Hindistan’dan uzaklaştırılmış olan ve liderleri Papa (Om Puri) olan Kadam ailesi, Fransa’nın güneyindeki Saint-Antonin-Noble-Val isimli köye yerleşir.
Bu büyüleyici köy hem güzel hem de zariftir.
Yerleşmek ve Maison Mumbai isimli Hint restoranını açmak için ideal bir yer olduğunu düşünürler.
Ta ki Madam Mallory’nin (Helen Mirren) işlettiği Michelin yıldızlı klasik Fransız restoranı Le Saule Pleureur’un sahibi, bundan rahatsız olana kadar.
30 metre ileride açılan bu yeni restorana karşı protestosu, ateşli bir savaşa dönüşür.
Ta ki Hassan’ın Fransız mutfağı tutkusu ve Madam Mallory’nin cazibeli aşçı yardımcısı Marguerite (Charlotee Le Bon) onun gizemli yeteneğiyle iki kültür arasında sihir yapmak için bir araya gelene dek.
Madam Mallory sonunda rakibinin yeteneğini Kabul eder ve Hassan’ı kanatları altına alır.
“The Hundred-Foot Journey”, parmak ısırtan tatlarla dolu.
Sürgünde elde edilen tahrik edici bir zafer.
Ayrıca çarpışan iki dünyayı ve genç bir adamın evinin rahatlığına erişmek istemesini
anlatan bir hikaye.
“The Hundred-Foot Journey”, DreamWorks Pictures ve Reliance Entertainment tarafından sunuluyor.
Yönetmeni ise Akademi ödülü adaylığı bulunan Lasse Hallström.
Başrolde Akademi ödüllü Helen Mirren, Om Puri, Manish Dayal ve Charlotte Le Bon var.
Filmin yapımcıları Akademi ödüllü Steven Spielberg, Akademi ödülü adayı Oprah Winfrey ve Juliet Blake.
Başyapımcılar Caroline Hewitt, Carla Gardini, Jeff Skoll ve Jonathan King.
Senaryo Akademi ödülü adayı Steven Knight tarafından, Richard C. Morais’in “The Hundred-Foot Journey” isimli romanından esinlenerek yazılmış.
BİR BAŞARI REÇETESİ: Sayfadan Ekrana Sıçramak
Jim Henson Company ve National Geographic Channel’ın eski yöneticilerinden olan yapımcı Juliet Blake, kitabı ekrana taşımak için tek başına bir yolculuğa çıktı.
Her şey Ocak 2009’da başladı.
Blake kendini kariyerinde tatminsiz hissediyordu.
Richard Morais’nin “The Hundred-Foot Journey” isimli romanın ön baskısını okudu. Kitap henüz ABD’de yayımlanmamıştı.
Blake şöyle der: “Hikayeye âşık oldum. Yemeğin insanları bir araya getirme fikriyle harika bir manzara oluşturulmuş.”
Blake şöyle devam ediyor: “Bu düzgün Fransız restoranıyla zıddı olan canlı, renkli Hint restoranı arasındaki tezada bayıldım. Birinde Mozart, diğerinde yüksek sesli Bollywood müziği çalıyor.
Böylece muazzam bir kültür çatışmasıyla karşılaşıyorsunuz.”
Bu hikayeden mükemmel bir film çıkacağından emin olan Blake, kitabı senaryo hâline getirmeyle ilgilenip ilgilenmediklerini sormak için birkaç yapım firmasına gitti.
Harpo Films’de malzeme Oprah Winfrey’i çok etkiler.
Winfrey anında kitabın ve yazarının hayranı olur.
DreamWorks’ten Steven Spielberg ve Stacey Snider da hikayeden aynı derecede etkilenir ve projenin potansiyeli onları çok heyecanlandırır.
Spielberg şöyle diyor: “Uyumlu olması beklenmeyecek kişiler arasındaki uyumu anlatan bu hikayeyi anlatabilmek için yaratıcı enerjilerimizi uyumlu bir şekilde bir araya getirme fırsatı bulduk."
Winfrey şöyle devam ediyor: “Bu roman küçük bir mücevher ve bir parça sanattı. Kariyerim boyunca söylemeye çalıştığım şeyleri anlatıyordu. Çok moral veren bir hikaye. Ayrıca Steven’la tekrar çalışma fikri hoşuma gitmişti.”
Kitap dünya çapında en çok satanlar listesine girdi ve 28 ülkede yayımlandı.
