26.6.22

The Black Phone / Siyah Telefon



Telefon çalışmıyor ama çalıyor.

Yönetmen Scott Derrickson, korku köklerine geri dönüyor ve türün önde gelen markası Blumhouse ile yepyeni bir korku gerilim filminde yeniden ortak oluyor.

13 yaşında utangaç ama zeki bir çocuk olan Finney Shaw, sadist bir katil tarafından kaçırılıp, çığlık atmanın pek işe yaramadığı ses geçirmez bir bodruma kapatılır. 



Duvarda, bağlantısı olmayan bir telefon çalmaya başladığında Finney, katilinin önceki kurbanlarının seslerini duyabildiğini fark eder. 

Onlar, kendi başlarına gelenlerin, Finney’nin başına gelmemesi konusunda kesin kararlıdırlar.

Kariyerinin en dehşet verici rolünde dört Akademi® adaylığı bulunan Ethan Hawk ile, ilk rolünü canlandıran Mason Thames’in oynadığı The Black PhoneSiyah Telefon’un yapımcısı, yönetmeni ve ortak yazarı Lanet, Şeytan Çarpması ve Marvel’ın Dr. Strange filmlerinin de yazarı ve yönetmeni olan Scott Derrickson.



Filmin senaryosu Derrickson ve C. Robert Cargill (Doctor Strange, Lanet serisi)’e ait olup, Joe Hill’in New York Times’ın çok satan 20th Century Ghosts kitabındaki ödüllü kısa hikayesine dayanmaktadır.

Filmin yapımcılığını Derrickson ve Cargill’e ait Crooked Highway şirketi üstleniyor. 

Film, Universal ve Blumhouse tarafından sunuluyor. 

Jason Blum, Scott Derrickson ve C. Robert Cargill, filmin yapımcıları. 

İdari yapımcılar Ryan Turek ve Christopher H. Warner.

The Black Phone / Siyah Telefon, 24 Haziran'da gösterime giriyor..




Yönetmen: Scott Derrickson

Senaryo: Scott Derrickson & C. Robert Cargill

Uyarlanan Kısa Hikayenin Yazarı: Joe Hill

Oyuncular: Mason Thames, Madeleine McGraw, Jeremy Davies, James Ransone ve Ethan Hawke

Yapımcılar: Jason Blum, Scott Derrickson, C. Robert Cargill

İdari Yapımcılar:Ryan Turek, Christopher H. Warner

Tür: Korku




Korkudan Daha Fazlası : Nostalji, Korku ve Amerikan Çocukluğu


2012’de yapımcılar Scott Derrickson ve C. Robert Cargill, yapımcı Jason Blum ve aktör Ethan Hawke ile şu ana kadar 21. Yüzyılın en dehşet verici filmi olduğu düşünülen Lanet filmi için iş birliği yapmışlar. Ekip tekrar birlikte çalışacakları için heyecanlıymış ve Derrickson seçenekleri araştırmaya başladığında efsanevi korku yazarı Stephen King’in de oğlu olan Joe Hill’in “The Black Phone”una tekrar başvurmuş. The Black Phone, 2005 yılı çok satan kısa hikaye koleksiyonu 20the Century Ghosts’un bir parçası olarak çıkmış. Derrickson şunları söyledi; “Çıktığı dönemde bir kitapçıda rastladım. O dönemde bırakın Stephen King’in oğlu olduğunu Joe’yu bile hiç tanımıyorum. Kitapçıda durdum, kısa hikayeyi okudum ve şöyle düşündüm “Bu adam harika.” Sadece 20 sayfaydı ama konseptin muhteşem olduğunu ve film için çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüştüm. Hiç unutmadım. Yeri gelince konuyu tekrar açtım ve film yapmayı düşünmeye devam ettim ama zamanlama hiç doğru değildi. Sonra bir buçuk yıl kadar önce doğru zaman geldi. Yazar ortağım C. Robert Cargill ve ben, hikayeyi Joe’dan opsiyonladık ve senaryoyu yazdık.”

Cargill de Hill’in kısa hikayesinden aynı oranda etkilendi. “Scott bana The Black Phone’dan bahsetti ve o kadar sevdim ki hemen kitabı alıp geri kalanını okudum ve hayran kaldım. İçinde her şeyden biraz vardı ve oturup bir korku filmi izlerken istediğiniz tam da budur.”

