12.12.15

Life



Life, 1955 yılında Magnum fotoğrafçısı Dennis Stock (Pattinson)’un Life dergisi için oyuncu James Dean’in (DeHaan) fotoğraflarını çekmekle görevlendirilmesini ve zamanla gelişen dostluklarının hikâyesini anlatıyor.

26 yaşında olmasına rağmen yaşıtlarına göre kendisini daha yıpranmış hisseden Stock’un muhafazakâr hayatına, popüler kültürü değiştirecek ve gençlerin kalbini hızla attıracak James Dean girer.

Life dergisi için çıkılan fotoğraf yolculuğu ikiliyi, Los Angeles’tan New York’a, oradan Indiana’ya kadar götürür.
Dennis, New York’un baş döndürücü enerjisini geride bırakıp, Jimmy’nin büyüdüğü Indiana’ya geri dönüp, kökleriyle ilgili bir şeyler çekmeyi planlar.
Stock, iyice ünlenecek olan bir yıldızın görüntülerini çektiğini sanırken James Dean’in hayatında göreceği son samimiyet ve sadelik anlarını çekiyordur.
Bu süreçte Stock’un hayatı ise tamamen değişir ve aynı zamanda o çağın bazı en sembolik görüntüleri ortaya çıkar.

Toronto ve Los Angeles’ta çekimleri yapılan filmin yapımcılığını See-Saw Films’ten Iain Canning ve Emile Sherman; First Generation Films’ten Christina Piovesan; Barry Films’ten Wolfgang Mueller ve Benito Mueller gerçekleştirmiştir.
Görüntü yönetmenliğini Charlotte Bruus Christensen, yapım tasarımcılığını Anastasia Masaro ve kostüm tasarımcılığını Gersha Phillips üstlenmiştir.



SENARYO NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Hayatı da ölümü de bir efsane olan James Dean, ölümünden yaklaşık yarım yüzyıl sonra da insanı büyülemeye devam ediyor.
See-Saw Films, bu filme ne James Dean efsanesini kutlamak ne de aksini göstermek üzere yola çıktı.
Yapımcılar, bu ikonun ardında başka bir olasılık gördü: Başarılı bir fotoğrafçı Stock ile trajedinin ve ünün eşiğinde isyankâr bir oyuncu Jimmy (Dean) arasındaki dostluk ve kültürel değişiklikle ilgili bir hikâye…

See-Saw’un anlattığı hikâye, mitlerin ardındaki hayatların sabırla yapılan araştırmaları sonucunda ortaya çıktı.
Yapımcı Iain Canning şöyle diyor: “Gerçek biriyle ilgili film çekme fikri sizi anında heyecanlandırabilir ama bu, anlatmaya değer bir hikâye olduğu anlamına gelmiyor.”

Gerçek hikâyenin araştırmasını da kendisi yapan Luke Davis, senaryoyu 2010’da yazmaya başladı.
Davies Luke, filmle ilgili şöyle diyor: “Büyük kapsamlı tam bir biyografi olmadı da, büyük konuları olan kısa bir karakter hikâyesi oldu”.

Kendisi, Dennis Stock ve James Dean’in meşhur Times Meydanı’ndaki fotoğrafının temelini araştırmaya devam etti.
Araştırmasında hikâyeyle bağlantılı insanlarla yapılan röportajlar da vardı. Bunlar arasında Magnum yöneticisi John Morris ve hikâyenin geçtiği dönemde 7 yaşında olan Dennis Stock’ın oğlu Rodney de bulunuyor.


Biyografik detay topladıkça şans eseri bir şey de öğrendi: “Perde 1, Los Angeles. Perde 2, New York. Perde 3, Indiana” diyor Luke.
“Indiana’ya geri dönmek, Jimmy’nin geçmişine yolculuk yapmak gibiydi. Indiana, dönemin geleneksel Amerika’sını temsil ediyor. Çiftlik ve şöhret dünyası arasında bir gerilim var.”

Doğru film adını bulmakla ilgili ise Davies şöyle diyor: “Bu hemen oldu. Başka bir isim hiç düşünülmedi.”
Dennis Stock, Life dergisinin verdiği bir görev üstünde çalışıyordu ve filmin merkezinde hayat seçimleri vardı.
Davies şöyle anlatıyor: “Film, bir anlamda ölümlü olmanın, yaşam şeklimizi nasıl etkilediği ile de ilgili. Yani hem hayatı kutluyor, hem de James Dean’in ölümüne ağıt yakıyor.”

Iain ve Emile, araştırması çok iyi yapılmış, senaryosu da çok iyi yazılmış olan filmin bütçesini ortak sağlamak ve filmi Toronto’da yapmak için, Christina Piovesan’la görüştü.
Christina şöyle diyor: “Emile ve Iain şu an var olan en yaratıcı yapımcılar arasında. Iain’in yaratıcı ve anlatım becerileri öyle iyi ki, performanslarının zirvesinde olan yapımcılarla iş birliği yapmak harika bir fırsattı.”




