23.2.16

!f İstanbul 2016'dan Bazı Filmler ve İzlenimler - II



İşte o 'şanslı' filmlerden ilk dördünü izlerken aklıma üşüşen bazı düşünceler için buraya gidiniz..

Ve filmin devamı..


Þrestir / Serçeler / Sparrows

Izlanda - Danimarka - Hirvatistan - 2015 - 99' - Renkli - DCP - İngilizce, İzlandaca





“Çocuklardaki yalnızlık ve kafa karışıklığıyla hepimiz bağ kurabiliriz. Acı, kızgınlık ve aşk gibi pek çok duygunun ilk defa hissedildiği dönemdir çocukluk.” 
Rúnar Rúnarsson (Yönetmen)

Büyüme konusuna Kuzeyin nefis manzarası eşliğinde şiirsel bir bakış.

Serçeler’in açılış sahnesinde ilk gördüğümüz şey, filme ismini veren kuşlar değil, kilise korosunda şarkı söyleyen melek yüzlü, tiz sesli bir genç. 
Ari on altı yaşındadır, Reykjavik’te annesiyle yaşamaktadır. 
Bir gün aniden babası Gunnar’ın yanına, Westfjords’a gönderilir. Bundan sonrası babasıyla ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleriyle, değişen manzara ve farklılaşan çevresi karşısında hissettiği yalnızlıkla ilgilidir. 
Bir önceki filmi Volkan’ın izinden giden Rúnar Rúnarsson, kırılgan ama bir o kadar da büyüleyici bir büyüme hikâyesiyle karşımızda. 
Rúnarsson’un önceki filmindeki sıcak gözlemci tavrı, arka planda nefis İzlanda manzarasının yer aldığı düşsel görüntülerle ve Sigur Rós’tan Kjartan Sveinsson’un hipnotik müzikleriyle destekleniyor. 
Masumiyetin kayboluşu, insanın doğa karşısındaki hali, erkekliğin kodları ve büyümenin sancıları en hüzünlü halleriyle karşımızda.

26 Şubat 2016 19:00
Cinemaximum Budak / CKM Salon 2




Filmin mmknmrtb notu ::

Hayatının en hassas zamanında, çocukluktan gençlik çağına girerken olabilecek en kötü olay başına gelir Ari oğlumuzun; annesini, çevresini, mahallesini, okulunu yani 'dünyasını' değiştirmek zorunda kalır..

Tam da bugünlerde deli gibi atağa kalkmış hormonlarıyla mı uğraşsın çocukcağız, yoksa tüm zorluklarıyla karşısına dikilmiş bu yeni dünya ile başa çıkmaya mı çabalasın?.
Üstelik bütün şartlar da aleyhindeyken; başarılı olduğu müzik çalışmalarından uzak kalmak, ayyaş bir babayla yaşamak, artık büyümüş ve sevgili bulmuş eski kız arkadaşına kavuşamamak, yeni arkadaşlar edinmeye çabalarken de onların aşılamaz duvar misali dışlayıcı tepkileriyle karşılaşmak gibi..

Tabii ki ne olursa olsun, önünde sonunda yine 'zaman' kazanacak; bazı engellerin üzerinden atlanacak, bazılarının kenarından geçilecek, bazılarının da altında kalınacaktır..
Ve sonuçta herkes gibi Ari de yavaş yavaş, öyle ya da böyle şartlara uyum sağlayacak, büyüyecek ve de değişmek zorunda kalacaktır..

Serçeler, ağır ama derinden ilerleyen, etkisi yeterince güçlü bir minimalist sinema örneği..

3.5 / 5





Mów mi Marianna / Bana Marianna De / Call me Marianna

Polonya - 2015 - 75' - Renkli - DCP - Lehçe




“Gerçek cinsel kimliği o kadar kuvvetli ki, bunu uzun süre saklamasının imkânı yok.” 
(Filmden)

”Öldürme Eylemi filminin ruh ikizi.” -Raindance.org

Marianna cinsiyet değişimi sürecinde. Göğüs ameliyatını olmuş, genital ameliyatı ve adem elmasının alınmasını sabırsızlıkla bekliyor. 
Bir taraftan mahkemede, ailesinin bu değişimi kabul etmemesiyle uğraşıyor. 
Neredeyse mahcup bir biçimde, kendisini anladığından çok onları anlamaya çalışıyor. 
Eski karısı onunla telefonda konuşmayı kabul etmiş, kızları onu da yapmıyor. 
Tamamen tek başına değişmeye çalışıyor. 
Bir taraftan da gelecekteki Marianna’yı izliyoruz. Yürüyemiyor, tekerlekli sandalyesiyle sahneye çıkıp hafif sağa çeken dudaklarıyla iki oyuncuya kendi hikâyesini nasıl oynayacaklarını anlatıyor. 
Bana Marianna De, kendisi olmayı hayatındaki herkesten çok isteyen bir kadının hikâyesi. 
Yüksek sesli, inişli çıkışlı bir film değil. Marianna’nın karşısına çıkan sorunlar ve üzüntülerle baş edişi kadar sakin ve incelikli bir belgesel.