Hem kısa hikaye hem de film, Denver’ın kuzeyinde küçük bir kasabada, ünlü çocuk hırsızı, seri katil Gaspçı tarafından kaçırılan 13 yaşındaki Finney’yi konu alıyor. Katilin bodrumunda kilit altına alınan Finney, katilin önceki kurbanlarını, duvardaki bağlı olmayan siyah, çevirmeli bir telefon aracılığıyla duyduğunu keşfeder. Hikayenin ilham kaynağı, Hill’in çocukluğundaki özel bir anıdan gelmiş. “Bangor, Maine’de çok eski bir evde büyüdüm. Bodrumda hiçbir yere bağlı olmayan bir telefon vardı. Telefonu ürkütücü ve rahatsız edici bulurdum. Toprak zeminli ve duvarları dökülen bir bodrumda telefon olması mantıklı gelmiyordu. Çocuk olarak düşünebildiğim en kötü şey telefonun çalmasıydı.”


Derrickson, her zaman çocukluğun duygusal karmaşıklığını ve acısını ve çocukların trajedinin üstesinden gelebilme yeteneğini ele alan bir film yapmakla ilgilenmiş. “François Truffaut’ın The 400 Blows filminde bir filmde gördüğüm en iyi çocuk performansları yer alıyor. Sadece bir insanın çocukluğundaki travmaları değil aynı zamanda çocukların çabuk iyileşme gücünü gösteriyordu. O havada bir şey yapmak istediğimi biliyordum ama o duyguyu yakalayacağını düşündüğüm bir hikaye bulamamıştım. Ta ki The Black Phone’u okuyana kadar. Ona rastladıktan sonra Cargill’e aynı konsepti bu kısa hikayeyle nasıl birleştirebileceğimizi konuşmaya başladık.”

Sonuç, bu türü dönüştüren bir film olmuş. Cargill şunları söylüyor; “Scott ve ben büyük janr filmlerinin zaten sevdiğiniz bir janrı alıp o hikayeyi anlattığına ve farklı bir janrla da kesiştirdiğine inanırız. Burada korku filmiyle rahatsız edilen bir ergenlik filmi yazmaya çalıştık.”

Çocuk kaçırma veya seri katil filmlerinin çoğunda kurbanın cesur bir dedektif veya başka bir yetişkin tarafından kurtarılması gerekir. Siyah Telefon’da iyi niyetli yetişkinler işe yaramıyor ve çocuklar, Finney’nin kendisi, ölmüş çocukların telefondaki sesleri ve özellikle Finney’nin küçük kız kardeşi Gwen, Finney’nin belli bir işkenceden ve ölümden kurtarabilecek kişiler. Kan donduran dehşetin ötesinde film, en karanlık ve en düşünülmez olaylarda bile çocukların gücü, görünmeyen güçlerin yeteneği ve ailenin gücü, dayanma aşkı hakkında. 


Hill, bu uyarlamalarından heyecanlanmış. “Kısa hikaye, hep bir roman olmak istemiş ama hikayeyi gitmesini istemediğim başka yerlere götürmeden nasıl genişleteceğimi bilemiyordum. Scott ve Cargill’in daha büyük, daha zengin, her birinin kendi hikayelerini ve bilgeliğini katacak karakterlerle dolu bulmacayı çözmesini izlemek muhteşemdi.”

Senaryo tamamlandığında Jason Blum’un Blumhouse’ı ikilinin ilk ve tek durağı olmuş. Derrickson şunları söylüyor; “Senaryoyu başka bir yere götürmedik. Jason’a bunu yapmalarını istediğimizi söyledik. Cevap vermek yerine bana bir kutuda çevirmeli, siyah bir telefon gönderdi ve sanırım onun evet deme yoluydu.”

Lanet filminde olduğu gibi Blumhouse’la çalışmak sorunsuz olmuş. Derrickson şunları söylüyor; “Blum, çok destekleyici bir ortaktı ve yapmak istediğim filmi tam olarak yapmam konusunda bana güvendi. Bana yaratıcı değişiklikler yapmam konusunda hiç baskı yapmadı. İyi bir hikayeyi, yeteneği tanıma ve sonra ipleri elimize almamıza izin vermek konusunda çok iyidir. Hikaye anlatıcılarının işlerini yapmak için en iyi platformu yaratıyorlar.”