HİKÂYE

James Dean‘in hikâyesini, Dennis Stock’un çektiği fotoğraflar olmadan hayal etmek biraz zordur.
Dean, aralarında biraz güven oluşana kadar Stock’un fotoğraf çekmesine karşı koyuyor.
Life dergisinde Dean fotoğraflarının yayınlanmasından sonra Stock, 80'li yaşlarına kadar yaşayarak uzun bir kariyere sahip olur.
Aynı zamanda James Dean de efsaneleşir.

Filmde, Stock’un ünlü fotoğraflarının doğuşu ve ardında yatan aşamalar anlatılıyor.
Fotoğraflar, “East of Eden”nın Times Meydanı’ndaki galasının ve James Dean’in bir gecede şöhret olmasından bir gün önce basılır.
Film, James Dean mitinin arkasındaki kişiyi insanlaştırıyor. Sektörün kendisini yıldıza çevirme girişimlerine karşı koyan genç bir sanatçıyı ortaya çıkarıyor.
Aynı zamanda objektifin arkasındaki sanatçı ve belgeselci olan Stock’u bireyselleştiriyor. Onların hikâyesinin gerçekliği, her yerde kameraların bulunduğu bir dönemde yankı yapmıştır.

1955’teki bu yolculuğa ait fotoğraflar, James Dean’in imajını kalıcı kılar ve yeni ortaya çıkan gençlik kültürüne onu tanıtır.
Filmdeki gerilimin büyük kısmı, iki genç insanın farklı duyarlılıklarından kaynaklanıyor.
Iain Canning şöyle anlatıyor: “Dennis Stock, “anın içinde” Jimmy gibi bulunamıyor. Stock, 50’lerin gelenekselci beklentileri yüzünden bocalıyor. Dean’se muhafazakârlığı tabii ki reddediyor. Stock yazılmış sosyal senaryoyu takip ediyor: Evlilik, kariyer ve babalık. Ama bu onu tatmin etmiyor. Evliliğini bitirir ve çocuğunun sorumluluğundan da kaçar."


Luke Davies şöyle anlatıyor: Dennis, Life dergisinin genç ve seksi fotoğrafçısı. Dergiyi haftada 30 milyon kişi okuyor. Jimmy de birkaç tane yarım saatlik dizi çekmiş ve yakında gösterime girecek ve kendisini meşhur edebilecek bir filmde oynamış genç bir oyuncu. Life, James Dean’in ikilemini yakalıyor. Hem başarılı bir oyuncu olmak istiyor, hem dürüstlüğünü kaybetmek istemiyor. Warner Brothers’ın ve tanıtımın gücünü fark ediyor. Bu konuda çok muğlak hisleri var” diyor Davies.

Fırsatları istiyor ama özgürlüğünü kaybetmek ve şöhret makinesi olmak istemiyor.
“Dennis, Jimmy’nin olmaktan kaçtığı türde biri ve bu durum Dennis’e saçma geliyor. Life dergisi için fotoğraflarının çekilmesini kim istemez ki?”

Davies, Dennis ve Jimmy arasındaki ilişkiye “kedi-fare oyunu” diyor. Aralarında sürekli sürtüşme var. Dennis, mesleki bir fırsat görüyor, James de mesleki bir tuzaktan korkuyor.
İlişkide kültürel gerilimler de yaşanıyor ve dostluklarının hikâyesi, uzlaşımsal farklılıkları ve ortak noktaları bulmayı anlatıyor.
En sonunda, Davies’in bir tür deneysel ilgi olarak adlandırdığı bir yöne gidiyor ve filmin sonunda, ikisi de birbirine nasıl yaşamak gerektiğine dair içten bir hediye veriyor.
James Dean’in öleceğini bilmek insanın içinde üzüntü yaratıyor ama bu sayede o hediye daha da değerli oluyor.
Canning şöyle diyor: “ Bence bazı açılardan film, Dennis Stock’un James Dean’le birlikte çıktığı ve Los Angeles, New York ve Indiana’ya uzanan bir tür dostluk yolculuğunun özgürlüğünü kutluyor. Oralara birlikte gidip bu fotoğrafları çeken sadece onlardı.”