Filmin mmknmrtb notu ::

Şu sıralar sinemalarda gösterilen, cinsiyet değiştirme -daha doğrusu cinsiyet düzeltme- operasyonları üzerine, dünyada görülen ilk örneklerden birini anlatan The Danish Girl'ü hatırlatan bir film, Mów mi Marianna..

Günümüzde geçen ve belgesel özelliği olan bu film, konusunun tamamen farklı olması dışında, hem üslup açısından, hem de sanatsal duruş bakımından The Danish Girl'ün epeyi uzağında kalıyor..

Bildiğimiz üzre, bu durumda olan kişilerin hep karşılaştığı ailevi ve çevresel tepkilerden oluşan sorunlara karşın, tüm varlığı ve de kararlığıyla Marianna olmaya çabalayan Wojtek'in mücadelesine gerçekçi bir bakışı var filmin..

Film, doğanın -hiç de komik olmayan- bu 'kötü şaka'sına maruz kalmış bu güzel insanın, geçmişinden bugüne kadarki hayatını perdeye yansıtırken, özellikle kurgusuyla dikkat çekiyor..  

3 / 5






Blur: New World Towers

İngiltere - 2015 - 93' - Renkli - DCP - İngilizce




“Sahneye çıkarken kendimizi bir kenara bırakıyoruz. Büyülü bir şey bu.” Damon Albarn (Filmden)

Kült İngiliz grubu Blur yeniden bir araya geldikten sonra geçen sene sürpriz bir albüm çıkararak sevenlerini şaşırtmıştı. 
‘The Magic Whip’ anında listebaşı oldu. Albüm grubun 2013 yılında turnedeyken Hong Kong’da beklenmedik bir mola vermek zorunda kalmalarıyla doğmuş. 
Şarkıcı ve söz yazarı Damon Albarn bu coğrafyanın kendine özgü ve yoğun sokak hayatından etkilendiğini söylerken yönetmen Sam Wrench de sokaklarda bolca vakit geçirerek ‘Thought I Was a Spaceman’ ve ‘Ghost Ship’ gibi şarkılara rüya-vari görsellerle eşlik ediyor. 
İngiltere’ye dönmelerinin ardından, grubun birbirinden çok farklı olan dört üyesinin verdiği röportajların yanı sıra, 2015 yazında Londra Hyde Park’taki efsane konserden bölümlere de tanık oluyoruz. 
Film Albarn ile daha geri planda duran gitarist Graham Coxon arasındaki ayrılığa da dokunuyor –ancak Hong Kong’da ürettikleri müziğin Coxon’ın çabalarıyla albümleştiğini öğrenmemiz, ortak yaratım sürecinin ne kadar şifalı olabildiğini de hatırlatıyor.

28 Şubat 2016 16:00
Cinemaximum Budak / CKM Büyük Salon


Filmin mmknmrtb notu ::

Kerem Akça'nın olmadığı bir seansı fırsat bilip de onun locasından seyretmenin keyfi dışında bu belgeselden bana pek bir şey kalmadı maalesef..

Brit Pop denen naneye olan alerjimden de kaynaklanabilir bu durum; aslında pek de ilgilenmediğim bir müzik grubunun dağılma ve yeniden birleşerek bir albüm çıkarma sürecinin beni ırgalamaması gayet normal aslında..
Ancak, ortada ne öyle heyecan verici ya da ilgi çekici bir sorun var, ne de bu sıkıcı sükuneti -dış müdahalelerle- alevlendirerek ilginç hale sokabilecek bir üslup çalışması..

Grup elemanları arasında var olduğu sürekli hatırlatılan ama pek de inandırıcı olmayan -belli ki entipüften- bir anlaşmazlık dışında, konusuzluktan adeta komaya giren filmi, her fırsatta gösterilen Hyde Park konserinden parçalar uyandırmaya çalışıyor ama ne fayda!.

Zaten bi ara film, konser ortamında şarkıcı ve seyircinin etkileşimi, kendinden geçişi falan mevzusuna dalarak, var olmayan 'asıl mesele'sini de unutuveriyor..

Blur: New World Towers'a -kısaca-  Blur hayranları dışında kimseyi ilgilendirmeyecek bir 'televizyon' belgeseli diyebiliriz..

2 / 5