11.4.25

Drop: Kabul Et veya Reddet



 İlk randevular zaten yeterince sinir bozucu. Peki, isimsiz, görünmeyen internet ortamından birinin, sizi rahatsız edici seviyede bir cinayetle tehdit eden bildirimler gönderdiği bir ilk randevu nasıl olur? Kan dondurucu.

Yönetmen Christopher Landon, Ölüm Günün Kutlu Olsun filmlerinde mükemmelleştirdiği eğlenceli ve sizi sürekli tahmin yapmaya zorlayan gerilim tarzına geri dönüyor. 

Herkesin bir şüpheli ya da mağdur olduğu bu güncel cinayet gizeminde, herkes çevrede şüpheli ya da kurban.. 

Drop: Kabul Et veya Reddet filmi, büyük bütçeli yapımcılar Blumhouse ve Platinum Dunes tarafından ortaklaşa üretiliyor.

 


Emmy adayı Meghann Fahy, White Lotus ve The Perfect Couple dizilerinin yükselen yıldızı, yıllar sonra ilk randevusuna çıkan dul bir anne olan Violet’ı canlandırıyor. 

Violet, beklediğinden daha yakışıklı ve çekici olan randevusu Henry (Bizimle Başladı Bizimle Bitti’den Brandon Sklenar) ile şık bir restorana geldiğinde rahatlar. Ancak Violet, telefonuna gelen anonim mesajlarla önce sinirlenmeye, sonra korkmaya başlar ve ikilinin kimyaları bozulmaya başlar.

Violet’a kimseye söylememesi ve verilen talimatları takip etmesi söylenir, yoksa evinin güvenlik kameralarında gördüğü kapüşonlu kişi, Violet’ın küçük oğlunu ve bakıcı kız kardeşini öldürecektir.

 Violet, sevdiklerinin hayatlarını kurtarmak için tam olarak verilen talimatları yerine getirmek zorundadır. 

Görünmeyen zalimin son talimatı? Henry’i öldür.



Filmde ayrıca Violett Beane (Truth or Dare) ve yeni oyuncu Jacob Robinson, Violet’ın kız kardeşi ve oğlu olarak rol alıyor. 

Reed Diamond (Kazanma Sanatı), Gabrielle Ryan (Power Book IV: Force), Jeffery Self (Mack & Rita), Ed Weeks (The Mindy Project) ve Travis Nelson (The Lake) ise restoranın personeli ve müşterilerini canlandırıyor.



Drop, son olarak Meşhur Hayalet Ernest ve kültürel etkisi büyük Blumhouse hitleri Sıra Dışı, Paranormal Activity: İşaretliler ve Ölüm Günün Kutlu Olsun serilerinin yönetmenliğini üstlenen ünlü sinemacı Christopher Landon tarafından yönetiliyor. 

Film, Blumhouse’un Truth or Dare ve Fantasy Island filmlerinin senaristleri Jillian Jacobs ve Chris Roach tarafından yazıldı. 

Film, Blumhouse için Jason Blum (Freddy’nin Pizza Dükkanında Beş Gece, M3GAN) tarafından, Platinum Dunes için ise Michael Bay (Transformers filmleri, Sessiz Bir Yer serisi), Brad Fuller (Sessiz Bir Yer filmleri, Arınma Geces, serisi) ve Cameron Fuller (The Astronaut) tarafından yapımcılığı üstleniyor.


 

#DropKabulEtveyaReddetFilmi


Yönetmen: Christopher Landon

Yazanlar: Jillian Jacobs & Chris Roach

Oyuncular: Meghann Fahy, Brandon Sklenar, Violett Beane, Jacob Robinson, Reed Diamond, Gabrielle Ryan, Jeffery Self, Ed Weeks, Travis Nelson

Yapımcılar: Michael Bay, Jason Blum, Brad Fuller, Cameron Fuller

Yürütücü Yapımcı: Sam Lerner

Tür: Gerilim




ARKA PLAN


Hayal edin: Şık bir restorandasınız, gecenizin tadını çıkarıyorsunuz. Bir anda telefonunuza beklenmedik bir bildirim düşüyor: Restorandaki tanımadığınız birinden bir “drop” isteği aldınız. Şaka olduğunu düşünerek kabul ediyorsunuz. Ancak gelenler komik meme’ler ya da şakalar değil. Mesajlar hem tehditkâr hem kişisel. İzleniyormuş, gözlemleniyormuş, manipüle ediliyormuşsunuz gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Dakikalar içinde, keyifli geceniz karanlık ve potansiyel olarak tehlikeli bir hâl alıyor.