Blum ve ekibi, Derrickson ve Cargill’le yeniden ortak oldukları için çok mutlu olmuş. Jason Blum şunları söylüyor; “Scott’ı bizim için bir başka filmde yönetmen koltuğunda tekrar görmek için sabırsızlanıyorduk. Cargill ve o, türü çok iyi ele alıyor ve ben hala Lanet’in Blumhouse’da yapılan en korkunç filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. O yüzden Siyah Telefon’u bize getirdiklerinde heyecanlandık. Blumhouse modeli için çok uygundu ve yeni proje için tam umduğumuz şeydi. Muhteşem de oldu. Yaptığımız en ürkütücü filmlerden biri.”

Derrickson ve Cargill, sektörün en saygın korku sanatçılarından oldular. Çünkü filmleri korkunun çok daha ötesinde. “Bir janr filminden janrın tüm unsurlarını çıkarmayı ama hala çok iyi dram olduğunu düşünebilirseniz izlemeye değer olur. Aksiyonu, set tasarımlarını, korku sahnelerini, heyecanları çıkarırsanız geride hala çok iyi bir film kalır mı? Ondan sonra izleyiciyle hatırlanan, bir şekilde bağ kurma potansiyeli olan bir iş yapacaksınız demektir.” 


Filmleri, hatırlanmaktan daha çok unutulmaz. İdari yapımcı Ryan Turek şunları söylüyor; “Lanet’i ilk izlediğimde kameranın arkasında çılgın bir hayal gücüne sahip, rahatsız edici ama tabii ki bir korku film yapımcısı için çok yüksek kalitede biri olduğunu biliyordum. O film gerçekten Scott ve Cargill’in izleyicilerin tüm dikkatini toplamak konusunda hassasiyeti yüksek, film yapımcıları olarak türdeki yerlerini sağlamlaştırdı. Siyah Telefon’da yine yaptılar. Sadece bu kez 70’lerde ve 80’lerde büyüyen çocuk olmanın travmalarına ve tehlikelerine baktılar. Çocuklar o zaman daha çok özgürlüğe sahipti ve bundan dolayı tehlikeye daha açıklardı. Ama aynı zamanda daha dikkatliydiler. Film, izleyiciyi o deneyime götürmek ve onların da dikkatli olmasını sağlamak konusunda çok başarılı.”

Hill için, filmde o dönemin yeniden yapılması özellikle canlı ve özel olmuş. “1978’de öyle göründüğümü, çocukların ve ailelerin öyle davrandığını hatırlıyorum. Bunun sinemada çok fazla temsil edildiğini hatırlamıyorum. Genelce yoğun sarı ışıkta, her şeyi olduğundan çok daha iyi gösteren, keskin kenarları ve çirkinlikleri yumuşatan bir nostalji görürüz.”


Derrickson, her karede duygusal gerçeklik istemiş. “Amaç, sadece o dönemin görünümünü ya da sesini yakalamak değil, nasıl hissettirdiğini yakalamaktı. Siyah Telefon’un ben 12-13 yaşındayken, 70’lerin sonu gibi hissettirmesini istedim.”

X jenerasyonu için 70’ler zorbalık karşıtı girişimlerin olduğu bir dönem. Özellikle erkek çocukları için kötü çocuklara karşı kendini savunmayı öğrenmek normal bir yetişkinliğe geçiş olarak görülürmüş. Derrickson şunları söylüyor, “Liseye kadar en eski anım, yaşadığım semtteki şiddetti. Çocukken başlıca duygumun korku olduğunu hatırlıyorum. Zorbalarla dolu sokaktaki en küçük çocuk bendim.”

O dönemde Manson Ailesi, Yamaç Canavarı, Zodyak Katili, Sam’in Oğlu, John Wayne Gacy ve Ted Bundy gibi seri katillerin ulusal haberlere hakim olması ve Amerikan kabuslarını yeniden şekillendirmesi nedeniyle tüm ülkede dehşet hakimmiş. Derrickson şunları söylüyor; “İlkokula giderken en azından benim büyüdüğüm Kuzey Denver’da yeni bir seri katil vardı. 70’lerin ortasıydı ve herkes, en kötü seri katil türleri hakkında şehir efsaneleri anlatıyordu. Tüm bu korkular herkesin psikolojisinde gerçek bir yer edindi.”


1980’lere gelindiğinde çocuk katilleri düzenli olarak manşetlerde yer almış. Bu durum 1981’den itibaren Florida’da 6 yaşındaki Adam Walsh’ın kaçırılması ve başının kesilmesiyle başlamış. Amerikan çocukluğu neredeyse bir gece içinde sonsuza dek değişmiş. Cargill şunları söylüyor; “Adam Walsh öldürüldüğünde ülkedeki tüm çocuklar adını, nasıl öldüğünü ve cesedi nasıl bulduklarının hikayesini biliyordu. Hepimize kabuslar yaşattı ve senaryoda da yerini aldı. ‘Uzun zaman boyunca bilinmeyen bir çocukken bir anda herkes adınızı biliyor.’ Bu yaşadığımız dönemi çok iyi yansıtıyor.”

