Solaris’i çekmek bir cehennem azabı.” 

Tüm zorluklara rağmen, bilimkurgu başlığı altında incelenebileceği gibi bildik örneklerden çok farklı olan 168 dakikalık unutulmaz Solaris’i çekmeyi başarır.

Solaris çeşitli eleştirmenlerce sık sık Stanley Kubrick’ in 2001: Bir Uzay Yolu Macerası filmi ile karşılaştırılırdı. Bu ne denli gerçeği yansıtır bilemeyiz ancak Solaris’in sadece bir bilimkurgu filminden ibaret olmadığı sonucuna varan yazılar da sonraları yazıldı. Filmin başrol kahramanlarından Hari’yi ünlü Sovyet yönetmen Sergey Bondarçuk’ın kızı Natalya Bondarçuk canlandırıyor. Başrol oyuncuları arasında ünlü oyuncu Anatoli Solonitsin de yer alıyor. Keşfe çıkan Chris’i ise Donatos Bonionis oynuyor.” 

Baba Tarkovsky’ye göre Solaris bir sinema filminden ziyade bir edebiyata eş değerdir. Tarkovsky de filmin içe dönük edebi ritmi, banal sloganlardan uzak oluşu ve anlatıda her biri spesifik bir işleve sahip bir dizi detayla dolu olmasından babasının böyle düşünmüş olabileceğini söyler. (Zaman Zaman İçinde Günlükler, s.56)


İz Sürücü


İz Sürücü 1979 yılında SSCB’de çekilir. Senaryosu Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin öyküsünden (“Yol Kenarında Piknik”) uyarlanmıştır. 

Tarkovsky Sovyetler Birliği topraklarında çektiği son filmi olan İz Sürücü için daha sonra istediğim her şeyi gerçekleştirebildiğim tek filmim der. Ve Tarkovsky filmin konusunu şöyle özetler: “Film manevi değerleri için bir şövalye gibi savaşan bir insanı anlatıyor. Filmin kahramanı iz sürücü, edebiyatın ‘idealist’ tipleri olarak bildiğimiz Don Kişot ya da Prens Mişkin ile aynı yörüngeye oturur. Ve idealist oldukları için gerçek hayattaki tüm savaşları kaybederler. (…) Benim için zayıfın gücünü dile getiren karakterler. Film bu sayede insanın kendi yarattığı güce bağımlılığını da anlatıyor. Güç, sonunda insanı yok ediyor ve zayıflık tek güç olarak kalıyor. Önemli olan ve iz sürücünün bütün seyrini yöneten, onu bayağılığa düşmeden gülünç, hatta aptal kılan ama kendi öz tekilliğini, öz maneviyatını ortaya çıkaran, bu güçtür. (…)”

1986’da akciğer kanseri olduğunu öğrendiğinde Kurban’ı çekmektedir. Veda filmi olur Kurban aynı yılın sonunda (29 Aralık 1986) Paris’te hayatını kaybettiğinde, kırgınlıklarına, onu ani bir baskın gibi ölümüyle yüzleştiren hastalığı da eklenir.

Gittiğinde ardında her biri sinema tarihinin başyapıtı sayılan filmlerini bırakır. Daha sağlığında hayatı belgesele konu olur (Sinemada Bir Ozan, 1983). 

Ölümünden sonra da hakkında yapılan belgeseller, filmler, araştırmalar devam eder. Onu bu denli kıymetli kılan sadece iyi filmler yapan bir yönetmen olması değildir. “Tarkovsky, yalnızca bir yönetmen değildir, aynı zamanda sinemanın özü ve olanakları üzerine düşünen bir sinema ‘filozof’udur. Tarkovsky, bir yandan filmleriyle felsefe yaparken, yani filmlerinde felsefi sorunları ele alırken -ki bunların çoğu insanın varoluşunun anlamı ve amacı hakkındadır- diğer yandan sanat felsefesi yapar, yani sanatın neliği ve amacı üzerine düşünür.

Sibel Aksu


(İşbu yazı Pera Müzesi tarafından hazırlanmıştır.)