“Drop”un anlatı motorunu oluşturan bu senaryo, aynı zamanda gerçek bir olaydan ilham alıyor. Platinum Dunes yapımcısı Cameron Fuller ve oyuncu arkadaşı Sam Lerner (The Goldbergs), aileleriyle birlikte çıktıkları yurtdışı tatilinde tanımadıkları kişilerden sürekli “drop” almaya başlamışlar. Fuller şöyle anlatıyor:

“Güzel bir akşam yemeğindeydik ve restorandan biri bize drop yollamaya başladı. Mesajlar gittikçe korkutucu hâle geldi. Sonunda kimin yolladığını tahmin ettik ama asla emin olamadık. İşin en korkutucu kısmı buydu. Drop’ları kimin yolladığına dair hiçbir fikrimiz olmadı. Ve sonra dedik ki: ‘Bu bir film olmalı.’”

Amerika’ya döndüklerinde fikirlerini, senarist Jillian Jacobs ve Christopher Roach ile paylaştılar. 

Fuller: “Normalde bir film böyle ortaya çıkmaz. Bu, tamamen doğru insanların ve biraz şansın birleşimiydi.”

Kısa sürede Jacobs ve Roach, senaryoyu tamamladı ve Fuller’a sundu. Fuller çok etkilenmişti: “Senaryoyu okurken baştan sona merakla bağlı kalıyorsanız, altın madeni bulmuşsunuz demektir.”

Senaryoyu babası ve aynı zamanda yapımcı olan Brad Fuller’a götürdü. “Babam kolay kolay heyecanlanmaz ama bu projeye bayıldı.”

Brad Fuller, senaryonun eşine az rastlanır bir gerilim potansiyeli taşıdığını hemen fark etti. Senaryo, zamana karşı yarışan gerilim öğeleri ile “katili bul” türünü ustalıkla harmanlıyordu. Hikâye neredeyse tamamen tek bir mekânda geçiyor ve gerçek zamanlı ilerliyordu:

“Ben kişisel olarak gerçekte yaşanabilecek filmlere çekilirim. Bu, harika bir gerçekçi gerilimdi. Senaryoyu ilk okuduğumda zaten bir filmdi.”

Yönetmen arayışına girildiğinde, Brad Fuller’ın aklına eski bir dostu geldi: “20 yıl kadar önce Michael Bay’le Universal için bir proje geliştiriyorduk ve genç Chris Landon’ı senaryoyu yeniden yazması için tutmuştuk. Yazdığına bayıldık ve o günden beri hep aklımda kaldı.”

Michael Bay de aynı fikirdeydi: “Chris Landon daha kimse onu fark etmeden önce ‘cool’du. Hikâye anlatma onun doğasında var. Bu öğrenilmez.”

O günden bu yana Landon, korku türünün aranan yönetmenlerinden biri hâline gelmişti. Fuller, Landon’a senaryoyu gönderdi, o da ertesi gün geri dönüp projeye bayıldığını ve yöneteceğini söyledi.

Landon, hem Fuller ailesiyle hem de Jason Blum’la uzun süredir çalışıyordu. “Blumhouse’un bana sağladığı yaratıcı özgürlük bu işbirliğini sürdürülebilir kılıyor,” diyor Landon.

Jason Blum ise şöyle diyor: “Chris, sizi korkutacak filmlerde adrenalini ve eğlenceyi bulma konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip. Korkudan koltuğunuza yapışsanız bile eğleniyorsunuz.”

