3.1.12

The Future :: Hiç Kimsenin Kedisi


Özellikle geçimimizi sağlayan işimiz, giderek içinde kaybolduğumuz bir boğucu döngüye dönüştüğünde ya da her anlamda 'başarısız' olduğumuzda; belki de en mühimi, bize kusursuz gibi görünen kendi doğrularımızla ördüğümüz bir kafeste mahsur kaldığımızı fark ettiğimizde, mutat yaşantımızın yörüngesini -birazcık da olsa- değiştirmenin gerekli olduğuna karar verebiliriz..

Artık otuzlu yaşların ortasına gelmiş 'tuhaf' bir çift olan Sophie ve Jason da benzeri bir şekilde hareket ederler..

Onlarda bu değişimi sağlayan olgu, yukarıda işaret ettiklerimin bir-ikisini kapsıyor gibidir belki ama, yine de bu durum pek belirgin değildir..

Oysa neyi bahane ettikleri, çok açıktır: Ağır yaralı olarak hayvan barınağına bırakılmış bir sokak kedisi..


Çocuk yapmayı akıllarından bile geçirmeyen 'tuhaf' çiftimiz, hem yaralı hem de ağır hasta olan bu kediyi 'evlatlık' edinmek isterler..

Tedavisi sürdüğü için ancak bir ay sonra kedilerine kavuşabilecek olmaları, onlarda biraz hayal kırıklığı yaratmıştır..
Bu durumda, 'tuhaf' bir karar daha alırlar: Bir aylık bekleme süresinin sonunda özgürlüklerini yitireceklerini -hatta bi şekilde- öleceklerini kabul ederek, hâlen yapmakta oldukları işlerini bırakıp, tamamen istedikleri şeyleri yapmaya karar verirler..

İşin tuhafı, ne yapacakları konusunda hiçbir fikirleri yoktur.. 
Ee.. Deminden beri boşuna mı, 'tuhaf' deyip duruyorum kendilerine!.

Sophie (Miranda July), bir çocuk yuvasında dans öğretmenliği yaparak geçimini sağlayan, 'güzellik' hususunda -kendi deyimiyle- tam da sınırda bir yerde duran, ama 'misket' gibi gözleri hemen fark edilen, 'kırılgan' bir kadındır..


Evden çalışarak, bilgisayar üzerinden bir takım işler yaparak geçinen bir adam olan Jason (Hamish Linklater), her ne kadar, 'istediği zaman, zamanı durdurabilme' gibi olağanüstü bir yeteneğe sahipse de partneri Sophie ile âdeta, ruh ikizlerini bulmuşcasına bir benzerlik arz etmektedirler.. 
('Zamanı durdurma' konusunda ciddiyim, valla! Hem ben 'tuhaf' diyerek uyarmıştım, biliyorsun.)

'Kırılganlık' ve 'İçedönüklük' ortak paydasında rahatça buluşan, yaşamsal hareketlerini ağır çekimde gerçekleştirebilen (Sen istersen, 'tembel' de diyebilirsin.) bu ikili -çoğu insan gibi- 'hayatta olmak istedikleri' hususunda, ilk gençlik hayallerinin/hedeflerinin oldukça uzağına düşmüş kişilerdir..

İşlerinden ayrılan çiftin erkek tarafı, bundan sonraki yaşantısında, çevreye dikkat kesilmeyi ve 'farkında' olmayı amaçlar.. 
Giderek bunu başarabildiğini düşünen oğlan, eskiden karşısına çıktığında, 'ilgilenmediğini' söyleyerek yanından uzaklaştığı 'çevreci örgüt'ün mensubuna bu sefer kulak verir.. 
'Ağaçtan Ağaca' vakfının bir gönüllüsü olarak (Belki de tek gönüllüsü!), kapı kapı dolaşarak, fidan karşılığında bağış toplamaya başlar..

Çiftimizin kız tarafı ise, bir arkadaşının yaptığını örnek alarak, evde kendince icra ettiği dansları videoya çekerek İnternet'e koymanın çalışmaları içine girer.. Her ne kadar dans öğretmenliği varsa da kızımızın bu konuda pek kâbiliyetli olduğu söylenemez..

Sophie ile Jason'ın -birbirlerinden başka- arkadaşları ve çevreleri -neredeyse- yok gibidir.. 
İşsiz ve arayışla geçmekte olan bu süreç, her ikisinin de yeni dostluklar kurmasını sağlayacak gibi görünmektedir..


Filozof Kedi Paw Paw

2005'te yaptığı Me and You and Everyone We Know ile, başta Cannes olmak üzre birçok festivalde ödüller kazanan Miranda July, bu ikinci uzun metrajlı filminin de hem senaristi, hem yönetmeni hemi de başrol oyuncusu..

O ilk filmi gibi ödüllere boğulmadığından da anlıyoruz ki The Future, pek rağbet görmemiş; lâkin ben, dramı absürtle, absürdü ise 'naif görünümlü' keskin bir mizahla yoğurmuş 'zekî' senaryoyu ve buna en uygun bir teknikle oluşturulmuş filmi -doğrusu- oldukça tuttum..

Öte yandan, 'küçük' insanın 'önemsiz' hâllerine, alışılmışın ve kalıpların ötesinde 'bağımsızca' yaklaşan yapım, şu sıralar -yabancısından yerlisine- suça, rekabete ve ille de aksiyona abanan filmlerin arasında bir vaha gibi durmakta..


Bildiğimiz dünyadan değillermiş gibi yaşayan tüm kahramanlarının konuşmasından hareketlerine ve olayların akışına kadar ağır ağır ilerleyen, ama hep 'sempatik' kalan bu film, bir sonraki gelişmeyi merak ettirmesiyle de sıkıcılıktan oldukça uzak..

Biraz hüzünlü, biraz komik, gerçekler üzerine dökülmüş 'gerçeküstü' sosu yerinde ve bolca da 'absürt' yapımın -bildiğiniz gibi- bir de kedisi var.. 
İnsanı gibi, kedisi de bir tuhaf tabii..

Filmin açılışını da yapan ve kendisine Türkçe olarak, 'Pati Pati' diyebileceğimiz bu 'konuşan kedi', bir yandan yeni sahiplerini sabırsızlıkla beklemekte, bir yandan da 'anlatıcı' özelliğiyle, hep sokakta geçmiş yaşantısıyla ve de gelecekteki hayâli yaşantısı üzerine resmen felsefe yapmakta ki görmelere seza..


Sadece kedi konuşsa iyi, gökteki ay'ın bile kahramanlarla sohbet ettiği, sürünerek ilerleyen tişörtlerin cirit attığı bir tuhaf atmosfer yaratan film, zaman olgusuyla da oynayarak, onu, bir kahramanına göre dondururken, diğeri açısından, inanılmaz bir hızla akıtmakta hiçbir beis görmüyor..

Kendisine çok yakışan 'belirsiz' bir sona sahip The Future, insanların 'kadim' yalnızlığını ve bunu gidermenin yollarını arama çabalarını; terk edişleri, pişmanlıkları ve geri dönüşleri; ancak kaybedildiğinde -tüm yakıcılığıyla- hissedilen, aşkı ve alışkanlığı -belki milyonuncu kez- ama kendine has, tuhaf bir lisanla anlatıyor..

The Future / Gelecek


Yönetmen: Miranda July
Senaryo: Miranda July
Oyuncular: Miranda July, Hamish Linklater, David Warshofsky
Yapım: Almanya – ABD, 2011, 91′

7  /10