YÖNETMEN HAKKINDA

Filmin yönetmeni Anton’un başarılı kariyeri, fotoğrafçılıkla, rock müzikteki etkileyici çalışmalarıyla başladı.
Kendisi, ardından müzik kliplerine, sonra da uzun metrajlı filmlere imza attı.
See-Saw prodüksiyon şirketini kuran Iain ve Emile, Depeche Mode, U2 ve Coldplay projelerinde Anton’la birlikte çalıştı.
James Dean’le ilgili projelerini geliştirirken, Anton’la doğal bir bağlantı gördüler.
Iain şöyle anlatıyor: “Control ve Life arasında bence çok ortak nokta var çünkü ikisi de Anton’u, film dışında bildiği şeylerin merkezine oturtuyor. Bu ortak nokta fotoğrafçılık ve söz konusu kişi üstünde fotoğrafçının etkisi…”

Anton, ortaya çıkabilecek kişisel ve yaratıcı ilişkileri çok iyi biliyordu. “Kontrol”ü çekerken Ian Curtis ve Joy Division’ın çekmiş olduğu fotoğraflarından faydalandı.
Ruhlarını ve duygularını ortaya çıkarmak adına oyuncularla ya da müzisyenlerle çalışan bir fotoğrafçının hikâyesini anlatan Life’ı yönetmek için biçilmiş kaftandı” diyor Iain.

Anton ilk başta bir başka biyografik projede yer almayı istemiyordu ama bu konu üstünde, önceki filmleri kadar karanlık olmayan bir şekilde çalışmak istiyordu.
Iain de ona Life’ın çok güzel yazılmış senaryosunu getirdi. Anton konuyla ilgili şöyle diyor: “Stock, tanınmış, sanat dünyasından ilginç birinin fotoğraflarını çeken bir fotoğrafçı. Ben de bir nevi bunu yapıyorum.”

Anton’un kendi kariyeri de, Hollanda’nın gelmiş geçmiş en büyük rock yıldızı, Hollandalı müzisyen Herman Broods’la kurduğu yakın iş ilişkisiyle oluşmuştu.
Anton’un fotoğraflarının, Broods’un şöhret olmasında büyük payı vardı. Broods ve Anton arkadaş kaldı.
James Dean ansızın ölmese, Dennis Stock’la ikisinin de dostluğu sürecekti.
Fakat Anton şöyle diyor: “Genç bir fotoğrafçının, kariyeri almış yürümüş ve beni geride bırakmış birinin hikâyesinde kendimi buldum.”
Anton’un bakış açısına göre, filmin gücü tamamen James Dean olması değil: “Dennis Stock’un hikâyesi bu. Filmde bunu çoğunlukla onun gözünden görüyoruz ve hikâyede bu arkadaşlığı nasıl yaşadığı vurgulanıyor.”



OYUNCU EKİBİ VE FİLM

ROBERT PATTINSON ( DENNIS STOCK)

Filmde fotoğrafçı Dennis Stock’u Robert Pattinson canlandırıyor.
Projenin Pattinson’ın ilgisini çekmesinin en önemli sebebi, tarihte ilginç bir dönem olması ve James Dean gibi büyük bir karakteri ilginç bir şekilde ele almasıymış.
Pattinson, senaryoyu filmde oynamaya karar vermeden çok önce okumuş. Filmin “şık ve şiirsel hikâye anlatımı” onu çok etkilemiş.
Kendi yaşında bir oyuncuyla başrolü paylaşma fikri de çok cazip gelmiş. Robert, filmi görüşmek üzere Luke Davies ve Anton Corbijn’le buluşmuş.
Fakat şöyle diyor: “Kararım, Jimmy’yi kimin oynadığına bağlıydı.”

Robert, Anton gibi bir yönetmenin birine sırf James Dean'e benziyor diye rol vermeyeceğini biliyormuş ama Dane DeHaan kadroya dâhil olmadan önce o da filmi kabul etmemiş.
Anton ve yapımcılar DeHaan’ı istediklerine karar verince, Pattinson’ın da filmde rol almasını istediklerinde karar kılmışlar.

Anton şöyle anlatıyor: “Rob aklıma gelen ilk isimlerden biriydi. Onunla görüştükten sonra, bu rol için başkasıyla görüşmedim.”
Yönetmen aynı zamanda Robert ve Dane, birbirinden çok farklı oyuncular olduğu için bunun canlandırdıkları roller için harika olacağını düşünmüş. Çünkü karakterler birbirinin zıddı ve farklı oldukları için arkadaş olabileceklerini hayal edebiliyorsunuz.
Dostluklarındaki ilginç olan kısım da bu. Yazar Luke Davies’e göre oyuncuların seçimi rüya gibi bir habermiş. Pattinson’ın The Rover filmindeki performansı için “inanılmaz” diyor.
Dennis rolü için Robert’ın biçilmiş kaftan olacağını biliyormuş. Iain Canning ise Pattinson’ın bir jön olmak istemediğini, çok katmanlı ve karmaşık karakterler oynamak istediğini fark etmiş.
Canning, Robert Pattinson’ın, kendi hayatını ve “Twilight” filmleriyle erkenden şöhrete kavuşması göz önünde bulundurulunca, yıldız olmanın eşiğindeki birinin fotoğraflarını çeken bir fotoğrafçıyı canlandırmasını ilginç bulmuş.
Robert, rolünün görsel özelliğini çok ciddiye almış.
Iain şöyle anlatıyor: “Rob, fotoğrafçılığı doğru bir şekilde yapmayı istiyordu.”
Robert da karakterinin sanatıyla ilgili şöyle diyor: “Yapımdan birkaç ay önce, Stock’un Leica’sının aynısıyla fotoğraf çekmeye başladım.”
Geleneksel fotoğrafçılığın ölmekte olan bir sanat olduğunu anlatıp şöyle diyor: “Dijital fotoğrafçılıkla karşılaştırıldığında oldukça nazik bir yanı var çünkü fotoğrafı zorlayamıyorsunuz. IPhone’dan çeker gibi fotoğraf çekip, ardından ona filtre koyamazsınız.”