“The New York Times Kitap İncelemeleri”nde Editörün Seçimi olarak tanıtıldı ve Winfrey’nin “O, The Oprah Magazine”inde de 2010 Yazının En İyi 10 Kitabı listesine girdi.
Yazarın ilk romanı olduğundan ve Spielberg ile Winfrey’le çalışacağından, Blake’in geleceği parlak
görünüyordu.
Lasse Hallström, yönetmenlik için mantıklı bir seçimdi.
“My Life as a Dog”, “Tanrı’nın Eseri Şeytanın Parçası” ve “Çikolata” gibi beğenilen filmleri vardı. Daima harika hikayeler anlatmıştı.
Yönetmenlik tarzı da bu hikayeye tam uyuyordu.
Spielberg eskiden beri Lasse’nin hayranıydı.
“My Life as a Dog” en sevdiği filmlerinden biriydi.
Hallström için Spielberg gibi bir yönetmenle yapımcı olarak çalışmak muazzam bir deneyimdi. “Steven oyuncu seçiminde çok yardımcı oldu. Senaryoda değişiklik konusunda da bana yorumlarını sundu.”
Hallström ayrıca yapımcılar Winfrey ve Blake’i de çok övüyordu: “Oprah Winfrey’in bizimle olması büyük bir onur. Yaşamındaki korkusuzluk ve insanların iyi yanını ortaya çıkarması hoşuma gidiyor. Juliet Blake de çok zeki bir yapımcı. Onu çok takdir ederim. Bu benim için adeta sihirli bir tesadüf:
Doğru zamanda, doğru oyuncu kadrosu ve doğru yapımcılarla doğru malzeme. Bu çok nadiren olur.
SOFRA KURULUYOR: Rüya Kadrosunu Oluşturma
Sıra oyuncu kadrosuna geldiğinde yapımcılar bu roller için doğru kişileri bulmanın önemini biliyordu.
Hallström: “Madam Mallory kolay bir rol değil. Filmde büyük bir dönüşüm geçiriyor ama ben karakterleri gerçekçi şekilde tasvir eden hikayeleri severim. Bunu inandırıcı şekilde göstermek
istedim.”
Helen Mirren’ı ise rolünde hayal etmek kolaydı.
“Kraliçe”deki Akademi ödülü kazandığı 2. Elizabeth ve PBS’in “Prime Suspect”indeki Emmy
ödüllü rolüyle tanınan Mirren, hem komedi hem de dramatik rollerde çok başarılıydı.
Birinden diğerine kolayca geçiyordu.
Neyse ki Mirren bu yolculuğa çıkmayı istiyordu.
Hallström: “Helen birçok açıdan çok başarılı. Hayal gücü sınırsız. Her an olağanüstü, değerli seçimler sunuyor. Ayrıca Yarı Rus, yarı İngiliz olsa da mükemmel bir Fransız.”
Hallström’le çalışmak Mirren için güzel bir deneyimdi zira oyunculuk yaklaşımları aynı.
Hallström çok çekim yapmayı tercih ediyor ve doğaçlamayı teşvik ediyor.
Çekimden önce rolü oyuncularla çok fazla tartışmıyor.
Mirren da bunu canlandırıcı buluyor.
Papa rolü için Hallström şöyle diyor: “Om Puri’yi hep takdir etmişimdir. Varlığındaki istikrar ve otorite tam da Papa rolüne uygun.”
Kadam ailesinde ise Hassan rolü için Manish Dayal’ı buldular.
“90210” ve “Law & Order: SVU” gibi referansları olan Dayal, Hassan rolüyle arasında bir bağ hissetmiş ve karakteri özümsemek için elinden geleni yapmaya koyulmuş.
Spielberg şöyle diyor: “Çok güzel ve sakin, istikrarlı bir duruşu var. Om’a benzemese de onun oğlu olduğunu hissettiriyor. Bu ikisini oyuncu olarak birleştiren bir şey var.”
Yapımcılar Marguerite rolü için pek çok oyuncu düşünmüş.
Spielberg, bir Fransız televizyon programında Charlotte Le Bon’un komedi yönünü görünce ilk seçimi olmuş.
Spielberg: “Charlotte komedi tarzında bir hava durumu okudu. Bu kadar güzel ve komik olan birinin bu filmde olması gerektiğini fark ettim.”
Le Bon şöyle diyor: “Marguerite’in yemek yapma tutkusu hoşuma gitti. Bir oyuncu olarak insan evrim geçiren birini oynamak ister. Marguerite gibi. Bu beni çok cezbetmişti.”
