1961
yılı kışında, New York Manhattan'ın 'sanatçı mahallesi'
Greenwich Village'deki meşhur The Gaslight Coffee'nin sahnesinde
gitarını tıngırdatıp, 'Hang Me, Oh Hang Me' şarkısını adeta
ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle söylerken tanışırız
Llewyn Davis'le (Oscar Isaac)..
Ve
daha sonra kafenin çıkışında onu bekleyen yaşlı bir
adamdan yediği temiz bir dayakla da bu folk müzisyeninin
'boktan' yaşantısına dalarız yavaşça..
Müzik
piyasasına girişini ikili bir grup olarak yapan adamımız,
arkadaşının intihar etmesiyle de yoluna tek başına devam etmeye
çalışmakta -daha doğrusu- bu 'zalım' piyasanın bir
tarafına tutunmaya çabalamaktadır..
Bu
hususta pek konuşmasa da, sevgili partnerinin ani ölümünün,
onu duygusal anlamda da bir hayli yıprattığı açıkça
hissedilmektedir..
Aslında
-mesafeli duruşu dahil- her haliyle, çevresinde 'haza bir
sanatçı' rüzgarı estiren bu adam, maddi açıdan
tam anlamda sefilleri oynamaktadır..
Çok
daha iyilerine lâyıktır belki ama, başkalarının kanepesine
yerleşirken pek de müşkülpesent değildir bu 'evsiz'
arkadaşımız..
'Sanat
aşığı' dostları Gorfein'lerin olur, hamile bıraktığı eski
kız arkadaşı Jean'in (Carey Mulligan) ya da 'nemrut' ablasının
olur; soğuktan korunabileceği bir evin, üzerinde
sabahlayabileceği bir kanepesini ayarlamışsa eğer, o günü
-hayırlısıyla- kurtarmış sayar..
Her
şey zamanla daha da kötüye giderken, ufukta da pek bi ışık
görünmemektedir maalesef..
Yine
de Llewyn'in, 'yırtmak' için son bir hamlesi daha olur; müzik
piyasasının önemli menajerlerinden Grossman'a müziğini
dinletmeye karar verir..
Bu
girişimden bir sonuç çıkarsa ne alâ; yoksa onun
geçinmek için -tıpkı babası gibi- balıkçı
olup denize açılmaktan başka çaresi kalmamış
gibidir..
Sallapati
Sistemin Kör Kompetanları
Hangisinin
yazıp hangisinin yönettiğini, hangisinin yapımcılık yapıp
hangisinin okuldan gelerek, "Hani bana hani bana?!"
dediğini bellemeyi yıllar önce bıraktığım Ethan-Joel Coen
kardeşler, western'li bir dram olan True Grit (2010) sonrasında,
ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'un yaşamından
esinlendikleri ve altmışlı yılların müzik piyasasına
eleştirel bir gözle de baktıkları bu müzikli drama ile
yeni bir 'harika'ya daha imza atıyorlar..
Yarattıkları
-absürte kıl payı yaklaşan- her 'tuhaf' karakter ve
durumlarla, ince ama kapkara mizahını her fırsatta ortaya
koymasıyla, 'müthiş' denecek ustalıkta oyuncu yönetimi
ve de görüntü atmosferiyle, "Ben şahane bir Coen
Biraderler eseriyim" deyu bağıran, nadide bir film bu..
Hele
bir de popüler müziğin altın çağına beş kalayı
işaretleyen o dönemin ve müziğinin meraklısıysanız
eğer, ben hiç tutmayayım sizi..
Bir
genç sanatçının hayalinde büyüttüğü
ve kendi emeğiyle de yarattığı sanatında tutunma ve yükselme
çabalarını ya da can havliyle çıkabildiği mütevazı
bir tepeden daha da geriye düşüşünü düşünürsek
-bana göre kardeşlerin en muhteşem filmi olan- Barton Fink'i
hatırlamamak olanaksız..
Aynı
gencin, onun için yaratıldığına inanacak kadar sevdiği ve
istediği bir işi yapmasını -hem de bariz yeteneğine karşın-
'kolayca' engelleyerek körelten bir 'sallapati sistem' ve de
onun 'kör kompetanları' burada da iş başındadır yani..
Yalnız
bir farkla, Barton Fink'teki sinema endüstrisi ile cehennem
sıcağı, burada yerini müzik piyasası ile kutup soğuğuna
bırakmıştır..
