Yıl içinde bizde de gösterime
giren, girmese bile İnternet'ten, DVD'den falan bi şekilde
izlediğim bütün o filmlerin çokluğu özümü
bazen şaşırtır..
Nasıl bu kadar çok film
çekilebilmiş, nasıl da ben bu kadar çok film
izleyebilmişim diye düşünürüm zaman zaman..
Hemen sonra da aklıma düşen şey,
neredeyse dehşete düşürecek kadar çarpıcıdır:
"İzlediğim bunca filmin en
önemli kaynağı ABD, daha sonra da bazı Avrupa ülkeleri..
Hadi araya bir kaç da Japon, Çin, Kore filmi
giriversin..
Peki dünyanın geriye kalan onlarca ülkesinde neler oluyor..
Afrika'dan falan bahsetmiyorum; iki üç ülke dışında sinemasından -genel olarak- habersiz olduğumuz yanı başımızdaki şu Avrupa'da kim bilir ne başyapıtlar geçip gidiyor..
İki üç sene önce bir festivalde, 'komşi' Bulgaristan'dan gelmiş bir filmle nasıl heyecanlanıp sarsıldığım aklıma geldi de şimdi.."
Peki dünyanın geriye kalan onlarca ülkesinde neler oluyor..
Afrika'dan falan bahsetmiyorum; iki üç ülke dışında sinemasından -genel olarak- habersiz olduğumuz yanı başımızdaki şu Avrupa'da kim bilir ne başyapıtlar geçip gidiyor..
İki üç sene önce bir festivalde, 'komşi' Bulgaristan'dan gelmiş bir filmle nasıl heyecanlanıp sarsıldığım aklıma geldi de şimdi.."
Neyse, galiba en iyisi, bu işlere
fazla kafayı takmamak..
Bulup da izlediklerimiz için
şükretmeli, hiç ummadığımız yerlerden kalkıp
ayağımıza kadar gelenleri de mümkün olduğu kadar
kaçırmamaya dikkat etmeli..
Bu şiarı zaten az-çok
uygulamaya hevesli biri olarak, İstanbul Modern'deki 'Afrika!'
başlığı altında gösterilen filmlerden haberim vardı da
oraya giderek, etkinliğe karışmaya mecâlim yoktu..
Oysa o AFRİKA, kulak çınlamasına
benzer bir etkiyi gözümde yaratıyor; her bir harfi renkli
neonlarla yazılmışcasına, ışıl ışıl yanıyor sönüyor,
yanıyor sönüyordu..
Bencileyin iddiasız bir fâni,
dünyanın şu garip ülkesinde ikâmet edip de -ömrü
boyunca- kaç adet Afrika filmi izleyebilir ki..
Düşünün yâni,
böylesine motive olduğum hâlde bu etkinlikten payıma
düşen film sayısı sadece bir oldu..
Hem üzülüyor, hem de kısmet diyorum tabii; bunu da bulamayanlar var!
Hem üzülüyor, hem de kısmet diyorum tabii; bunu da bulamayanlar var!
Yetim
Atim'in İntikâmı
Babasını, bir süre önce
ülkede yaşanmış iç savaşa kurban vermiş ve çok
yaşlı dedesi ile birlikte bir köyde yaşayan genç
delikanlı 'yetim' Atim'in, kısa süren, ama her anlamda
gerçekleşen 'olgunlaşma' süreci üzerine bir film..
İç savaş sonrası iş başına
gelen yeni hükumet, tüm savaş suçlularını
kapsayan bir genel af ilan eder..
Atim'in babasını öldüren Nassara (Youssouf Djaoro) da bu aftan yararlanacaktır tabii..
Atim'in babasını öldüren Nassara (Youssouf Djaoro) da bu aftan yararlanacaktır tabii..
Bu fiili duruma, savaşın tüm
mağdurlarıyla birlikte yetim Atim (Ali Barkai) ve dedesi (Khayar
Oumar Defallah) de isyan edecektir..
Sonuç olarak ortada, intikam
ateşiyle yanan ve henüz soğumamış bir baba, bir de oğul
yüreği vardır; alabildiğine de acı yüklü..
İntikam hırsı, yaşama enerjisine
dönüşmüş âmâ Dede, özenle sakladığı
oğluna ait tabancayı genç torununa vererek, başkentte
oturan o kâtilden öçlerini bizzat kendi elleriyle
almasını ister..
Yetim oğlan, elinde küçük
bir çanta ve belinde bir 'emânet'le, zamanın âdeta
durduğu köyünden ayrılarak, büyük şehri
oluşturan kafa karıştırıcı büyük hareketin içine
dalıverir..
Burada yaşayacağı her türlü
tecrübe, onun evdeki hesabını birazcık altüst ederken;
kafasındaki 'kısıtlı' dünya da ister istemez genişleyecek
gibidir..
Senarist yönetmen Mahamat Saleh
Haroun'un 2006 yılında yaptığı bu film, sürekli harlanan
gerilimine karşın, ruhuma o kadar iyi geldi ki.. 'Sağolasın
İstanbul Modern!' diyerek gönüllü reklamlarını
yapmak istiyorum..
(Çadlı sanatçının adı,
'bizim' Mehmet Salih Harun'dan farklı değil tabii ki.. Ülkenin
resmi dili olduğu için- Fransızca'ya uydurulmuş bütün
bu isimleri jenerikte gördükçe, onları tek tek
Türkçe'ye çevirme arzumun tavana vurduğunu
söylemeliyim.)
Basit ama yüreğe dokunan
öyküsüyle, bazı ufak tefek aksaklıklara karşın,
gayet ustaca kotarılmış sahneleri ve kurgusuyla Daratt, debdebeden
uzak, sâkin bir nehir gibi akıp gidiyor..
Özellikle kahramanlarının 'bıçak
sırtı' ruh hâllerinin başarıyla yansıtıldığını
belirtirken; özellikle, karşılıklı karmaşık duyguların
yoğunluğuyla âdeta kendiliğinden yavaşlayan final
sekansındaki ustalığa hayran olmamak elde değil..
O değil de, Fransızlara has baget
ekmeklerin yapılışını, püf noktalarına dek öğrendim
ama Ramazan ayında Ramazan pidesini göremedim oralarda..
O da değil de, film boyunca sürekli
kulağımıza gelen ezanı okuyan Çadlı müezzinlerin,
alıştığımızın aksine tam bir Tarzan haykırışıyla müminleri
namaza çağırması, beni burada zaman zaman küfretme
noktasına getiren müezzinlerimizin kıymetini bilmemiz
gerektiğini hatırlattı..
Yine de dünyanın bir ucundaki
gariban bir ülkenin insanlarıyla aramızdaki câmi, ezan,
Ramazan ve iftar gibi ortak paydaları hissetmek iyi bir şeydi..
Bu ortaklığa -maalesef- iç
savaş ve siyasi cinayetler de giriyordu öte yandan; bir
anlığına hissettiğimiz, birazcık iyi duyguları anında
zehirlercesine insanlık dışı ve kötü!.
Daratt / Dry Season / Kuru Mevsim
Yönetmen: Mahamat Saleh Haroun
Senaryo: Mahamat Saleh Haroun
Oyuncular: Ali Barkai, Khayar Oumar
Defallah, Youssouf Djaoro, Aziza Hisseine, Djibril Ibrahim
Yapım: Chad | France | Belgium |
Austria / 2006
80 /100