Kadam ailesinin geri kalanı, Mansur, Mahira, Mukhtar ve Aisha’yı Amit Shah, Farzana Dua Elahe, Dillon Mitra ve Aria Pandya canlandırıyor.
İlk fotoğraf çekimlerinde Kadam ailesi olarak poz vermişler.
Böylece birbirlerini tanımışlar.
Puri hafta sonları ekrandaki ailesine yemek yaparmış.
Böylece ekrandaki aile bağları daha gerçekçi olmuş.
MENÜ PLANLANIYOR: Görüntüyü Yaratma
“The Hundred-Foot Journey” farklı aromalardan oluşan bir ziyafet.
Ayrıca nefes kesici Fransa manzaralarının da temel bileşenlerinden biri.
Hallström daha önce ekranda görülmemiş bir yer istemiş.
Eskimez bir niteliğe sahip köy, filmcilik açısından da mükemmel bir büyüklüğe ve yere sahip.
Fransa’da 52 gün süren çekimleri, Hindistan’da daha küçük bir ekiple yapılan dört günlük çekimler izledi.
Ekibin çoğu Fransız'dı ama birkaç Amerikalı, İngiliz ve Hintli de vardı.
Ayrıca İsveçli bir yönetmen, İsveçli bir görüntü yönetmeni ve kamera ekibi de vardı.
Blake şöyle diyor: “Sette daima dört dil konuşuluyordu: İngilizce, Fransızca, İsveççe ve Hintçe.
Filmin yapılma faslı da kendisi gibi çok kültürlüydü.”
MALZEMELER BİRLEŞTİRİLİYOR: İki Kültürün Ve Mutfağın Savaşı
Le Saule Pleureur ve Maison Mumbai arasındaki çatışma, iki farklı kültür arasındaki çatışmayı simgeliyor: Madam Mallory’nin gururlu ısrarcılığıyla Papa’nın sarsılmaz inatçılığı.
Mallory, Fransız kültürü ve mutfağına duyduğu milliyetçi gururun tehlikede olduğuna inanıyor.
Papa da ailesinin bir kez daha uyum sağlayamadığı için kovulacağından korkuyor.
Her iki taraf da kendini tehlikede hissediyor.
Hint mutfağı, aroma çeşitliliğiyle ünlüdür.
Tavuk tikka masala’daki zencefil, tavuk tandırdaki kekremsi tat, kimyon, tarın, safran ve kişniş.
Hint yemek yaklaşımı spontan ve rahattır.
Fransızlar için de aroma kesinlikle önemlidir ama biraz daha az vurgulanır.
Hazırlanışı, özellikle de tekniği, yemeğin kendisi kadar önemlidir.
Fransız mutfağıyla en çok aromalı peynirler, ekmekler ve şarap ile zengin tatlı soslar ilişkilendirilir. Hassan bu sosları Marguerite’ye hazırlarken, ki ilk denemesi Fransız mutfağındandır, mutfaktaki yeteneğinin büyüklüğünü ilk kez fark eder.
BON APPETIT: Ekranda İştah Açan Görüntüler Yaratmak
Yemek, uyarıcı bir nesnedir.
İyileştirme, insanları bir araya getirme ve ilham verme gücüne sahiptir.
Kültürleri karıştırır ve bize başkalarının hayatı hakkında bilgi verir.
Spielberg şöyle diyor: “Yemek harika bir eşitleyicidir. Oyun alanını eşitler ve her ülkeden, her
inançtan ve disiplinden insanı aynı noktaya getirir.”
Sıra yemekli sahnelerin çekimine geldiğinde yapımcılar alışılmadık bir zorlukla karşılaştı: O yemeklerin ekranda da gerçekte olduğu gibi baştan çıkarıcı olduğunu nasıl göstereceklerdi? Hallström için en önemli şey, çekimlerin canlı gözükmesiydi.
Seyircileri hikayeden uzaklaştıracak şatafatlı çekimler istemiyordu.
Hallström bu konuda şöyle diyor: “En büyük korkum bir yemeğe yakın çekim yapıp ağır çekim spagetti reklamı havası vermekti. Ama görüntü yönetmenimiz Linus Sangren, yemeğe şiirsel bir şekilde yaklaşmayı çok iyi bilir. Böylece yakınlaştırdığımızda ağızlar sulanır.”