Robert, danışmanlık almak için Londra’daki Leica ofisine bile gitmiş ama bırakın iyi fotoğrafı, ortalama bir fotoğraf çekmenin bile uzun zaman aldığını söylüyor.
Yine de karakterinin dünyasını, hem mesleki hem de kişisel tecrübelerini anlamak istemiş.
Karakterinin karmaşası ve babalık rolünü reddetmesi Robert’ın çok ilgisini çekmiş: “Dennis Stock’un senaryoda oldukça kötü bir baba olarak yazılması hoşuma gitti. Dönemi ya da James Dean’i dikkate almasanız da, genç yaşta çocuk sahibi olmuş ve sanatçı olarak ya da hangi meslekle uğraşıyorsa, bunun hayatını kısıtladığını düşünen ve bu konuda çok açık olan bir adamın olduğu bir film göremezsiniz. Senaryoda bu açıkça ele alınmış. “

7 yaşındaki bir çocuğa sahip olmak fikri bana ilginç geliyor. Benim yaşımda insanların başına pek sık gelen bir şey değil bu” diyor Robert. Dennis karakteri aynı zamanda mesleki rolünü de sorguluyor.
Robert şöyle diyor: “Paparazziliğin bir adım ilerisinde ve maddi sebepler yüzünden reklam fotoğrafçısı olmak zorunda kalıyor. Çalışmalarında ona ne söylenirse onu yapıyor ve bu onu bir anlamda boğuyor. Bir süredir Los Angeles’ta ve hayatını boşa geçirdiğini düşünmeye başlıyor. New York’taki ailesini terk etmiş, 30 yaşına yaklaşmış, hiçbir şey kanıtlayamamış ve hiç parası yok.”

Robert şunu da ekliyor: “Aynı zamanda, James Dean’in güvenini kazanmak da Dennis’in mücadelesinin bir parçası. Jimmy’nin buna izin vermesi biraz zaman alıyor. Çabası da buna değiyor. Dennis, Jimmy’den çok daha önce onun ne kadar ünlü olacağını fark ediyor. Robert şöyle ekliyor: “Bence Dennis’in en büyük sorunu, kendi eserlerinin kıymetini bilememesi. Jimmy ile tanışmadan önce de güzel fotoğraflar çekiyormuş ama bunları değersiz bulmuş. Onların karşılığını alamadığını düşünüyormuş.”



DANE DEHANN ( JAMES DEAN)

Life’ın oyuncu ve yapım kadrosu, James Dean rolü için Dane DeHaan’ın kusursuz olacağı konusunda hemfikirmiş. Fakat DeHaan’ı ikna etmek gerekmiş.
Anton şöyle anlatıyor: “James’i oynamak isteyen pek çok kişi vardı ama benim tek görüşmek istediğim kişi Dane’di ve o da görüşmek istemiyordu.
Çünkü James Dean onun en sevdiği oyuncuydu ve onu canlandırma fikri hoşuna gitmemişti.”

Dane ise, senaryonun mükemmel olduğunu düşünse de ve Anton’a hayran olsa da ilk etapta isteksiz olduğunu kabul ediyor ve rolü kabul etmesinin çok uzun zaman aldığını söylüyor: “Senaryo elime yapımdan bir yıl kadar önce geçti ve ilk okuduğumda bunu asla yapamayacağımı düşündüm. Rolü kabul edene kadar, galiba beş kez filmde oynamayı reddettim.”
Dane, verdiği tepkiye insanların şaşırdığını söylüyor çünkü kendisine harika bir senaryo teklif edilmişti ve yönetmen de müthişti. Nasıl olur da senaryoyu da yönetmeni de çok severken filmde oynamayı istemiyordu?

