23.7.23

Saçmalama :: İnsana en yakışmayan şeydir silah!



 Her şeyden önce hayat bir savaş ise, maddi, manevi her türlü savaşın aleti olan 'silah' kadar kapsamlı başka bir sözcük bulabilmek mümkün mü?.

Her şeyin, hatta bir silahın bile silahı olabilir.. 

Örnek vereyim: Kelimeler, bir yazarın silahıdır; yazar bir gazetenin, bir gazete demokrasinin silahıdır.. 

Ya da bir futbol takımının 'patron' başkanının silahı, milyonların sevgilisi takımıdır; bir takımın as futbolcusu o takımın silahıdır; o futbolcunun silahı, sahada füze gibi şut çeken sol ayağı ya da her erkekte mevcut olan o 'şey'idir.. 

Böyle gider bu..

Ancak yine de silah deyince ilk akla gelen şeyler, tabanca, top, tüfek gibi öldürücü aletlerdir..

Ateşli silah karşıtlarının çabalarına rağmen, keşfedildiği günden bu yana sayısı, etkinliği sürekli artan ve 'ateşli' insanların elinde çok tehlikeli olmaya devam eden, 'havalı' şeylerdir bunlar..

Oysa bilinmeli ki, silahlı bir insanın durumu, kendisine hiç yakışmayan dandik bir elbiseyi giyip, sonra o haline bakıp da gülüşen insanların alay ettiğini anlayamayan, üstelik üzerinde taşıdığıyla hayranlık uyandırdığını da sanan bir rüküşten farksızdır..


Yoksa bazı insanlara yakışıyor mu ne!


Bu yazının ilavesi:


Yıllar yıllar önce -artık var olmayan- başka bir mecrada yayınlanan üstteki yazıyı yeniden 'ekran ışığı'na çıkarırken güncel bir ekleme yapmak istedim.

Zira, bugünlerde dünyayı sallayan Christopher Nolan filmi Oppenheimer'ı izlemiş biri olarak, o yazıda silah olarak bombalardan hiç bahsetmediğim dikkatimi çekti..

Kesinlikle insana ve insanlığa hiç yakışmayan şeyin bombalar, özellikle de nükleer bombalar olduğunu görmemek ne mümkün!.


Şimdi ben ölüm oldum..

'İkinci Paylaşım Savaşı' adı kendisine çok daha yakışan İkinci Dünya Savaşı'nı, olabilecek en trajik bir eylemle sona erdiren atom bombalarının babası J. Robert Oppenheimer, New Mexico'da yapılan, Trinity Test de denilen atom bombasının ilk patlatılması sonrasında aklına gelen Sanskritçe bir dizeyi -belki de gururla- mırıldanır; "Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi."

Bunu takiben, önce Hiroşima'nın sonra da Nagasaki'nin tepesinde patlatılan ve yüzbinlerce Japon'un ölümüne neden olan atom bombalarından derin üzüntü duyan Oppenheimer, nihai emri veren başkan Truman'a ziyaretinde, "Ellerimde kan olduğunu hissediyorum" der..

Başkan ise bu hususta gayet rahattır; bunu dert etmemesini, dünyanın bu konuda onu değil, kendisini suçlayacağını söyleyerek, bilim adamının içini rahatlatmaya çalışır ve o gittikten sonra da yanındakilere, "Bu sulugözü bir daha karşıma çıkarmayın" der..



Oppenheimer, Almanlardan önce bunu gerçekleştirmenin çalışması içindeyken bile, işin sonunda insanların korkunç bi sayıda ve biçimde öleceklerini elbette biliyordu..

Lâkin kafası bu konuda çok karışıktı; dünyada -teorisi yapılmış olsa da- o zamana kadar hiç gerçekleştirilmemiş bir buluşun nihai mimarıydı o ve bu hiç de küçümsenecek bir şey değildi..

O bir bilim adamı olarak üstüne düşeni yapmış, ülkesine hizmet etmişti; gerisini siyasilerin işi olarak görüyordu, ve kendisini biraz da olsa rahatlatacak başka bir argümana da sahipti: "Ya bu bombayı bizden önce Naziler yapsaydı, Hitler'in yokedici bu silahla neler yapabileceğini,  Dünya'nın halinin nice olacağını hayal edebilir misiniz?. Hem bu konuda ABD, belli bir yerde durmasını bildi; peki Hitler'i kim, nasıl durdurabilecekti?"

Son tahlilde, yanlış bir şey yapmış olduğunun bilincinde olan her insan, vicdanını rahatlatmak ister; o kişi, dünyaca ünlü J. Robert Oppenheimer bile olsa!.