OYUNCULAR
HELEN MIRREN (Madame Mallory) sahnedeki, sinemadaki ve televizyondaki çalışmalarıyla bütün dünyada tanındı. 2006 yapımı “Kraliçe”deki 2. Elizabeth rolüyle Akademi Ödülü, Altın Küre, SAG ve BAFTA ödüllerini kazandı. Los Angeles’tan Londra’ya kadar neredeyse her eleştirmen
tarafından da “en iyi kadın oyuncu” olarak adlandırıldı. 2013’te HBO’da Phil Spector’ın biyografik filminde rol aldı. Filmde avukat Linda Kennedy Baden’ı canlandırdı. Rol arkadaşı Phil Spector rolüyle Al Pacino’ydu. Mirren bu rolüyle SAG ödülünü kazandı. Ayrıca Emmy ve Altın Küre ödüllerine de aday gösterildi. Diğer yeni çalışmalarından bazıları Bruce Willis ve John Malkovich’le birlikte oynadığı “Red 2” ve Anthony Hopkins’le birlikte oynadığı, bir Sacha Gervasi yapımı olan ve Anthony Hopkins’in eşi Alma Reville’i canlandırdığı “Hitchcock”. Buradaki rolüyle Altın Küre ve SAG ödüllerine aday gösterildi. Mirren tiyatroda da yoğun şekilde çalıştı. “Seyirci”deki 2. Elizabeth rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında Olivier Ödülü’nü kazandı. “Mourning Becomes Electra”daki rolüyle de yine Olivier Ödülü kazandı. Mirren 2009’da Ulusal Tiyatro’ya dönerek Sör Nicholas Hytner’ın yönettiği “Phédre”de oynadı.
OM PURI (Papa), Hindistan’ın en ünlü oyuncularından biri. Ulusal Tiyatro Okulu’nda üç yıl eğitim gördükten sonra iki yıl da Film ve Televizyon Enstitüsü’nde okudu. 35 yıldır 250’den fazla filmde çalıştı. Puri ilk Ulusal Ödülünü 1982’de “Arohan”la kazandı. 1984’te ikinci Ulusal Ödülü “Ardh Satya” ile kazandı. Aynı film için Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde de en iyi oyuncu ödülünü kazandı. 1997’de “Fanatik Oğlum”daki rolüyle en iyi Avrupalı oyuncu ödülünü kazandı. 2000’de “Doğu, Doğudur”daki rolüyle en iyi oyuncu dalında BAFTA ödülüne aday gösterildi.
MANISH DAYAL’s (Hassan Kadam), “90210,” “Law & Order: SVU,” “The Good Wife” ve “Switched at Birth” gibi yapımlarda oynadı. Dayal, Hindistan’ın kırsal kesimindeki eğitim düzeyini artırmak için aktif şekilde çalışıyor.
Oyuncu Brigitte Paquette’in kızı olan Kanadalı oyuncu CHARLOTTE LE BON (Marguerite), ilk Amerikan filmi denemesini “The Hundred-Foot Journey”le gerçekleştirdi. Oynadığı Fransız filmlerinden bazıları “Mood Indigo”, “Astérix and Obélix: God Save Britannia”, “The Stroller Strategy” ve “Le Grand Méchant Loup.” Le Bon, bir Fransız televizyonunda hava durumu sunucusu ve stand-up komedyeni olarak başladı. Yakın zaman önce “L’Envers du Décor”da yer aldı.
KAMERA ARKASI
LASSE HALLSTRÖM (Yönetmen) dünyanın en tanınmış yönetmenlerinden biridir.
Seyirciler onu en çok “My Life as a Dog”, “Gilbert’in Hayalleri” ve “Tanrı’nın Eseri Şeytanın Parçası” adlı filmleriyle tanıyor. Hallström yakın zaman önce Julianne Hough ve Josh Duhamel’in başrollerini paylaştığı “Safe Haven”ı yönetti. Ewan McGregor ve Emily Blunt’ın oynadığı “Salmon Fishing in Yemen”i çekti. Paul Torday’in bir romanından uyarlanan bu filmin senaryosunu, “Milyoner”in senaristi Simon Beaufoy yazdı. Film 34 milyon dolar hasılat elde etti. Hallström ayrıca 2010’da “Sevgili John”u yönetti. Film Nicholas Sparks’ın en çok satanlar listesine girmiş bir romanından uyarlandı. Başrollerinde Channing Tatum ve Amanda Seyfried’in olduğu bu romantik drama, yedi haftanın ardından “Avatar”ı yerinden ederek birinci sıraya yerleşti. İlk haftanın hasılatı 30,4 milyon dolardı. Toplamda ise dünya çapında neredeyse 115 milyon dolar hasılat elde etti.