Dane şu şekilde cevaplıyor: “Çünkü benim en sevdiğim
oyuncu James Dean ve ona çok saygı duyuyorum. O benim çok değer verdiğim biri ve kendimi onun gibi görmüyorum.”
Dane’in fikri, yapımcı Iain Canning’le yaptığı bir konuşmadan sonra değişmiş: “Filmin konusunu açıkladı ve bu rolün insanlara aslında James Dean’in nasıl biri olduğunu göstermek için bir fırsat olduğunu söyledi. İnsanların onunla ilgili bir fikri vardı ama doğru değildi.”

Buna ek olarak pek çok genç artık James Dean’in kim olduğunu bilmiyor. Bu yüzden film, onu yeni bir seyirci kitlesine tanıtmak için de fırsat olacaktı.
Sonunda hikâyenin doğası, rolün zorlayıcılığı ve oyunculuk sevgisi, Dane’i ikna etmiş. Rol onu korkutmuş ama oyunculuğunun ilerlemesine faydası olacağını biliyormuş.
Dane şöyle devam ediyor: “Beni çeken yanı kesinlikle imkânsızlığıydı! Kolay olan bir şeyde oynamak eğlenceli değil.”

Dane, James Dean’i oynamanın fiziksel zorluklarını şöyle anlatıyor: “Rol için üç ay içinde 11 kilo almak zorunda kaldım. Fiziksel olarak ona daha çok benzemek için antrenörle çalıştım ve çokça yemek yedim.”

“The Amazing Spider-Man 2” filminde harika bir iş birliği geliştirdiği makyöz Sarah Rubano da ona yardımcı olmuş.
Dane şöyle ekliyor: “Ona, beni James Dean’e benzetip benzetemeyeceğini sordum, o da benzetebileceğini söyledi.”
Göz rengine, saça ve hatta kaşlarla kulak memelerinin detayına bile çok önem verdi.”
Bu da Dane’in performansının gerçekçi olmasını sağladı. Ama rol, fiziksel benzerlikten daha fazlasını gerektiriyordu.
Canning şöyle diyor: “Dane, filmde çarpıcı derecede James Dean’e benzese de, bizim için önemli olan James Dean’in dünyevi güzelliğini yansıtmaktı. Dane, James Dean’in mizacına ses verdi, fiziksel olarak onu yansıttı ama aynı zamanda karakterini de aktarabildi. Bu çok özeldi. Bu bir karikatür değil. Filmlerdeki James Dean’i, James Dean’in canlandırdığı karakterleri canlandırmıyordu. O filmlerin ötesinde, karakterin içindeki asıl kişiyi buldu.”

Dane ayrıca karakterini derinlemesine araştırmış: “Üç ay boyunca elime geçirdiğim her kitabı okudum, bir sürü röportaj izledim ve Dennis’le memleketi Fairmount’a gittiği zaman çekilen harika bir kayıt buldum.”



BEN KINGSLEY (JACK WARNER)

Sör Ben Kingsley, filmde James Dean’in oyunculuk geleceğini kontrol edebilecek stüdyo yöneticisi Jack Warner’ı canlandırıyor.
Yapımcı Christina Piovesan, Ben Kingsley ile ilgili şöyle diyor: “Hem karizmatik olan, hem de seyircinin sevdiği birine ihtiyacımız vardı.”
Iain Canning ise Warner’ın hem güçlü adam olması, hem de akıl hocalığı yapmasıyla ve Dean’in de yöneticiye verdiği tepkilerle ilgili şu yorumu yapıyor: “Jimmy, kontrol edilmek istemiyor ama Warner’ın yıldız, yaratmaktaki başarısını da göz ardı edemiyor.”
Canning şöyle devam ediyor: “Performansın müthiş olan yanı, Warner’ın hem tam anlamıyla bir diktatör olması, hem de bir yandan akıl danışacağınız amcanız gibi biri olması. Bana göre Ben Kingsley bu iki özelliği, bazen tek bir replikte bir araya getiriyor.”

JOEL EDGERTON ( JOHN G. MORRIS)

Joel Edgerton, New York’taki Magnum Fotoğrafçılık ofisinin sorumlusu, Dennis Stock’un, Life için yaptığı James Dean fotoğraf çekimini ayarlayan John G. Morris’i canlandırıyor.
Kendisi yazar Luke Davies’in arkadaşı. Kendisi, filmde bir konuk oyunculuk rolü bulmak üzere Luke’la hep şakalaşırmış. Joel, ilk olarak projeyi Luke’tan duyunca ilgilenmiş. Senaryonun muhteşem olduğunu düşünmüş ve konuyu da, söz konusu sinemacılık tarihinin en gizemli şahsiyetlerinden biri olduğu için büyüleyici bulmuş.

