26.2.09

My Bloody Valentine 3-D :: Geçmiş Sevgililer Günü katliamınız kutlu olsun!.



Sevgili sitesinden henüz size: “Sevgililer Dünü’n nasıl geçti, köleee?” deyu seslenmeden bir kaç gün önce sevgili Landlord, paraya tapanların ibadethanesi gibi gördüğü ve bilcümle AVM’lerin kralı pozisyonundaki Kanyon'un yürüyen merdiveninde sıkıştırıverdi bendenizi: “Sen ne alacan bakayım?”

Belli ki yengeye ne hediye alacağını bulamamış, ağzımı arıyor..
Söylemedim tabii: “Sevgililer Günü falan tanımam ben arkadaş!.” deyince inanmamış gibi görünse de fazla da üstelemedi; sanırım karşı atağımdan çekindi, yazık!.

Ben de üstüne gitmeyince, kâh çevremizde fıldır fıldır dolanan ‘parasal müminlerin’ alışlı-verişli ibadetlerini seyrederek, kâh onlar üzerine verilen Landlord vaazları eşliğinde yürüyerek ortamdan ayrıldık; sonra da metroya binip Taksim’e vardık..

Patron yine acıkmıştı.. oysa daha iki saat önce, Sevgililer Günü Katliamı adlı filmin gösterimi öncesi Kanyon’da yediği poğaçaların adetini size söylesem kesinlikle inanamazsınız..

Sabahın köründe Murat Erşahin üstatla mekana gelmiş, bir köşede oturarak, çayın yanında bir kaç parça kurabiyeyle nefsimi köreltiyordum ki birden yanımda bitti kendisi: Yol boyunca şöyle bir okuduktan sonra -yazın sıcak günlerinde sivrisinekleri evin duvarına yapıştırmaya yarayacak biçimde- katladığı bir futbol gazetesini elinde tutuyor; bu kağıttan mamul raketin üzerinde, fırıncı küreğinde sıralanmış Ramazan pideleri misali birçok poğaça göze çarpıyordu..
Çok açık ki, diğer elindeki çayından aldığı her yudumla birlikte bu poğaçalar, birer birer Landlord’un haşmetli gövdesini boylayacaktı çaresiz..




Yiyeceğimden değil, zavallı poğaçalardan hiç olmazsa birinin hayatını kurtarmak maksadıyla elimi şöyle bir uzattığım anda, kendisinden hiç de umulmayacak bir matador estetiği ve çevikliğiyle o bu hamlemi savuşturup, elindekileri hemen arkasına saklayıverdi..

Sağdan sola, yukarıdan aşağıya- benim en azından iki mislim çekecek bu adama karşı mevcut durumu zorlamanın hiç bir manası yoktu..
O karşıma geçmiş habire yerken ben de naçar vaziyette yutkunarak onu seyrediyordum sevgili okuyucular..

Siz şimdi çoktan, en kibar yazılışıyla: “Lan birader, sen oraya Landlord nam yiğitin bohça yemesini seyretmeye mi gittin, yoksa film seyretmeye mi?” demişinizdir biliyorum ve hemen filme geçiyorum..
(Hemenini seveyim!)




Ben sana 3D film yapamazsın demedim Patrick efendi

Var olmasını ve yaşamını sürdürmesini kömür çıkarılan bir maden ocağına borçlu olan, Amerika’nın küçük bir kasabasıdır Harmony..
Bundan on yıl önce madende meydana gelen ve birçok işçinin ölümüyle sonuçlanan bir olayla birlikte de Harmony kasabasının armonisi, ilelebet bozulacaktır..

Tıfıl bir maden işçisi olan Tom Hanniger (Jensen Ackles)’ın neden olduğu kazadan koma halinde kurtulan bir başka madenci Harry Warden, bu olayın bir yıl sonrasına tekabül eden bir Sevgililer Günü’nde derin uykusundan uyanır ve hastaneden kaçıp kendisine ekstradan bir gizem sağlayan gaz maskesini takınıp, kazma-küreğini de yüklenerek maden ocağındaki olay mahalline varır.
Bu anlamlı günün gecesini başka bir yer kalmamış gibi, madenin derin ve tehlikeli tünellerinde kutlamaya kalkışan kasabanın aşık gençleri başta olmak üzre onlarca kişi, Harry’nin becerikli ellerinden çıkma kazma darbeleriyle, öteki aleme yollanırlar maalesef..

