12.8.20

26. Uluslararası İstanbul Film Festivali ardından!


İki hafta süren İstanbul Film Festivali yarın sona eriyor..

2007 yılının bu en önemli etkinliği benim için ise, dün Rexx sinemasında izlediğim Pier Paolo Pasolini'nin Accattone / Dilenci filminin sonunda görünen 'Fine' yazısıyla bitmişti..

Tek bir François Ozon filmi (Gouttes d'eau sur pierres brûlantes / Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları) dışında, seyrettiğim altı Pasolini çalışması, bu aykırı İtalyan yönetmeni kapsamlı bir şekilde tanımamı sağladı..

Belki tuhaf gelecek ama, son seyrettiğim 'ilk filmi' Accattone, bence yönetmenin en güzel filmiydi..

Peşpeşe altı film izlediğim Rexx sinemasının balkondan bozma en büyük (!) salonu için pek de iyi şeyler söylemenin imkanı yok; koltuk sayısı az olduğundan tıklım tıklım dolan salonda havalandırmanın olmaması, ilk onuncu sıradan sonra, insana, sahneye sanki bir kuleden bakıyormuş hissi vererek 'Yükseklik Korkusu' yaşatan bakış açısı, rahatsız ediciydi..


Accattone

Eskiden, şimdiki gibi bir sürü salona bölünmemiş devasa bir tek salonlu 'Reks Sineması' zamanında ferah ferah izlediğim festivalleri düşününce, bugün, "Hey gidi hey!" deyu ünlememek ne mümkün?.

Etkinliğe kötü tarafından bakmaya devam ederek; her seansta film başlamadan önce 15-20 dakika, o sinir bozucu aynı reklamları defalarca izlemek zorunda kalmayı, salonun ses volümünü sonuna kadar açarak, şarkıların ve konuşmaların kulaklarımızdan içeri dalıp, beynimizde çın çın ötmesine neden olmayı da ekleyeyim..

Olaya iyi tarafından bakınca görünen şey ise; salonun kapıları kapandığında perdede beliren: 'Scritto e diretto da Pier Paolo Pasolini' jenerik yazısıyla başlayan, yönetmenin kılavuzluğunda binbir hayale ve gerçeğe doğru yaptığımız büyülü yolculuğumuza hiçbir zorluğun engel olamamasıydı..

Bir de 'iyi şey' olarak, sinemanın girişinden alabildiğimiz 'beleş' Radikal gazetesini sayayım da herhangi bir eksik kalmasın..


(İşbu yazı 2007 yılında yazılmıştır)