ALESSANDRA MASTRONARDI (PIER ANGELI)

Alessandra Mastronardi, James Dean’le romantik bir ilişki yaşayan İtalya doğumlu oyuncu Pier Angeli’yi canlandırıyor.
Canlandırdığı karakterin bu iki adamın hikâyesinde önemli bir yeri bulunuyor. Iain Canning, filmde Alessandra’nın performansının enerjisinin ve ruhunun yer almasının harika olduğunu söylüyor.




YAPIM HAKKINDA

Film, Los Angeles, New York ve Indiana’da geçiyor. 18 Şubat 2014’te başlayan asıl çekimler, Toronto’da ve Ontario’nun kırsal alanlarında yapıldı.
Mekân daha sonra Los Angeles’a taşındı ve Marmont Şatosu ile Pantages Tiyatrosu’nda çekimler yapıldı. Tiyatro salonu, “A Star is Born” filminin 1954’te yapılan galasındaki hâline dönüştürüldü.
Filmin çekimleri 1 Nisan 2014’te bitti.

Iain Canning, Life’ın tasarımını şöyle anlatıyor: “En büyük zorluklardan biri, filmdeki fotoğraflarımızın, Dennis Stock’un fotoğraflarıyla bağlantısını kurmaktı.”
Özgün fotoğrafları, “filmin şiirselliğine” harmanlamaları gerekmişti. Belgeselin doğruluğu adına filmi tehlikeye atmamak çok önemliydi ama sembolleşmiş fotoğraflarla beraberinde gelen duygusal bağlantıların da onurlandırılması gerekiyordu.
Canning şöyle diyor: “Bunu yapmak adına da, yeterince para toplamalıydık. Sonuç olarak bu, içinde bir silah olan bir film değil. Burada cinayet yok.”

Filmin duygusal dramı da, fotoğrafların ardındaki kişisel hikâyelerden geliyor.
Yapım tasarımcısı Anastasia Masaro, filme hazırlanışını şöyle anlatıyor: “Bu film dünya çapında pek çok kişinin sevdiği gerçek insanlar ve gerçek mekânlar ile ilgili olmasından ötürü benim için farklıydı. Çünkü Anton’un sanatsal vizyonunu desteklerken, bir yandan da gerçeğe saygısızlık da etmek istemedim.”

Anton, Anastasia’ya daha en başta, 50’lerin kalıplaşmış versiyonunu istemediğini, gerçek görünmesini istediğini söylemiş.
Tarzı, onun çekimleri ve kompozisyonlarının belirleyeceğini ifade etmiş. Yapım ekibi, tasarımı dikkatlice kontrol altında tutmuş ama tabii hava şartlarını kontrol etmek mümkün olmamış.
Merkezi Toronto’da olan First Generation Films’ten Christina Piovesan, Life’ın Kanada’da yapılan çekimlerinin zorluğunu şöyle anlatıyor: “Bu büyük sinemacıların burada olmasından büyük heyecan duyuyorduk ama Toronto’da yaşanan, son 10 yılın en soğuk kışı sırasında buraya geldiler. Dolayısıyla eksi 35 derecede çekim yaptık. Yoğun dış çekimler vardı. Bilhassa Indiana’daki Dean aile çiftliğindeki sahnelerde, hava koşulları hepimizde endişe yarattı.”

Christina yapılan dış çekimlerin miktarıyla ilgili şöyle konuştu: “Çiftliğin dışında çekilen birçok sahne var. Rob ve Dane, incecik dönem kıyafetleri içindeydi, yapım ekibiyse sadece gözleri görünür bir hâlde, baştan aşağı giyinmiş vaziyetteydi. Bu korkunç hava şartları altında Anton’la çekim yaptıkları için onlar tam bir savaşçı. Hava şartları kötüydü ama izlediğinizde bunu hiç anlamıyorsunuz. Bu da onların ne denli profesyonel olduğunun bir kanıtı…”

Tasarım unsurlarında dönemin gerçekçiliği elde edilince, sinematografi de oturtulmuş oldu.
Anton Corbijn, filmin görüntüsüyle ilgili şöyle konuştu: “Benim bir şeylerin fotoğrafını çekmem ya da görselleştirmem, bu filmdekinden daha karanlık oluyor. Görüntü Yönetmeni Charlotte Bruus’un tarzıysa daha aydınlık. Dolayısıyla bunu biraz hayata geçirmek ilginç oldu.”

Charlotte ise elde etmek istedikleri tarzı şöyle anlatıyor: “Genel görünümde, 1955’in gerçek dünyasına sadık kalmaya çalıştık. Işıklandırmanın, sahnenin belgesel tarzını yansıtması gerekiyordu. Böylece, James Dean’in ve Dennis Stock’un gerçek hayatını yansıtacaktık. Filmlerdeki James Dean’i değil.”