Landon, “Drop”ta nostaljik bir fırsat gördü: “90’lar gerilimlerine, Hitchcock ve De Palma’ya selam gönderen bir film yapmak istedim. Aynı zamanda Red Eye gibi küçük ama sıkı gerilim filmlerine bir aşk mektubu.”

Film, aynı zamanda ev içi şiddet ve travmanın etkilerini işliyor. Landon, bu temaya kişisel olarak bağlı olduğunu söylüyor: “Yakınımda ev içi şiddet mağduru insanlar oldu. Bu benim için çok kişisel. Ama aynı zamanda, insanların çıkış yolu olduğunu da göstermek istedim.”



KARAKTERLER


VIOLET

Meghann Fahy


Violet, dul bir anne ve psikologdur. Özellikle şiddet mağdurlarıyla çalışan Violet, yıllar sonra ilk gerçek randevusuna çıkmayı kabul eder. Violet rolünde Meghann Fahy, kocasının ölümünü hâlâ atlatamamış bir kadını canlandırıyor. Kız kardeşi Jen’in (Violett Beane) ısrarı üzerine, tanışma uygulamasından tanıştığı Henry (Brandon Sklenar) ile akşam yemeğine çıkar.

“Violet, uzun bir aradan sonra tekrar flört dünyasına dönüyor ki bu başlı başına korkutucu bir şey,” diyor yapımcı Brad Fuller.

“Bir adamla buluşuyor ama onu gerçekten tanımıyor. Günümüzde bu çok yaygın. İnsanlar telefonlarında kendilerini bir şekilde sunuyor ama bu, gerçekte kim oldukları anlamına gelmiyor.”

Yapım ekibi, Fahy’yi başrolde düşünmeden başka bir aday değerlendirmedi.

“White Lotus’taki Daphne performansı beni büyülemişti,” diyor yönetmen Christopher Landon. “Bir masada otururken bile bu kadar dikkat çekici ve duygusal olabiliyorsa, bu rolde de aynı şeyi yapabilir dedim.”

Fahy, senaryoyu ilk okuduğunda Violet karakterine anında bağ kurduğunu söylüyor: “Bu kadının hayatta kalmış olması, iyi bir anne olması ve mesleği gereği başkalarına yardım etmesi beni çok etkiledi. Senaryo bir solukta okunuyor ve her şey gerçek zamanlı, tek mekânda geçiyor. Bu da oldukça etkileyici.”

Fahy ayrıca hikâyenin teknoloji gözetimiyle ilgili farkındalık yarattığını belirtiyor: “Filmin korkutucu yanı, bunun gerçekten olabilecek bir şey gibi hissedilmesi. Tanımadığınız biri size bir mesaj gönderebilir, etrafa bakarsınız, herkes telefonuna bakıyordur ve kimin olduğunu anlamak daha da zorlaşır.”

Aksiyon sahnelerinin bir kısmında kendi dublörlüğünü yapan Fahy, bu deneyimi şöyle anlatıyor: “İlk defa bir projede dublör sahneleri yaptım. Dublörüm Aoife Bailey inanılmazdı. Onunla harika bir uyum yakaladık. İlk başta gözümü korkuttu ama sonra çok eğlendim.”



HENRY

Brandon Sklenar


Violet’in korku dolu gecesi, tanıştığı fotoğrafçı Henry ile buluşması sırasında yaşanır. İlk başta her şey normal görünse de, olaylar geliştikçe Violet şüphelenmeye ve Henry’e güvenmemeye başlar.

“Henry tatlı, havalı, çekici bir adam,” diyor yapımcı Cameron Fuller.

“Ama ilk buluşmada herkes gibi ‘Kırmızı bayrak var mı?’ diye bakıyorsunuz. Bu onu ilginç kılıyor.”

Henry rolü için seçilen Brandon Sklenar, performansına derinlik katabilecek biri olarak görülüyordu.

“Sadece orada oturan sıkıcı biri olsaydı, Violet’in hareketliliğiyle tezat oluştururdu,” diyor Brad Fuller.

“Kariyerlerinin başındaki oyuncular genelde en hevesli olanlardır. Brandon ve Meghann tam olarak böyle.”