Belki de Derrickson’ın sanatsal geleceğinin tohumlarının da orada atılmış olması hiç şaşırtıcı değil. “Büyürken, bir çocuk olarak çok fazla korku duyarken ve o duyguyu anlarken korku sevgim de orada ortaya çıktı. Benim için korku türünü izlemek ve yapmak her zaman korktuğum bir şeyle yüzleşmek hakkında oldu. Türdeki yadsınamazlığı seviyorum. Dünyadaki veya doğadaki, dile getirilmeyen ya da dile getirilemeyecek kadar korkunç olan bir şeyin gözünün içine bakmayı hem izleyici hem de sanatçı olarak her zaman son derece arındırıcı bir deneyim olarak görürüm.” 





KARAKTERLER


Gaspçı : Ethan Hawke 


Çok az film, hikayenin merkezine kötü karakteri koyar. O yüzden yapımcılar çocuk seri katili ve saf kötülüğün sembolü olan ve Kuzey Denver’da bir şehre dehşet saçan Gaspçı’nın Siyah Telefon’un kilit noktası olması için derinliği olan, farklı ve kültürel saygınlığa sahip bir oyuncunun canlandırması gerektiğini biliyorlarmış. Lanet filmini birlikte yaptıkları, Dört Akademi® adaylığı olan Ethan Hawke, listelerinin en başındaymış. Yönetmen Scott Derrrickson şunları söylüyor; “Böyle bir figürün çocuklar için neredeyse mitolojik olabilmesini yakalamak istedim. Korkunç ama aynı zamanda heyecanlı bir şey. Büyüleyici ama aynı zamanda dehşet saçan bir şey. Ethan genelde janr ya da korku yapmayı istemez çünkü çok korkar.”

Aslında Hawke başta tereddüt etmiş ama o nedenle değil. “Kusurlu veya sevilmeyen karakterleri oynamakta sakınca görmem ama izleyici bir kez aleni bir kötü karakter gördüklerinde görmezden gelemezler.” Diyor Hawke. Senaryo ve özelikle de Finney ve kardeşi Gwen arasındaki ilişki, fikrini değiştirmiş. “Özel olduğunu düşündüm çünkü evet korkunç bir film ama altın gibi bir kalbi var. Bununla birlikte Scott’la tekrar çalışmayı çok istemem de kararı kolaylaştırdı.” 

Ayrıca 1970’lerde büyürken yaşadığı kendi korkularıyla da bağ kurmuş. “Çok fazla çocuk kaçırma olayı vardı ve seri katillerin korkusu da patlamıştı. Dışarıda ahlaksız, deli bir adam olduğu fikri aklımıza işlemişti.” 

Joe Hill’in kısa hikayesinde Gaspçı, Katil Palyaço olarak bilinen, 1972 ile 1978 yılları arasında en az 33 genç erkeği ve çocuğu öldüren John Wayne Gacy’den ilham almış. Hill şunları söylüyor; “O tür bir sapığı düşündüğümde Gacy’nin yansımasını olan birini hayal ediyordum. 90’ların sonunda Boston’ın dışında, gazetede okuduğum bir başka çocuk katili daha vardı. Hayatım boyunca unutmadım. Neden bu kadar büyük bir etki bıraktı bilmiyorum ama bıraktı. Kurguya dönme nedenlerimizden biri de gerçek hayatta elde edemediğimiz adaleti sağlamaktır. Gerçek hayatta bu kötü şeyler olur ve düzeltmek imkansızdır. Bu yüzden elimizden geldiğince hikayelerle düzeltiriz.”

Gaspçı, karanlıkta saklanmış, başarısız bir sihirbaz. Hawke şunları söylüyor; “Gaspçı’nın ruhunun bir bölümü, bir çoğumuzun aklına bile gelmeyen şeyleri haklı çıkarabilmesi için yalama olmuş. O düzeyde kötülüğü oynamak zor çünkü haklı göstermek imkansız.”