Charlotte ve Anton’un, çekimlerden önce birlikte hazırlık yapacak vakti pek olmamış ama renkler, hangi renklerden kaçınılması gerektiği ve renklerin tonları konusunda gerekli konuşmaları yapmışlar.
Bu projenin çekimlerini yapmak konusunda çok tutkulularmış. Bunun sebebi de hem konunun geçtiği dönem ve Dennis Stock’un hikâyede kullandığı 35mm fotoğraf filmiymiş.
Onun gibi Anton da 35mm filmle çekim yapıyor. Ancak filmi, mali sebeplerden ötürü Alexa kamerasıyla dijital çekim yapmak zorunda kalmışlar.
1955’ten kalma bazı eski objektifler kullanmışlar ve bu zorluk, onların istedikleri efekti elde etmeleri için farklı yollar bulmaya zorlamış.



OYUNCULAR HAKKINDA

ROBERT PATTINSON – Dennis Stock

Robert Pattinson en çok, “Twilight” serisinde canlandırdığı vampir Edward Cullen rolüyle tanınıyor.
Pattinson son olarak David Cronenberg’ün “Maps to the Stars” ve David Michod’un “The Rover” filminde yer aldı. İki filmin de 2014 Cannes Uluslararası Film Festivali’nde galası yapıldı.
Pattinson, kısa süre önce Werner Herzog’un “Queen of the Desert” filminin çekimlerini tamamladı. Pattinson, sektörün ilgisini daha 19 yaşındayken, Mike Newell’ın “Harry Potter and the Goblet of Fire” filminde, Triwizard’ın Hogwarts resmi temsilcisi Cedric Diggory’yi canlandırdığı zaman çekti.
Pattinson, David Cronenberg’ün Dol DeLilo’nun “Cosmopolis”inin film uyarlamasında oynadı. Ayrıca, Francis Lawrence yönetmenliğinde, başrollerini Reese Witherspoon ve Christopher Waltz’la paylaştığı “Water For Elephants” filminde de oynayarak, New York Times’ın çok satanlar listesindeki romanı, beyazperdeye taşıdı.
Kendisi daha önce Allen Coulter’ın yönettiği “Remember Me” filminde rol almıştı. Pattinson, Guy de Maupassant’ın “Bel Ami” romanından uyarlanan ve aynı adı taşıyan filmde de oynadı.
Pattinson, profesyonel kariyerine Uli Edel’in “Sword of Xanten” filmiyle başladı. Yönetmen Oliver Irving’in Slamdance Film Festivali’nde özel mansiyon ödülü kazanan “How to Be” filminde de yer almıştı.
Pattinson, Paul Morrison’ın yönettiği “Little Ashes” filminde başroldü ve Salvador Dali’yi canlandırmıştı. Televizyondaysa BBC’de yayınlanan “The Haunted Airman”da rol aldı.




DANE DEHAAN – James Dean

Dane DeHaan, sinema ve televizyon seyircilerini oldukça etkileyen bir oyuncu. Ayrıca şu an sektörde, kendi neslinin en çok aranan oyuncularından biridir.
DeHaan şu an bağımsız romantik dram filmi, Justin Chadwick’in yönettiği “Tulip Fever” filmini çekiyor.
DeHaan film kariyerine, iki kez Oscar’a aday gösterilen yönetmen John Sayles’in, 2011 yılında Variance Films’ten çıkan ve Chris Cooper’ın da rol aldığı “Amigo” filmiyle başladı.
Sony Pictures’tan çıkan, Harry Osbourne rolünü canlandırdığı, Andrew Garfield, Emma Stone ve Jamie Foxx’la birlikte rol aldığı “The Amazing Spider-Man 2” filmiyle tanındı.
2013 yılında Sony Picture Classics’ten çıkan, “Kill Your Darlings” filmindeki başrolüyle, Gotham Ödülleri’nde En İyi Çıkış Yapan Erkek Oyuncu kategorisinde, Hamptons Uluslararası Film Festivali’nde de “En İyi Oyuncu” dalında aday gösterildi.
John Krokidas’ın yönetmenliğini yaptığı “Kill Your Darlings”, şair Allen Ginsberg’ün (Daniel Radcliffe) hayatından esinlenen bir film. Mart 2013’te, DeHaan çok beğenilen Focus Features filmi, Derek Cianfrance’ın yönettiği “The Place Beyond The Pines,”da Ryan Gosling, Eva Mendes ve Bradley Cooper’la birlikte rol aldı.
DeHaan ilk olarak HBO’nun beğenilen dizisi “In Treatment”taki Jesse rolüyle dikkatleri çekmiş, dizinin üçüncü sezonunda Gabriel Byrne’le birlikte rol almıştı.
Performansı, Variety tarafından “büyük bir çıkış”, Chicago Sun-Times tarafından da “dâhice” olarak nitelendirilmişti.
Diğer sinema ve televizyon projeleri arasında şunlar yer alıyor: Steven Spielberg’ün yönettiği “Lincoln”, “Devils Knot”, “True Blood”, “Stormy Weather”, “Woodrow Wilson” ve Magnolia Pictures’tan, yönetmenliğini Bradley Rust Gray’in yaptığı “Jack ve Diane”.



