(Çıkan Kısmın Özeti:
Oğuzhan Ersümer'den Altın Portakal ve Ötesi (4) :: Le
Gamin au Vélo / Bisikletli Çocuk)
O.E.: Bisikletli Çocuk filmini
nasıl anlatmalı.
Nazlana nazlana yazıyorum ama bir
taraftan çoktan bir şeyler yazdım bile.
Çok da uzatmak istemiyorum.
İşten güçten geri kaldım..
Film başladığında kamera 13-14
yaşlarında bir çocuğun seviyesindeydi bakış açısı
yüksekliği olarak. Film boyunca da neredeyse orada kaldı.
İlk saniyelerden itibaren bu çocuk
kim, bu adam kim, neler oluyor, neyi paylaşamıyorlar?
Çocuk ısrarla bir telefon
etmeye çalışıyor, adam telefon etmenin anlamsız olduğu
söylüyor…
Çocuğun babasıyla ilgili bir
takım iddiaları var diyaloglarında, işte bisikletimi satmamıştır,
bisikleti çalmışlardır vb.
Film akarken bazı bilgiler izleyiciye
kapalı, bazı bilgiler yetişkinlere, bazı bilgiler de çocuğa
kapalı.
Ve bazıları da zaman içinde açılıyor ve
bilgiler kahramanlara dağıtılıyor.
Evet, buna senaryo diyoruz.
Her film
bir şekilde yapıyor bu dağıtımı.
Yalnız Bisikletli Çocuk çok
iyi yapıyor.
Oysa ne var ki hikayede?
Bir çocuğun babası, bir
aylığına diye çocuğunu Çocuk Esirgeme Kurumu gibi
bir yere vermiş, fakat geri almamış.
Çocuk babasının kendisini
orada bırakıp gitmeyeceğini iddia ediyor ama bırakmış.
Çocuk hafta sonlarında,
bisikletini bulup getiren bir kadının yanına veriliyor.
Bir ara serserilere takılan çocuk,
ciddi bir suça karışıyor.
Babasının kendisini artık yanına
almayacağını ve sokakların tehlikeli olduğunu kavrayan çocuk,
filmin sonunda kadınla birlikte yaşamaya başlıyor.
Psikolojik derinlik ve hikayenin
organizasyonundaki ustalık, filmin “Ustaların Gözünden”
bölümünde gösterilmesinin hakkını veriyor.
Film biterken acaba bir edebiyat
uyarlaması falan mı bu diye düşünmüştüm.
Karıştırdım interneti, hayır
değil.
Neden öyle düşündüm?
Normalde film senaryoları iyi
edebiyattan daha basit ve derinliksizdir.
Oturmuş karakterler ve etraflıca
kurulmuş bir düşünce dünyasına sahip bir filmin
ardında sık sık edebiyatı görürüm.
Bisikletli Çocuk’ta da buna
benzer bir şey vardı.
Fakat anlaşıldı ki bu
yönetmenlerinin dünyası.
Bunun üzerine Facebook’ta
Dardenne Kardeşler’i beğendim :)) Gerçekten.
Aynı duyguyu Mike Leigh’in Another
Year filminde yaşamıştım.
Another Year da ayrı konu.
Bayan’a Kadın denmesinin şart
koşulması gibi, filmdeki sevimli ve “iyi” çifti, “bu
kadar iyi olunmaz, mutlaka bunun ardında bir böbürlenme ve
başkalarını aşağılayıcı bir şeyler vardır” diye
eleştirenleri hatırladım şimdi.
Hadi canım, bence sizin inanmadığınız
o çift değil, siz iyiliğin kendisine inanmıyor gibisiniz
daha çok.
![]() |
Another Year |
Nerede kalmıştık?
N.S.: (Sallıyo) "Kendisine
inanmıyorum" gibilerden bi şey söylüyordun galiba
Hocam..
O.E.: Gerisi, ölmez de sağ kalırsak
akşama...
Nerden bulaştım bu Numan Ağbi'ye
bilmem ki?
Yemeden içmeden kesildik,
yazıyoruz.
Neyse ki araya birkaç meyve sıkıştırabilmiştim.
N.S.: Aşkolsun Oğuzhan hocam..
Öyle
deme, valla üzüyosun beni..
O değil de film analizi ve anlatımını
çok beğendiğimi söylemek isterim Hocam..
Hatta
istemekle kalmam söylerim de..
Bu konuda beni aşabilen ilk kişi
olduğunu itiraf etmeliyim..
Karşısındakini pohpohlar gibi
yaparken, kendini övenlere hep özenmişimdir, iyi geldi
bu..
O.E.: Bilgi dağıtımını çok
iyi yapıyor demiştik.
Bir polisiye gibi değilse de, bir
dramada olabilecek en hassas dengelerde ilerleyebilecek şekilde
merak içinde izleniyor film.
Çocuğun babasını bulma
ısrarları bir yere varacak mı?
Babası nasıl bir adam?
Çocukla babası karşılaştılar,
şimdi çocuğa nasıl davranacak?
Koruyucu aile olarak kullanılan kadın,
çocuğunun travmatik isyanlarına ne kadar daha sevgiyle
yaklaşabilecek?
Neredeyse her saniye sayısız soru
sorduran ve gerektiğinde bunları gayet iyi cevaplayan bir film
Bisikletli Çocuk.
N.S.: Film güzel diyorsun yâni..
O.E.: Film çok güzel, çünkü
güzel olduğunu anlıyorsunuz ama neden güzel olduğunu
anlayamıyorsunuz.
