6.12.13

Tamam mıyız? :: Eh İşte!.


Zengin bir ailenin 'sorunlu' bu yüzden de parasızlık çeken çocuğu Temmuz, istidatlı ama değeri henüz anlaşılamamış bir heykeltıraş olarak, bir yandan yeni eserler yaratırken, öte yandan çocuk romanlarında çizerlik falan yaparak geçimini sağlamaktadır..

Anasının da bi ara dediği üzre, 'tıpkı hayalleri gibi ruhu da kendinden önde giden' bir hassas oğlan olan Temmuz -daha çok- ideallerini gerçekleştirmek için -biraz da- 'nemrut' herifin teki olan pederiyle arasının bozukluğundan, baba evini terk eylemiştir..

Ancak sevgili annesi, asla kaderine terk etmediği biricik oğlunun hep yanında olmuş, onun ihtiyaçlarını dolaylı yoldan da olsa karşılamayı bilmiştir..

Öykümüzün ikinci kahramanı İhsan, kolsuz ve bacaksız haliyle engelli olmanın en ağırını yaşayan genç bir kardeşimizdir..


Onun da -her anlamda kendisine bağımlı olduğu- sevgili bir annesi, bu zavallı oğlunun sakatlığını, adeta kendisine yapılmış bir hakaret gibi algılayan, en rezilin de en önde gideni bir babası vardır..


Sevgilisi tarafından aniden terk edilince perişan olan Temmuz, sık sık rüyasına girerek onunla konuşan ve kendisini bulmasını isteyen 'esrarengiz' bir oğlanı, bir gün parkta dolaşırken tekerlekli sandalyede görünce çok şaşıracaktır..

Birinin sorunu küçük ve geçici, ötekinin ise büyük ve kalıcı olan- Temmuz ve İhsan, nihayet birbirlerini bulmuşlardır..

En son, Dedemin İnsanları (2011)'nda bıraktığımız Çağan Irmak'ın -bu son filmiyle- senaryo kalitesi ve yönetmenlik becerisinde oldukça gerilediği göze çarpsa da o çok meşhur, ağdası da mebzul aşırı duygusallığından pek bi şey yitirdiği söylenemez..


Umutsuzca bunalmaya kafa tutarak -naif de olsa- umuttan yana tavır alan; ölümün karşısına dikilerek, yaşamanın kutsal sevincini yükselten bir ana fikrin takipçisi olan Tamam mıyız?, inandırıcı olamamanın sancılarını çeken bir yapım..
Ki hiç kuşkusuz, Irmak'ın da en zayıf filmi..

İllaki atmosfere katılması gereken 'gizem'in, yönetmen açısından ne denli önemli olduğunu artık ezbere biliyoruz; ancak, olayın başlama vuruşu diyebileceğimiz o 'rüya' sahneleri -filmin geneli itibarıyla- öylesine yapay ve 'gerçek dışı' duruyor ki bu 'yama' operasyonunun dikişleri de bir türlü tutmuyor maalesef..


Irmak, kahramanını gey yaparak belli ki eşcinsellik üzerine önemli bi şeyler söylemeyi düşünüyor..
Lâkin yönetmenin, bu yolda hiç cesaret gösteremediğini son tahlilde görüyor, sanki anlatmak istediği her şeyin kafasında kaldığını hissedip üzülüyorum..

Buna karşın, ikinci 'ötekilik' unsuru olarak ele aldığı 'engellilik' durumu hakkında daha cesur davranmayı başardığını söylemek mümkün..

Sen de çok iyi biliyorsun ki Sayın Irmak, sinema sanatı bambaşka bir şey..
Hep sanıldığı gibi -yani bu filmde de senin yaptığın gibi- sırf edebiyat parçalamakla, havada ağdalı replikler uçurmakla ortaya sanatsal bir iş çıkmıyor; sadece, oyuncuların karşımıza geçmiş de kitap okuyorlar gibi oluyor..


Kusura bakma ama, edebiyat yapmayarak 'edebi' olabilmek, sanat yapmaya kalkışmadan 'sanatsal' olabilmek adına bu bakınızı vermek zorundayım.. (bkz. Nuri Bilge Ceylan filmografisi)

'Çağan Irmak Sineması' denince -nedense- hemen akla gelen 'Duygu İstismarı' meselesine gelince..
Elbette huylu huyundan vazgeçmiyor ve kendisi gerekeni, uygun dozda da olsa yine yapıyor..
Ancak, sevgili yönetmenimiz, bulundukları 'uç' noktalarda öylesine çaresizce debelenen insanları öylesine 'savunmasız' bir biçimde öyküsünün ortasına bırakıyor ki ayrıca 'duygu sömürüsü' yapmasına gerek bile kalmıyor..


O değil de, geçen hafta gösterime giren bu filmden sonra bir de Song for Marion (2012)'u izleyin de kendisine baba denen erkek milletinin ne kadar gereksiz bir güruh olduğuna iman edin..

Peygamberdevesi denen böceğin dişisinin -çiftleşme esnasında- üstüne çullanmış herifin kafasını koparıp bi güzel yemesi boşuna değil yani..

Peki, çiftleşme sürerken kafası koparılmış peygamberdevesi erkeğinin -sanki hiçbir şey olmamış gibi- cinsel faaliyetine aynen devam ettiğini biliyor muydunuz?.
Hiç şaşırmayın..
Erkek işte!.


İyi bir film yapabilmek, her şeyden önce bir 'cesaret' meselesidir..
En mühimi de anlatacağın öyküyü ya da faş etmek istediğin derdini -elbette bir estetik dahilinde- yan çizmeden, lafı ağzında gevelemeden perdeye yansıtabilmektir..

Hadi bu cesareti içerikte -tam manasıyla- gösteremedin; öyleyse üslupta coşmalısın..
Zaten her ikisini birden yaptığında, 'Büyük Yönetmen' ünvanı, adının hemen önüne eklenecektir..

Ülkemizin 'önemli' ama bir türlü 'büyük' olamayan yönetmeni Çağan Irmak'ı frenleyen şeyin -handiyse eminim ki- çoğunluğu oluşturan 'ortalama' kitleyi karşısına almadan popüler olabilmenin/kalabilmenin kaygısıdır diye düşünüyorum..


Yönetmenin bu 'sanatsal' freni en az kullandığı filmlerde nasıl da başarılı olduğunun örneklerini, hem niceliği hem de niteliği geniş filmografisinde görüyoruz zaten..
En iyi filminin, en büyük cesareti gösterdiği Karanlıktakiler (2009) olmasındaki -tezimize gayet uygun düşen- o inceliği yönetmenin de yeniden fark etmesi dileğiyle..



Senarist Yönetmen: Çağan Irmak
Oyuncular: Aras Bulut İynemli, Deniz Celiloğlu, Aslı Enver
Yapım: Türkiye, 2013


  2.5 5