Katliamın büyük bir bölümü bittikten sonra olay yerine intikal eden Şerif ve adamları da zombi-madenci Harry Warden’ı öldürüp, kasabayı bu beladan kurtarırlar.. mı acaba?.
Tabii ki hayır, film henüz yeni başlamış, çeşitli pozisyonlarda ölmek üzere bir dizi insan sıraya girmiş beklemektedir..




Günümüze geldiğimizde, Sevgililer Günü Katliamı’ndan sağ kurtulmuş ve kasabayı terk etmiş gençlerden biri olan Tom Hanniger’ın Harmony’ye geri döndüğünü görürüz..
Gayet yakışıklı bu oğlan, üstelik zengindir de..

“Kardeşim bu herif on yıl önce maden işçisi değil miydi; ne ara zengin oldu?.” şeklinde sorularla üstüme gelmeyin; zira filmin o bölümünde, 2D miyop gözlüğümün üstüne iliştirdiğim 3D gözlüğü, habire çıkarıp takmakla meşguldüm..
“Bu şekil yapınca film nasıl görünüyor.. Acep, sağ gözümü yumunca soldaki boyut bir yere gider mi ya da sol gözümü açıp kapadıkça olaya daha başka boyutlarda katılır mı?” gibisinden gayet bilimsel denemeler yaparken filmin orasını hafiften kaçırmışım valla..

Neyse.. Tom, etrafını çeviren meraklılara, tahminimce, kendisine babasından kalmış olan maden hisselerini satmak, sonra da paraları dövize çevirip piyasadan çekilmek amacıyla kasabaya geldiğini söyler..
Bu arada hâlâ tutkuyla sevdiği belli olan eski kız arkadaşı Sarah’nın (Jaime King) peşine takılıp kızın aklını çelmeye de çalışır falan..
Oysa Sarah, bu zaman zarfında kasabanın genç şerifi Axel’la (Kerr Smith) evlenip mutlu bir yuva kurmuştur.. Bu fiili ve medeni durum bile Tom oğlanın azgınlığına bir gem vuramaz; hisseleri satmaktan dahi vazgeçer ve kasabaya yeniden yerleşmeye karar verir..




Bu arada, on yıl önceki kazmalı katil, sanki Tom’un gelişini bekliyormuşçasına ortaya çıkmış ve yeniden, bol kanlı cinayetler işlenmeye başlanmıştır..
Öldü bildiğimiz Harry Warden, yoksa mezarından çıkıp geri mi gelmiştir?.
Ya da aynı maskeyi ve kazmayı edinmiş bir başka sapık, Harmony’nin ‘meşum ama turistik’ efsanesini yaşatmaya mı karar vermiştir?

“Ne o yazar efendi, bu sefer hikayeyi kısa kestin?” derseniz eğer, ben de şöyle dert yanarım: Ne anlatayım bilader; bir kellenin arka nahiyesinden girip önden çıkan kazmanın ucunda durup bize bakan bir adet sürmeli gözün güzelliğinden mi bahsedeyim; yoksa, parça pinçik edilmiş gövdelerden çıkarılan kalplerin, bedavaya getirilmiş bir Sevgililer Günü hediyesi olarak kullanımının sosyo-ekonomik irdelemesini mi yapayım?.
İsterseniz, katil efendinin, kısa boylu motelci kadının alt tarafından ve iki bacağı arasından kazmasıyla girip, başından çıkmak suretiyle tavana iliştirmesindeki ince mizahtan da dem vurabilirim..
Peki, -bayağı bir değişiklik olarak- kazmayla değil de geniş bir kömür küreğiyle boğazından duvara yapıştırılan bir kızın, az sonra başının kopmasıyla birlikte küreğin altında yere yığılan bedenindeki duruşun estetiğine ne dersiniz?. tamam sustum!.

Quentin Tarantino, bir yeniden çevrim olan (Ki bizler buna kendi aramızda ‘remake’ deriz.) bu filmin 1981 yılındaki aslını, ‘Tüm zamanların en iyi kanlı filmi’ olarak nitelendirmiş..
Ben de bu yeni yapımı, Tersninja’nın bana verdiği yetkiyle: ‘Son zamanların en kanlı ama en dandik tridili filmi’ ilan ediyorum..

Patrick Lussier‘nin yönettiği Sevgililer Günü Katliamı, 3 boyutlu olmasının dışında bir özellik ve güzellik sunamayan, vasatın altında kalmış (Canı da çıkar inşallah!) bir nevi, Amerikan usulü ‘Teen Slasher‘ filmi..
Demek ki önemli olan, bir filmi tridi mridi yapıp, gerisini koyuvermek değilmiş; ya da şöyle söyleyeyim: “Ben sana 3D film yapamazsın demedim Patrick efendi, ben sana film yapamazsın dedim.”