Sihirbazlık günleri bitmiş olsa da Gaspçı hala her birinin ifadesi farklı olan, dehşet verici maskeler takıyor. Hawke şunları söylüyor; “Görünmemek için her yolu denemesi hakkında söylenecek bir şeyler var. Kendinden gerçekten nefret ediyor. O düzeyde nefret etmesi ise muhtemelen ona başkalarına acı verme yeteneği veriyor. Maskeli bir karakteri canlandırma fikriyle heyecanlanmıştım. Scott da onlarla oynayacak birini arıyordu. Senaryoyu okuduğumda tek bir maske olduğunu hayal etmiştim. Ama Scott, maskenin kendisinin tuhaf, sembolik bir evren yarattığı ve Gaspçı’nın gerçek yüzünün hangi kısmının göründüğünün sürekli ayarlandığı bir plan geliştirdi.” 

Hawke için maske giymenin en büyük zorluğu maske takarken diğer oyuncularla nasıl iletişim ve bağ kuracağını çözmek olmuş. “Pandemide yaşarken bile maskelerin insanlarla kurduğumuz bağı nasıl değiştirdiğini gördük. Biri yüzünü kapatınca otomatik olarak el hareketlerine bakarsınız. İnsanların ruh hallerini yüzlerinden okumaya alışırız ve o gittiğinde beden dili ve enerjisi gibi şeyleri okumaya başlıyorsunuz. Yani benim için karakter adına çözmem gereken eğlenceli bir meydan okumaydı. Ayakta nasıl durur? Nasıl hareket eder? Sesi nasıldır?”

Sonuçta performans unutulmaz olmuş ama Hawke’in aklından çıkaramadığı Finney ile Gwen arasındaki ilişki olmuş. Derrickson şunları söylüyor; “Ethan’ı filmin bitmiş halini gösterdiğimde çok güçlü, kişisel bir tepki gösterdi. Çok şüphe dolu ve korkunç olduğunu ama tamamen sevginin bakış açısıyla anlatıldığını söyledi. Muhtemelen bu film aldığım en sevdiğim yorum oldu.”


Finney : Mason Thames


Siyah Telefon, okulda ve evde sorunlu, alkolik babası (Jeremy Davies) tarafından zorbalığa uğrayan, 13 yaşındaki Finney’nin bakış açısından anlatılıyor. İyi, akıllı ve becerikli ama utangaç ve biraz tuhaf biri. Zorbalar için ana hedeftir ve en yakın arkadaşı küçük kız kardeşi Gwen (Madeleine McGraw). Finney’yi yeni oyuncu Mason Thames, ilk rolünü canlandırıyor. Thames şunları söylüyor; “Finney, biraz dışlanmış biri. Senaryoyu okumadan önce tek bildiğim korku filmi olduğuydu. Okuduktan sonra farklı, havalı ve karanlık olduğunu düşündüm. Finney ile güçlü bir bağ hissettim. Ona sempati duydum. Bence herkes Finney’yi ayağa kalkıp destekleyecek.”

Yönetmen Scott Derrickson da karakter için bunun olmasını umut etmiş. Finney’nin izleyiciler üzerinde güçlü ve duygusal bir etki bırakmasını ummuş. “Joe Hill’in kısa hikayesi çok yoğun ve basit. Ama yapının basitliğine rağmen baş karakter için müthiş bir empati duydum. Bunu karaktere daha çok genişletmek ve izleyiciye, onun hissettiği korkuyu hissetme fırsatı sunmak istedim. Birçok çocukla deneme yaptık ve Finney rolü için Mason’ı bulduğumuz için şanslıydık. Filmi gerçekten çok farklı, güçlü ve talepkar bir performansa taşıyor.”


Finney ve hayatının birkaç yönü Derrickson’ın kendi çocukluk anılarından alınmış. Filmin ilk sahnelerinden birinde Finney 1959’daki William Castle’ın klasik korku filmi The Tingler’ı izlerken görülüyor. “Çocukken bodrumumda perili evler inşa ederdim. The Tingler’ı izleyip hiç unutmadım. Kendi başıma rastladığım ilk korku filmiydi. Siyah beyaz bir filmdir ve bir anda parlak kırmızı kanın göründüğü sahne beynimi yaktı ve hiç unutmadım. O filmdeki görüntüleri hatırlamadan geçen tek bir haftam yoktur. Çocukların o korkunç şeyleri algısında büyülenme ve içgüdüsel bir ihtiyaç vardır. Bence insan olmanın özelikle bir çocuk için ne kadar korkunç olduğunu içgüdüsel olarak fark etmek.”

