19.11.23

tırı vırı :: Kağıttan Gemiler Yapmak yahut Evli Evine Köylü Köyüne

 


Şimdiye kadar tuhafıma giden ya da gitmeyen ama illaki aklıma gelen şeyler ve durumlar hakkında yazdıklarımı uzunca bir süredir 'Saçmalama' başlığı altında topluyordum; ancak, ben yine bundan da sıkıldım ve değiştirmeye karar verdim..

Ve bundan böyle, Türk Dil Kurumu'na göre "Değersiz, boş" anlamına gelen 'Tırı vırı' lafını yazılarımın -değişmez, değişmesi teklif bile edilemez ama sıkıldığımda neden değişmesin- sabit başlığı olarak kullanmayı düşünüyorum..

Tabii ki tırı vırı yerine antin kuntin, fasa fiso, ıvır zıvır ya da tırt da olabilirdi ama -şimdilik- kararım böyle oldu..

Doğru, sıkıldım belki ama aslında bu değişikliğin asıl nedeni ne biliyor musunuz; mümtaz sitemizin kenar sütununda görebileceğiniz 'ulamsal ve sayımlamalı' bölümünün üçüncü ve son kategorisi, yâni ulamı olan 'defter'in ana kaynağını oluşturan bu türden yazılarda 'Saçmalama' başlığını gören bazı okurlar burada gerçekten de saçmaladığımı düşünüyorlar ve yazdıklarımı pek de kâle almıyorlardı..  

Oysa bence ben hiç de saçmalamıyor, bazı gerçekleri ya da gerçek olarak değerlendirdiğim şeyler hakkında fikirlerimi belirtiyordum..

'Saçmalama'yı kullanma nedenim ise; mazisi oldukça eskide kalan bir eski dosta ve onun gereksiz alınganlığına yönelik esprili bir sitemimden ibaretti, ve galiba bunu sadece ben biliyordum!.

Neyse işte; demek istediğim, bu başlık altında yazdıklarıma -yine de keyfiniz bilir ama- saçma diyemezsiniz, ama rahatlıkla "tırı vırı" diyebilirsiniz..

Maruzatım budur efenim..  

İnternet alemi için etkisi belki tırı vırı olan, ancak mazisi 17 yıl önceye dayanan mümkünmertebe için tarihi ve devrim niteliğindeki bu gelişme hakkında gereken/gerekmeyen bilgilendirmeyi yaptıktan sonra yine eskilere, yâni -bu yaştan sonra çoğunlukla mutlu dönemlerini hatırladığımız- o çocukluk günlerimize dönelim.. 

Ve haydi havuz yapalım!.



Daha çok yağmurlu günlerde, bazen de yukarılardan bir yerlerden sokağa dökülen suların sokağın kenarından bir nevi akarsuya dönüşerek aktığı zamanlarda, mahallenin faal çocukları olarak giriştiğimiz pek eğlenceli bir oyun ve oyun faaliyet alanı inşasıdır havuz yapmak..

Biz o zamanlar bu yapıya havuz derdik ama bugünden baktığımızda buna baraj gölü demek galiba daha doğru..

Bugünlerde -en azından kentlerde- sokakta yaşanan çocuk oyunlarından eser  kalmadığını biliyoruz; aslında bu 'sulu' oyunun aklıma gelmesi, eski bir Fransız filmini izlerken karşıma çıkan ve beni hemen anında çocukluğuma ışınlayan bir sahneyi görmemle vuku buldu..

Tarif etmeye çalıştığım olayı çok iyi bi şekilde gösteren bu sahneden alınan üstteki 'Temsili' fotoğrafta da gördüğünüz üzere, yukarıdan ve sokağın kenarından gelen bir su akıntısını fark ettiğimizde ya da daha yeni başlayan yağmurla birlikte, biz çocuklar hemen vaziyet alır ve kendisini daha yeni yeni küçük bir akarsu olarak göstermeye başlayan suyun önünü, kum, taş, toprak gibi malzemelerle keserek havuzumuzu yapmaya girişirdik..

Gelen su arttıkça baraj gölümüz daha da büyür, suyun zorladığı setin duvarında açılan delikler, el birliğiyle girişilen güçlendirme çalışmalarıyla kapatılır, gittikçe yükselen setimizle barajımız muhkem hâle gelirdi..

Bu arada, havuzumuzda yüzdürülen kağıttan gemiler ve tahtadan sallarla, hatta o anda ilan edilen deniz savaşlarıyla, oyunumuzun en güzel ve en heyecanlı dakikalarını yaşardık.. 

Her güzel şeyin başına geldiği gibi bunun da sonuna gelinir; ya yağmurun şiddetlenmesiyle barajımız daha fazla dayanamayarak yıkılır, ya da bir süre sonra bu oyundan da sıkılan çocuklar tarafından yerle bir edilirdi..



Ve akşama doğru, muhtelif oyunlar oynayarak epeyi terlemiş ya da yağan yağmurdan sırılsıklam ıslanmış çocuklar, dillerinde her zaman bu saatlerde söyledikleri, "Evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine"  şarkısıyla evlerine koştururlar..

Evlerde onları bekleyen şey, ya sımsıcak bir anne şefkati ya da buz gibi bir baba dayağı olur..

O günkü şans durumuma göre her iki muameleye de maruz kalabilecek bir aile ortamı içinde yaşayan ve 'köylü' olmayan ben, bir evim olduğuna şükreder,  malum şarkıda evsizlere yönelik o 'acımasız' sözlerin pek de ayırdına varmadan, koca koca insanların sıçan deliğine sığmaya çalışmalarını hayal ederek gülümserdim..




Bu tırı vırı'nın 'hakaretamiz' tesbiti: 

Kimse kusura bakmasın ama isterse de baksın; "Ben Fransız filmlerini sevmem" demek, gerzekliğin en üst noktasıdır..

Eğer -çok afedersiniz- bu gerzek 'sinemasever' sizseniz, bundan vazgeçiniz; zira bunu demenin, "Ben film sevmem" demekten hiçbir farkı yoktur ki.. 

Fransız filmleri dediğin o devasa nicelik o kadar çok içerik, tür ve biçim içerir ki bu lafı söyleyenlerin -büyük ihtimal- yere göğe sığdıramadığı Hollywood Sineması bile bu çeşitliliğe zor erişir..

Ben Fransızlardan ya da Fransızcadan hoşlanmıyorum veya şu Fransız yönetmenin filmlerini sevmiyorum derseniz bak o zaman olur; ama diğer 'toptancı' söylemi makul bulmam önce kendime sonra da size hakaret olur..

ve asıl hakaret de budur!.