YAPIM EKİBİ

ANTON CORBIJN – Yönetmen

Anton Corbijn, daha Hollanda’da bir lise öğrencisiyken fotoğrafçılığı keşfetti. Zaman içerisinde sahne fotoğrafçılığı yaptı ve sonrasında portre fotoğrafçılığına geçti. Ancak bilhassa sanatçıları ve müzisyenleri çekiyordu.
Bazı en bilindik fotoğrafları arasında Clint Eastwood, Cameron Diaz, Miles Davis, Frank Sinatra, Naomi Campbell ve Robert De Niro’nun fotoğrafları yer alıyor. 30 küsur yıldır U2’nun ve bir o kadar yıldır da Depeche Mode’un grup fotoğrafçılığını yapıyor.

Anton Corbijn’in ilk uzun metrajlı sinema filmi, 2006 yazında çekilen ve 2007’nin ekim ayında gösterime giren, yönetmenliğini, ortak yapımcılığını ve finansmanını üstlendiği “Control” filmidir.
Bugüne kadarki en hırslı projesi olmanın yanı sıra, bu film aynı zamanda da kendisinin çok yönlü sanat kariyerinin de bir uzantısı oldu.
Film, Joy Division’ın solisti Ian Curtis’in hayatını ve ölümünü anlatan bir aşk hikâyesi. Konu, Anton’un kendini çok yakın hissettiği bir konuydu çünkü Hollanda’dan Londra’ya taşınmasının sebebi Joy Division’dı.
Onların müziğinin yaratıldığı yere daha yakın olmak istiyordu. “Control” filmi ile yönetmen olarak Anton, dünya çapında yaklaşık 20 ödül kazandı. Bunların arasında 5 tane BIFA var, ki bu ödüllerden birini başroldeki Sam Riley kazandı.
Anton Corbijn geçtiğimiz yıllarda yeni bir ressam portreleri serisi üstünde çalıştı, başrolünü George Clooney’nin canlandırdığı “The American” adlı ikinci bir sinema filmini yönetti.
Film 2010 yılında bir numara oldu. Üçüncü sinema filmi ise John Le Carré romanından uyarlanan ve merhum Philip Seymour Hoffman’ın oynadığı, 2014 Sundance Film Festivali’nde galası yapılan ve 2014 Eylül ayında dünya çapında gösterime girerek inanılmaz olumlu eleştiriler alan “A Most Wanted Man”dir.



IAIN CANNING ve EMILE SHERMAN – Yapımcılar

Oscar ödüllü yapımcılar Emile Sherman ve Iain Canning, 2008 yılında See-Saw Films’i kurdu.
See-Saw, uluslararası sinema ve televizyon sektöründe uzmanlaşmış bir İngiliz-Avustralya şirketidir.
Şirketin yapımları arasında yer alan bazı filmler şöyle: Tom Hooper’ın yönettiği ve başrollerinde Colin Firth, Geoffrey Rush ve Helena Bonham Carter’ın olduğu bol Oscar ödüllü “The King’s Speech”, Steve McQueen’in yönetmenliğini yaptığı ve Michael Fassbender ile Carey Mulligan’ın oynadığı ödüllü filmi “Shame”.
See-Saw’un en yeni yapımı, John Curran’ın yönettiği ve Mia Wasikowska’nın oynadığı, galası geçen yıl Venedik Film Festivali’nde yapılan “Tracks” filmi.
2014 yılında See-Saw’ın ilk televizyon dizisi, Elisabeth Moss ve Holly Hunter’ın başrollerini oynadığı, 8 Emmy ve 2 Altın Küre ödülüne aday gösterilen, Jane Campion’ın “Top of the Lake” dizisiydi.
See-Saw geçtiğimiz yıl John Maclean’in yönettiği ve Michael Fassbender ile Kodi Smit-McPhee’li “Slow West”, Justin Kurzel’in yönettiği, Michael Fassbender ve Marion Cotillard’ın oynadığı “Macbeth”, Bill Condon’ın yönettiği, Ian McKellen ve Laura Linney’nin oynadığı “Mr. Holmes” filmlerinin çekimlerini tamamladı.
Garth Davis’in yönettiği, başrollerini Nicole Kidman’la Dev Patel’in oynadığı “Lion” filmininse çekimlerine Hindistan ve Avustralya’da başlandı.