Finney, ayrıca yeni bir arkadaş ediniyor. Robin (MIGUEL CAZAREZ MORA), filmin başlarında Finney’yi filmdeki zorbalara karşı savunuyor. Derrickson şunları söylüyor; “Robert ve Finney’nin okulun tuvaletlerinde konuştuğu bir sahne var. İlkokuldayken bir arkadaşımın bana söylediği şeydi ve kelimesi kelimesine hatırlıyorum. Okulun en sert çocuğuydu ve bir sebepten ötürü beni sevmişti. Bence o kadar küçükken o anların üzerinizde böyle büyük bir etki bırakması inanılmaz.”


Thames tabii ki filmin gerçek olmadığını bilse de Thames’le Ethan Hawke’ın Gaspçı karakteri arasındaki sahneler hırpalayıcı olmuş ve Hawke, rol arkadaşının zihinsel durumunu korumak istemiş. Şunları söylüyor; “Bu film, Finney’yi canlandıran genç oyuncunun kaldırabileceği kadar ileri gitti. Mason çok eğlendi ve oyunculuğu seviyor. Çok oyuncu ve rahattı. Kameralar kapandığında, yaşadığımız eğlenceyi anladığı konusunda dikkatli olmak zorundaydım.”

Thames’in çekimler sırasındaki favori sahneleri hiç şüphesiz Hawke’la çektikleri olmuş. “Ethan’la çektiğimiz ilk sahnelerin bazılarını tekrar izlerken ‘Ethan Hawke tarafından kaçırılıp bodrumuna kapatılmak konusunda çok heyecanlıyım.’ Diye düşündüm.” Diyor gülerek. “Ama gerçekten Ethan ve Gaspçı tamamen farklı iki insan. Ama Ethan, Gaspçı rolünde dehşet verici. Maskeyi ilk gördüğümde donup kaldım. O da ‘İyi misin dostum?’ diye sordu. Onu oyuncu olarak her zaman örnek aldım. O yüzden onu çalışırken izlemek inanılmaz bir deneyimdi.”

Genç oyuncunun, balet ve futbol oyunculuğu deneyimleri de olmuş. Tehlikeli sahnelerden bazılarında da işe yaramış. ‘Koreografi yönetmenliğini kolaylıkla alabildim ve tehlikeli sahnelerin gerektirdiği tarzdaki hareketlere alışkınım. Daha hızlı hareket ederim, esneğim ve bazen balede, yorgun olduğunu da gizlemen gerekir. Tehlikeli sahnelerde ihtiyacımız olan da buydu.”


Gwen : Madeleine McGraw


Siyah Telefon’un duygusal merkezi, Finney’nin 11 yaşındaki kız kardeşi Gwen’le olan ilişkisi etrafında geçiyor. Gwen, Finney’den iki yaş küçük olsa da başlıca savunucusu, sırdaş ve arkadaşı olmuş. Cesur, korkusuz ve keskin zekalı Gwen, kendisini Finney’ye adamış ve kaçırıldıktan sonra onu ne pahasına olursa olsun bulmaya kararlı. Rolü, en son Ant-Man and the Wasp filminde rol alan Madeliene McGraw canlandırıyor. Senaryoda Gwen, ‘kıyametteki gün ışığı olarak tarif ediliyor ve McGraw da tam olarak bu yüzden seçilmiş. Yönetmen Scott Derrickson şunları söylüyor; “Filmin en iyi repliklerinden biri ve Madeleine’in da rolü alma sebebi. Madeleine, Gwen rolünde sahneyi çalıyor.” 

Derrickson,, McGraw’ın seçmelerini izledikten sonra Gwen için kusursuz bir eşleşme olduğunu biliyormuş ama McGraw’ın aynı dönemde çekmesi gereken başka bir filmi varmış ve müsait değilmiş. Rol için yeniden oyuncu seçimi yapmamız gerektiğini duyduktan sonra Jason Blum’a yeniden seçemeyeceğimizi, onun kusursuz olduğunu söyledim. Böylece onun filmde kalması için çekimi erteledik.”

Joe Hillin kısa hikayesinde karakter daha az önemli bir rolde. Hill, Gwen’i film için büyütmeyi düşünmüş. Şunları söylüyor; “Kısa hikayede Gwen, küçük bir karakterdi. Filmde ise büyük, enerjik, heyecan veren, yeni ve eğlenceli bir karaktere dönüşüyor. Filmin çok sevdiğim bir yanı da Finney ile Gwen’in hikayesinin yini ve yangı olmaları ve birlikte filmin tamamının iki yarısı olmaları.”