Yok Rocky’nin sol kolu ya da Aragones’in düşünen burnu

Tiridi deyince nedense aklıma geldi: Nerde kalmıştık? Hah, Taksim’de ve Landlord’un acıkmasında..

Taksim’e gitmemizin sebebi, Fitaş Sineması‘ndan, !f için bir bilet almaya niyetlenmiş olmam idi.. Ben gişenin önündeki kuyruğa girdim, yürümekten ve açlıktan bitap düşmüş Landlord da kendini bir masaj koltuğuna bırakıverdi..
Bir türlü ilerlemeyen kuyrukta festivalin broşürünü incelerken bir de ne göreyim a dostlar, biletin fiyatı 12 TL değil miymiş.. Lafa bak, elbette 12 TL imiş!.

En fazla 5 TL için uzunca bir süredir hazırlamış olduğum bünyem, bu ani şoku kaldıracak gibi görünmüyordu; beynim, mevcut tehlikeli durumdan hemen uzaklaşmanın çarelerini ararken, bu kadar yolu benim yüzümden katetmiş Landlord’a şöyle bir baktım ki altındaki koltuğun yoğun çalışmaları sebebiyle olsa gerek, yüzünde belirmiş olan mutlu bir ifadeyle etrafa bakınıyordu..
O görmeden, sıradan çıkıp yanına gittim: “Tüh ya.. hiç yer kalmamış.” mealinde yazıklandım ve hemen mevzuyu değiştirip masajın iyi gelip gelmediğini sordum..
Meğer ona da koltuk pahalı gelmiş, para falan atmadan öylesine oturuyormuş, ben de yanındakine oturdum..

Biraz sonra ayaklanan Landlord: “Hadi kalk, Beşiktaş’a gidelim de bir dürüm nasıl olurmuş sana göstereyim.” dediğinde, az önce şahit olduğum, koltuktaki o dalgın ama mutlu halinin sebebini şimdi anlıyordum..

Sevgili Patron’un meşhur dürümcüsüne varmış, dükkanın önüne çıkarılmış bir küçük masanın etrafına dizilmiş hasır taburelere mabadımızı yerleştirmiş ve siparişimizi vermiştik.
Kafi miktar sonra kendileri dürülmüş bir halde geldiler; hakkaten, Landlord’un yolda anlattığı kadar vardı, bunların en azından ebadı, emsallerinden farklı idi..




Ama son tahlilde de olsa, dürülmüş bir küçük halı boyutlarındaki bu eleman da malum kaderinden asla kaçamayacak, sevgili arkadaşı köpüklü ayranla birlikte, o bilinmeyene doğru yol alacaktı..
Bendeniz daha ikinci ısırık için ağzımı açmışken, az önce Landlord’un elinde gördüğüm, yarım metre boyunda ve Sylvester Stallone’nin Rocky olmuş halinin sol kolu kalınlığındaki zavallı dürüm, bir anda ortadan kaybolmuştu..
(Hah, bu son benzetmeyle mevzuyu sinemaya taşımam pek iyi oldu valla; zira yazılarımda sinemasal oran belli bir limitin altına düşerse Tersninja yazı kurulu problem çıkarıyor da.)

İşte her zamanki gibi bu sefer de onun hızına yetişememiştim; ben hâlâ o muhteşem dürüm hazretleriyle cebelleşirken, o, ince bellideki çayına attığı beş şekeri karıştırmakla meşguldü..

Akşam eve varıp çantamı açtığımda, Landlord’un sabah kürek olarak kullandığı ve sonra da yolda taşıtmak üzere bana verdiği o gazeteyle karşılaştım..
Sevgili Patronum, gazetesini bende unutmuştu; o andan itibaren, sabahki poğaçalar ve malum dürüm aklıma geldiğinden olsa gerek üzerime bir hüzün çöküverdi..
Gazeteyi saygıyla elime alıp şöyle bir incelerken, sağ gözümde aniden beliren bir damla yaş, yavaşça aşağıya doğru süzülüyor ve tam da, Fener’in dedesi Aragones’in ‘düşünceli’ burnunun üzerine damlıyordu..

Geçmiş Sevgililer Günü Bayramınız kutlu olsun efendim..


(İş bu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)