Yenik çıktığı İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yükselişe
geçen Alman ekonomisine işgücü sağlamak için, İtalya, İspanya, Yugoslavya ve
Yunanistan’dan yapılan 'misafir işçi' sevkine, altmışlı yıllardan itibaren
Portekiz ve Türkiye de katılır..
1964, Almanya'ya göçen yabancı işçi sayısında en büyük
yoğunluğun yaşandığı yıldır..
İşte bu yılın bir gününde Türkiye'den Almanya'ya trenle
ulaşmış Hüseyin Yılmaz, o sırada biraz mutluluktan uçtuğundan, biraz da
centilmenliği tuttuğundan, 'Bir Milyonuncu Misafir İşçi' unvanından ve hediye
olarak verilen motosikletten mahrum kalır..
Zira, upuzun giriş kuyruğundaki sırasını -kibarlık yaparak-
bir Portekizli'ye vermiş, kendisi de böylelikle Almanya'ya giriş yapan
1.000.001. misafir işçi olmuştur..
İşbu film, karısını ve iki çocuğunu memleketinde bırakarak
gurbet elde çalışmaya gitmiş Hüseyin Yılmaz'ın, bir bakıma sıradan, oysa filmin
de baktığı açıdan baktığımızda, alabildiğine masalsı ve pek renkli yaşamının
ayrıntılı öyküsünü anlatıyor..
Hüseyin, yarım yüzyılı aşkın Almanya'da çalıştıktan sonra
artık torun torba sahibi emekli bir dede kıvamına gelmiş ve -biraz da karısının
zorlamasıyla- Alman vatandaşı dahi olmuştur..
Gayet dinamik bir anlatım ve kurguyla Hüseyin'i ta
gençliğinde, köydeki kızlara bıyık burarken kadrajına alan film, onu
sevdiceğiyle evlendirdikten sonra, göçtükleri büyük şehrin gecekondu
mahallesinde çoluk çocuğa karıştırır; bir kaç yıl sonra, Hüseyin'in önce tek
başına başlayan Almanya macerasına, daha sonra da tüm Yılmaz ailesini
katıverir..
Gurbetçi Hüseyin, bundan böyle ailesiyle birlikte iyice
yerleştiği Almanya'da kök salar belki ama köyünü de unutmaz..
Bir zamanlar her yaz tatilinde, ailesiyle birlikte giderdiği
memleket hasreti, gayrı ömrünün şu son günlerinde kendisi için iyice dayanılmaz
bir hâle gelmiştir..
Gelinle, torunlarla falan iyice büyüyen ailesini, biraz zor
da olsa ikna ederek toparlar ve doluştukları bir minibüsle son Türkiye
yolculuğuna çıkarlar..
İşgücü İstedik Ama
İnsanlar Geldi
Almanların, gelmelerinden bir kaç yıl sonra vatanlarına geri dönmelerini -büyük bir yanılgıyla- umdukları yabancı işçilerin bir kısmı -bu arada bizim Hüseyin de- Almanya'yı ikinci vatanları belleyecek, ailelerini de getirterek buraya iyice yerleşecek, böylece yepyeni ve çok farklı bir 'melez' hayatın ilk örneklerini idrak edeceklerdir..
Bir zamanlar, daha çok iş ve barınmanın zor şartlarından,
ayrıca yabancı bir topluma uyum sağlama yönünden -bir bakıma- 'Almanya Acı
Vatan' türküsünü söyleyen bu insanların büyük bir çoğunluğu artık normalleşmiş
ve de rutin bir hayatın içinde yaşayıp gitmektedirler..
Öte yandan, babası gibi Almanya'da doğan ve Türkçe
konuşamayan altı yaşındaki torun Cenk'in, 'Söyleyin, ben Alman mıyım, yoksa
Türk mü?' tepkisiyle ortaya konan, yeni kuşağın 'Arada kalmış' ikilemli ruh
hâli, olayın bir başka hassas noktasıdır ve oldukça önemlidir..
Bu yeni durumun farkına yeni yeni uyanan Almanlar,
"İşgücü istedik, insan geldi" sözüyle dillendirdikleri ilk
şaşkınlıklarını çoktan üzerlerinden atmış olmalılar.. Hem, bu 'acı' gerçeği
kabul etmekten başka çareleri kalmadığı da çok açıktır..
Elbette bu fiili durumu asla kabullenemeyecek ırkçı kafaların varlığını da unutmuş değilim..
Onların 'dazlak' kafalarında şekillenen, müstakbel 'Türk
Soykırımı'nı gerçekleştirecek bir Führer'in hayaliyle yalanmalarını
-Türkiye'den bile- hissetmek, hiç de zor değildir..
Aman yanlış anlaşılmasın, bu 'biraz ağır' tespitler, tamamen
benim kuruntularıma dahildir..
Yaşlı bir Alman kadının çemkirmesiyle, sadece kısa bir
sahnede ve 'kibarca' hissettirilen bu ırkçı tavır dışında film, bu 'sert'
mevzulara girmeye pek niyetli olmadığı gibi, 'kaba' bir politikleşme tercihine
de hiç yüz vermez..
Zaten bu yöndeki 'gereksiz' bir sertlik, her türlü toplumsal
ve politik eleştirisini -komedinin de yumuşatıcı etkisiyle- 'sakin kalarak'
yapan bu filme yakışmazdı doğrusu..
Gerçekçi olduğu kadar, hayallerle yoğrulmuş samimi senaryosuyla, gayet başarılı reji ve harika kurgusuyla -en küçüğünden en büyüğüne- üstün performanslı oyuncu kadrosuyla, bayağılaşmadan 'şirin' olabilmenin âdeta dersini veren film -benim açımdan- yılın sürpriz yapımlarından biri oldu..
Almanya - Willkommen in Deutschland, hem Türk, hem de
Alman sosyal tarihi açısından -özellikle- bir dönüm, hatta dönüşüm sürecini
başlatan o dönemi, pek dokunaklı olan hüznünü neşesine bi güzel yedirerek ve
tüm canlılığıyla o kadar güzel ortaya koyuyor ki yaratıcılarına, "Helâl
olsun" demekten kendimi alıkoyamıyorum..
Almanya - Willkommen in Deutschland / Almanya'ya Hoş
Geldiniz
Yönetmen: Yasemin Şamdereli
Senaryo: Yasemin Şamdereli, Nesrin Şamdereli
Oyuncular: Vedat Erincin, Fahri Yardım, Lilay Huser,
Demet Gül, Aylin Tezel, Denis Moschitto, Petra Schmidt-Schaller
Yapım: 2011, Almanya, 97 dk.