Gwen, ölen annesine benziyor ve özel bir güce sahip. Rüyalarında bilmesi imkansız olan şeyleri görüyor ve doğru çıkıyorlar. Babası Terrence (Jeremy Davies), Gwen’in vizyonlarına şiddetle karşı çıkıyor. Finney kaçırılmadan önce bile Gwen, önceki çocukların kaçırılmaları hakkında rüyalar görüyor. Finney’nin kaçırılmasından sonra rüyaları yoğunlaşıyor ve babasının isteklerini yok sayarak ağabeyini çok geç olmadan bulmak için rüyalarını dikkatle incelemeye başlıyor.

McGraw şunları söylüyor; “Gwen çok sert, cesur ve güçlü. Ağabeyi Finney’yi seviyor ve başına kötü bir şey gelmesini istemiyor. Filmi yaparken çok eğlendim. Kadrodaki ve teknik ekipteki herkes çok iyiydi. Scott da harika bir yönetmen. Sizinle çalışırken önerilerinizi ve söylediklerinizi gerçekten dinliyor. Benimle kariyerim hakkında konuşmasını çok sevdim. Gwen’i öğrenmeme gerçekten yardımcı oldu.”

Kamera önündeki kardeşler, kamera arkasında da bağ kurmuş. McGraw şunları söylüyor; “Mason ve ben birlikte çok eğlendik. Çok komik ve çok iyi biri. Birlikte sahnemiz olduğunda özellikle de duygusal sahnelerde tekrar izlediğinde çok duygusallaştı. Onu böyle anda görmek ise benim duygusal olmama yardım etti.”

McGraw’ın sette sıra dışı bir zamanı olsa da çekmeyi en çok sevdiği bölüm, şüphesiz kendi tehlikeli sahnelerini çekme fırsatı olmuş. “Hayalim hep gerçekten hoş bir tehlikeli sahnede oynamaktı. Karakterim zorbalardan biri tarafından yere seriliyor. Yani provalar sırasında bunu matta yapmaya çalışmak çok hoştu. Nasıl yapacağımı zaten biliyordum çünkü daha önce ikiz erkek kardeşim üzerinde denemiştim. Her zaman mata sırt üstü düşerdik. Yani film için bu tarz tehlikeli sahneler yapabilmek eğlenceliydi.”


Terrence : Jeremy Davies


Terrence, Finney ile Gwen’in babası ve Emmy ödüllü Jeremy Davies (Justified, Lost, Er Ryan’ı Kurtarmak) canlandırıyor. Terrence, ümitsiz, sinirli bir alkolik ve Finney ile Gwen’in annelerinin ölümünün yasını tutmaya devam ediyor. Merhume, rüyaları ve vizyonları yüzünden çok eziyet çekmiş. O yüzden Gwen’in de vizyonlar gördüğünü fark ettiğinde sert bir inkar ve şiddetle tepki veriyor.. Finney ve Gwen, onun yanındayken diken üstünde yürüyorlar ve onunla sanki o çocuk, kendileri de ebeveynleriymiş gibi konuşuyorlar. Finney kaçırılınca Terrence daha da düşüşe geçiyor. Gwen’e kendi başına ilerlemekten başka çare bırakmıyor.


Max : James Ransone


O - Bölüm 2 filminden James Ranson, Finney ve Gwen’in mahallesinde yaşayan gizemli münzevi ve uyuşturucuyu bırakmış Max’i oynuyor. Gaspçı’nın çocuk kaçırmalarına takıntı yapmış ve Finney ile diğer çocuklar için kendi özel soruşturmasını yürütüyor. Yerel polis Max’i ve araştırmasını ciddiye almıyor ama göründüğünden daha fazlasına sahip olabilir.



Yapım Tasarım ve Aksesuarlar


Bodrum. 

Gaspçı’nın bodrumu, 6 metreye 12 metrelik bir alanda çekildi. Filmde görüldüğünden çok daha büyüktür. Yapım tasarımcı Patti Podesta ve Scott Derrickson, bodrumun dehşetin sürekli var olduğu, metafiziksel, ekspresyonist bir alan olmasını düşünmüş.


Anıdan Al. 

Yönetmen Scott Derrickson, çocukken filmin geçtiği Denver’da yaşamış. O yüzden set tasarım ilhamlarından çok fazlası o dönemdeki anılarından alınmış.


Telefon. 