Filmin
bana hatırlattığı bir gerçek de şu ki- ne kadar yetenekli
bir sanatçı olursa olsun, layıkıyla anlaşılamamak ya da
kıymetinin bilinememesi, hep bilinen 'tarihi' bir gerçektir
ve neredeyse de 'işin kuralı' gibidir..
Yine
de aynı sanatçının, günlük yaşantısı içinde
-sanatını icra etmesi gerekirken- üzerine üzerine gelen
saçma sapan sorunlarla ve gereksiz insanlarla uğraşma
zorunluluğu yok mu.. işte bu hepsinden de beter olsa gerek..
Llewyn
Davis, tüm olumsuzluklara karşın kuyruğu dik tutarak kimseye
müdana etmeyen, kendini asla acındırmayarak dik durabilen,
fazlasıyla gururlu hatta bencil, birazcık kaba ve bir hayli de
alaycı bir şahsiyettir..
Tüm
bunlara karşın, kendi hayatında girdiği ve geri dahi çıkamadığı
'çıkmaz sokak'taki perişan haline, evden dışarı kaçırarak
kaybolmasına neden olduğu dostunun kedisine dertlendiği kadar bile
dertlenmeyen bir naifliği de vardır bu adamın..
Sanırım
işte bu yüzden, başına ne bela gelirse gelsin hiç
umurumuzda olmayacak gibi duran -tam anlamıyla- Coen Kardeşler'e
yakışır tıynetteki bu adama belli bir sempatiyle bakabildim,
hatta epey de bi üzüldüm yani..
Yine
de bu durumdan -özel olarak- şüpheleniyorum dostlar..
Müziğe
kabiliyeti hariç- kendisinde adeta kendimi gördüğüm
bu adama duyduğum empati de bu durumu yaratmış olabilir..
Sizin
de bu husustaki görüş ve duygularınız, bu 'çok
mühim' duruma belli bir açıklık getirecektir diye
düşünüyorum sayın seyirciler..
Filmin
hemen başında yaşananlara -biraz farklı bir açıdan
bakarak- finalde de aynen tanık oluruz..
Oldukça
etkileyici özgünlükteki bir kurguyla kotarılmış bu
'kısır döngüsel' final, günlerce başından
geçenleri izlediğimiz kahramanımızın yaşantısında pek
de yol alamadığını gösterir gibidir bize..
Ya
da olaya olumlu tarafından bakarsak eğer, vaziyeti ne denli olumsuz
gelişirse gelişsin, müzikten kopmayı ne kadar isterse
istesin, Llewyn Davis'in kaderi yine de bu dar çevrede
gerçekleşecektir..
Hatta
aynı kafede hemen onun peşinden sahne aldığını gördüğümüz
Bob Dylan'ın dahi!.
Kim
bilir..
Inside Llewyn Davis / Sen Şarkılarını Söyle
Senarist
ve Yönetmenler: Ethan Coen, Joel Coen
Oyuncular:
Oscar Isaac, Carey Mulligan, John Goodman, Justin Timberlake
Ülke:
ABD, Fransa
Dağıtım:
M3 Film
İthalat:
Bir Film
9 /10
Sayın yazar, bence filme duyduğunuz bu yüksek sempati, ileri düzeydeki empati duygunuzdan kaynaklanıyor. Nedense film benim gibilere ise biraz kuru ve (çeşitli zevkli anlarına rağmen) tatsız tuzsuz geldi.
YanıtlaSilErkan
Eh, o zaman ben de yüksek empati sahibi bir kişi olarak filmi çok beğendiğimi söylemeliyim :) Yazdıklarınıza çok yakın şeyler hissettim ve düşündüm bu film hakkında, baş karakterle sizinki gibi bir benzeşim kurmasam da :P Dün gece izledim ve Erkan Bey gibi kuru olduğunu hiç düşünmüyorum filmin... Yaratılan genel atmosfer, diyaloglar, bakışlar, duruşlar, filmdeki her şey (her ne kadar karakterin derinliklerine çok fazla inmese de) bir şekilde empeti kurmamızı sağlıyor. Ben Coen'lerin filmlerini çok severim, bu film de tam bir Coen Kardeşler filmiydi(sizin dediğiniz gibi) ve çok tatmin ediciydi benim açımdan. Ben çok sevdim :)
YanıtlaSilSevgiler :)