Bu açıklama, açıklama
olmayan bir açıklama biliyorum, zaten tam olarak
açıklayabilseydim Dardenne’lerin koltuğunda ben olurdum.
Teslim oluyorum.
Usta olarak kabul ettiğim bu insanları
açıklamak haddim değil.
Yine de bir takım fikirlerim var.
Herkesin yapmadığı, yapamadığı bir şeyi yapıyorlar
filmlerinde, herkesin yapamadığı bir şeyi yapmak…
Olmadı, bu da açıklayamadı.
Şöyle bir şey yapıyorlar; gayet
iyi bildiğimiz bir konuyu anlatıyorlar fakat gördüğümüz
şeyi ilk kez görüyormuşuz gibi oluyoruz.
Yeni. En azından daha önce
görmediğim bir şey…
Dolayısıyla az sonra olacakları
tahmin edemiyorum filmi izlerken.
Yenilik tanımadığım bir
coğrafyadan, bilmediğim bir karakterden, bir kültürden
gelmiyor.
Dediğim gibi, epey malumatımız olan
baba-oğul-koruyucu anne üçgeni arasında geçen
bir konuyla yaratılmış bir yenilik duygusu bu.
N.S.: Bi ara sanki anlar gibi olmuştum ama..
O.E.: Nasıl yapılabilir böyle
bir şey?
Sanıyorum birçok ayıklama
işlemine ihtiyaç var.
Bu güne dek kullanılan
diyalogları kullanmamak, imgeleri kullanmamak, karakter tiplerini
kullanmamak….
Gel de açıkla bu durumu. Nasıl
yapılabilir böyle bir şey?
Belli bir niceliksel birikimin, buna
zanaat diyelim, kendini aşıp görünmez bir sanata
dönüştüğü niteliksel sıçramayla olur
belki bu.
Ustalık, bilgelik seviyesi böyle
bir şey.
N.S.: Niteliksel sıçrama..
Hımm.. evet..
O.E.: Bu ustalığın Bisikletli Çocuk
filminde kanımca kırıldığı kısım, Cyril’in yani çocuğun,
babası tarafından reddedildikten sonra tepkisel davranıp
serserilerin arasına karıştığı sekanstır.
Bu sekans, en baştan Cyril’in başına
adım adım neler geleceğini hissettiğimiz, tıpkı Lorna’nın
Sessizliği’nde “ha anlaşıldı, burası böyle geçicek
deyip geçmesini beklediğimiz, seyircinin filmden önce
hareket ettiği kısım…
Yani otuz yıldır bildiğim, “kötü
arkadaşlar edinirsen başın belaya girer” mitini yaşıyor Cyril.
Bu sekansı izlerken içimden
şöyle geçiriyordum: Yönetmenler bu kısmı oturup
yazmışlar, şöyle olsun böyle olsun…
Öteki kısımları yazmamışlar
mı, onları da yazmışlar ama izlerken düşünmüyorum,
çünkü dramatik akışın heyecanı içindeyim,
her an yeni, kaçırmak istemiyorum, filmi film olarak
düşünmeye de zaman yok zaten o sırada.
N.S.: Alla alla!
O.E.: Bazen hümanizmden
tiksiniyorum demiştim.
Buyrun, bazısını da çok
seviyorum.
Gerçi Bisikletli Çocuk da
–yanlış saymadıysam üç kez- dramatik noktalarda
müziğe başvuruyor.
Belki yerleri doğru, yine de farklı
karakterde sesler olsa daha iyi olacakmış.
Tarif edemeyeceğim, nasıl olsa iyi
olurdu…
Yalnız, duyduğum sesler biraz da olsa
Cyril’in suça karışma sekansının tanıdıklığına
benziyordu diyebilirim.
Neyse şimdi bunu nasıl tarif ederim,
uğraşamayacağım, merak eden e-postayla ulaşsın bana.
Merak
edilmeyecekse niye uğraşayım?
N.S.: Valla haklısın..
O.E.: Dardenne’ler beni bile insan
gibi hissettirdi.
N.S.: Estağ....
O.E.: Bunu herkes anlamasın diye,
sinema salonunda ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Film bilgece öğütler veriyor
ama hiç de didaktik durmuyor yaptığı.
Sevgisiz, babasız kalmış bir çocuğun
ne korkunç bir ruh halini yüklenmek zorunda kalacağı
hakkında bir sürü şey öğrendim.
Bir filmi izledikten sonra başka bir
insan olarak çıkmayacaksak sinema salonundan, ne anlamı var
yapılan işin?
En azından benim şimdilerde sinemayla
ilişkim böyle.
Film beni geliştiriyor ve
değiştiriyorsa, çekene duacı oluyorum.
Dardenne’lere
duacıyım.
Oğuzhan, Altın Portakal’dan bu
kadar bildiriyor.
Sevgiler…
Ek.1: Cyril, Ken Loach'un Kes'indeki
veya Truffaut'nun 400 Darbe'sindeki çocukları hatırlatıyor
belki, evet, yine de bunlar çok kısa zamanda kendi filmlerine
geri dönüyorlar. Biz, Bisikletli Çocuk'la baş başa
kalıyoruz.
Bu açıdan özgün bir
karakter olarak varlığını sürdürüyor Cyril.
Ek.2: Sadece, Thomas Doret (Cyril)'nin
oyunculuğu için bile izlenebilir film.
Filmi, İngilizce alt yazılı olarak
buradan izleyebilirsiniz:
N.S.: Hocam -ekiyle, mekiyle- dört dörtlük bir yazı serisi oldu bu.. Kendim ve okuyucularım adına sana çok teşekkür ediyorum..
Antalya'dan bildirmeye devam etmen dileğiyle..