Gaspçı’nın bodrumundaki siyah çevirmeli telefonun filmde önemli bir yeri var. Metafiziksel ve fiziksel dünyalar arasında bir bağlantı olarak görev yapıyor. Uzun bir kusursuz telefon arayışından sonra yapım tasarımcı Patti Podesta ve ekibi özellikle büyük ve 70’lerden kalma olduğu anlaşılan bir telefon bulmuş. Yapım, telefondan birkaç tane almış ve yıllar boyunca durmuş gibi eskitmişler. Yapım sırasında siyah telefon, Viking Sistemi denen bir sisteme bağlanmış ve yönetmen Scott Derrickson’ın çaldırıp Mason Thames’le konuşmasına olanak vermiş. 


Gwen’in Bebek Evi. 

Gwen’in öngörüleriyle bağ kurmak için kullandığı oyuncak bebek evi, aksesuar asistanı Kristen Corut tarafından yapım tasarımcı Patti Podesta ve sanat departmanı tarafından yapılmış. Set tasarımcılardan bir ekip, üç boyutlu programda yaptıktan sonra Crout, yapımı için az hizmet gören, kâr amacı gütmeyen bir ahşap programıyla çalışmış. 




Kostüm, Saç ve Makyaj


Yetmişler Tarzı. 

Kostüm tasarımcı Amy Andrews ve ekibi tarafından oluşturulan gardırop, filmin 1970’ler estetiğini yansıtmak için çoğunlukla sıcak tonlardan oluşuyor.


Kabarık Saç. 

Filmdeki saç tarzları 70’lerin daha kabarık ve daha rahat tarzına özgü. Filmin saç ve makyaj ekipleri saç tarzlarının biçimini ve dokusunu planlarken kuru Colorado iklimini de düşünmüşler.


Gwen’in Örgüleri. 

Gwen’in saçı için kendi yapabileceği bir model olması gerektiği düşünülmüş. Bu yüzden de filmin çoğunda saçları örülmüş. 


Gwen’in Yağmurluğu. 

Gwen’in bisiklete binerken giydiği yağmurluk özenle yapılmış. Yağmurluklar artık onun giydiği yağmurluğun kumaşından yapılmıyor ve kapüşonunda da 80’ler öncesi yağmurluklarda bulunan küçük bir nokta var. 


Gölge Çocuklar. 

Gaspçı tarafından öldürülen her gölge çocuk farklı bir şekilde ölmüş ve bu makyajlarına da yansımış. Aslında gölge çocukların makyajı ve gölgeleri bilgisayarda yapılacakmış ama yönetmen Scott Derrickson onun yerine uygulamalı makyaj efektlerini kullanmayı tercih etmiş.


Maskeler. 

Gaspçı’nın kullandığı maskeler, 13. Cuma, Ölülerin Günü, Maniac ve Teksas Katliamı gibi korku filmlerindeki özel efektler makyajıyla bilinen Tom Savini tarafından tasarlanmış. Savini ve ortağı Jason Baker da heavy metal grubu Slipknot ve World Wrestling Entertainment (WWE) için de maskeler yapmış.


 


Sinematografi


Vintage Özgünlüğü. 

70’lerin görünümünü elde etmek için görüntü yönetmeni Brett Jutkiewicz, o dönemdeki filmlerin ışıklarına bakmış ve ardından daha yumuşak, vintage özellikleri olan anamorfik lensler kullanmış.


Gwen’in Rüyaları. 

Görüntü Yönetmeni Brett Jutkiewicz ve yönetmen Scott Derrickson, Gwen’in rüya sahnelerini, Super 8 film ile çekmiş. Bu hem o sahnenin gerektirdiği nostaljiyi hem de rüya gibi bir estetik sağlamış.


Yükseltilmiş Doğallık. 

Filmin genel estetiğinde yükseltilmiş bir doğallık var ama kamera ekibi yükseltmek için önemli anları seçmiş. Film, aşırı stilize değil ama ekip filmdeki özel anlara görsel üstünlük, dinamik, kapsayıcı bir deneyim vermeye çalışmış. 




Tehlikeli Sahneler


Acımasız Zorbalık. 

Filmde çocukların kavgaları için yönetmen Scott Derrickson, tehlikeli sahneler koordinatörü Mark Riccardi’ye kavgalarda sınırsız kötülük olmasını istemiş; çünkü 70’lerde büyürken öyle olduğunu hatırlıyormuş. 


Büyük Küçük Arayış. 

Boyu 150 santimetrenin altında çocuklara yetişkin dublör bulmak her zaman kolay olmamış. Tehlikeli sahne koordinatörü Mark Riccardi, kritere uyan dublörleri bulma arayışını birçok şehre genişletmiş. 


Filmin mmknmrtb notu:   67   /100