Hallström 2000’de “Tanrı’nın Eseri Şeytanın Parçası” ile en iyi yönetmen dalında Oscar’a aday gösterildi. Film, bir John Irving romanının sinema yorumuydu. Başrolleri Tobey Maguire, Charlize Theron ve Michael Caine paylaşıyordu. Irving (en iyi film uyarlaması) ve Caine (en iyi yardımcı
oyuncu) bu filmdeki çalışmalarıyla Akademi Ödülü kazandı.
STEVEN SPIELBERG (Yapımcı), sektörün en başarılı yapımcılarından biri. Aynı zamanda DreamWorks Stüdyoları’nın ortağı. 2009’da kurulan şirketi Spielberg ve Stacey Snider The Reliance Anil Dhirubhai Ambani Group’la birlikte yönetti.
Spielberg “Jaws”, “E.T.” ve “Indiana Jones” gibi filmleriyle gelmiş geçmiş en çok hasılat elde etmiş
yapımcı konumundadır. Ayrıca üç kez Akademi ödülü kazanmıştır. Spielberg ilk iki Oscar ödülünü yedi Oscar’lı “Schindler’in Listesi” ile en iyi yönetmen ve en iyi yapım dallarında aldı. Spielberg yedi BAFTA ve üç Altın Küre ödülü yanı sıra bu filmdeki çalışması sayesinde DGA ödülünü
de kazandı.
Spielberg üçüncü Akademi ödülünü, İkinci Dünya Savaşı draması “Er Ryan’ı Kurtarmak” ile aldı. Film 1998’de öncekilere ek olarak dört Oscar yanı sıra iki Altın Küre ödülü kazandı. Spielberg ayrıca bir DGA ödülü daha kazandı. Aynı yıl PGA, Spielberg’e film endüstrisine katkılarından dolayı prestijli Milestone Ödülünü de takdim etti.
Spielberg ayrıca “Munich”, “ET”, “Kutsal Hazine Avcıları”, “Üçüncü Türle Yakınlaşmalar” ve “Lincoln” ile de en iyi yönetmen dalında Akademi ödülüne aday gösterildi. Bu filmlerle ve “Jaws”, “Mor Yıllar” ve “Amistad” ile ayrıca DGA ödülü kazandı. Spielberg kazandığı 11 ödülle, bütün
yönetmenlerden fazla DGA kazanmış bir yönetmendir. 2000’de DGA yaşam boyu başarı ödülü kazandı.
OPRAH WINFREY (Yapımcı) medyanın da gücüyle dünyanın her yanından insanlarla arasında bir bağ kurdu. Ödüllü “The Oprah Winfrey Show” programıyla 25 yılda milyonlarca kişiyi eğlendirdi ve
moralini düzeltti. Küresel bir medya lideri ve hayırsever olarak yaptıklarıyla günümüzün en saygıdeğer insanlarından biri hâline geldi. 2009 sonbaharında Oprah Winfrey ve Tyler Perry,
Sapphire’in bir romanından uyarlanan “Precious”ın dağıtımını destekledi.
RICHARD C. MORAIS (Yazar) bir romancı ve gazeteci. Romanlarının odak noktası “gerçek kaderlerini yaşayıp tamamlanmış insanlar hâline gelmek için kültürlerinden özgür kalıp dünyada serbestçe yaşaması gereken bireyler”dir.
Morais’nin ilk romanı “The Hundred-Foot Journey”, “O, The Oprah Magazine” tarafından 2010’un en iyi kitaplarından biri olarak tanıtıldı. “The New York Times Book Review”da hem Editör’ün Seçimi hem de prestijli Paperback bölümünde bahsedildi. Bay Morais’nin ilk romanı böylece dünya çapında en çok satan kitaplar listesine girdi ve 28 bölgede satıldı.
Morais kariyerine New York’ta, PBS’te yayınlanan “MacNeil/Lehrer Haber Saati”nde haber stajyeri olarak başladı ve zamanla serbest olarak çektiği filmlerini New York Times’a satmaya başladı. Morais, “Pierre Cardin: Marka Olan Adam” adlı biyografinin yazarıdır. Bu kitap da Forbes’a kapak olmuştur. 1991’de yayımlanarak büyük beğeni kazanan kitap yakın zaman önce e-kitap olarak da yayımlandı.