Sklenar, senaryoyu ilk okuduğunda çok etkilenmiş: “Böyle bir şey daha önce okumamıştım. Sınırlı mekân, güçlü diyaloglar… Bu bana 70’lerin filmlerini hatırlattı, örneğin The Conversation ya da Rear Window. Bu film onların modern bir akrabası gibi.”

“Henry karakterini ilk okuduğumda, ‘Bu adam kim?’ dedim,” diyor Sklenar.

“Basit biri gibi başlıyor ama zamanla vicdanı, ahlaki çizgileri ve hatta aşık oluşu ortaya çıkıyor. Bu çok önemliydi.”

Landon ile çalışmak da onun için cezbediciydi: “Ben tam bir korku filmi tutkunuyum. Chris’in bütün filmlerini izledim. Freaky’nin büyük hayranıyım. Setteki havası da çok rahattı, bu bence iyi işin göstergesidir.”

Fahy de Sklenar’ın sahnedeki varlığına övgüyle yaklaşıyor: “Brandon harika biri. Film adeta bir tiyatro oyunu gibi, bu yüzden karşındaki kişinin çok ‘orada’ olması gerekiyor. Kaos anlarında onun dengeli enerjisi bana çok yardımcı oldu.”




JEN

Violett Beane


Neşeli ve hızlı konuşmalarıyla tanınan Jen, Violet’in kız kardeşidir. Violet’in modası geçmiş kıyafetleriyle dalga geçmeyi sever. “Eğlenceli Teyze” lakabını sonuna kadar hak eder. Ama aynı zamanda sadık, sevgi dolu ve koruyucudur.

“Jen neredeyse Toby’nin ikinci annesi gibi,” diyor Beane.

“Hayatına neşe katıyor ve onunla çocuk gibi davranıyor.”

Jen aynı zamanda Violet için de bir moral kaynağıdır.

“Meghann’la birkaç ortak arkadaşımız vardı,” diyor Beane.

“Çok tatlı biri. Daha fazla sahnemiz olmasını isterdim.”

İşler sarpa sarınca Jen, yeğeni Toby ve kendi hayatı için elinden geleni yapar.

Bu rolde bazı dublör eğitimlerinden geçen Beane: “Yoğun sahneleri dublörler yaptı ama cam kırılması gibi bazı sahnelerde ben de yer aldım. Stunt eğitimi harikaydı.”

Çocuk oyuncu ile çalıştıkları için sette enerjinin neşeli tutulmasına özen gösterildi: “Çocuklarla çalışırken onları korkutmamak çok önemli. Ekibimiz bu konuda mükemmeldi.”



RICHARD

Reed Diamond


Filmin türler arası geçiş yapan yapısında, Violet’i korkutan Digidropper’ın kim olduğunu çözmeye çalışırken restoran personeli ve müşterileri birer şüpheli gibi işlev görür. Bu karakterlerden ilki olan Richard, uzun bir aradan sonra çıktığı kör randevuda olan yaşça büyük bir adamdır. Richard sevecen, kibar ve gergindir — ama gerçekten iyi biri mi, yoksa bu hali bir paravan mı?

“Nişanlımla birlikte bir kafede oyuncu seçim kasetlerini izliyorduk,” diyor yapımcı Cameron Fuller.

“Reed’in yedi dakikalık kasetini izliyorduk, kahvemiz gelmiş ama fark etmemişiz. Kalbim hızlı hızlı atıyordu. O kadar yetenekli ki, onu aldığımız için çok şanslıyız.”

Reed Diamond, genellikle dolandırıcı ya da zengin kötü adamları oynadığını, ama artık daha kırılgan bir karakter oynamak istediğini söylüyor:

“Menajerimi arayıp dedim ki: ‘Kötü adam oynamak istemiyorum, daha kırılgan, bana benzeyen bir karakter istiyorum.’ Sonra bu senaryo geldi. Richard çok hassas, tatlı ve bunu oynamak çok iyi hissettirdi.”




CARA

Gabrielle Ryan


Restoranda en geniş görüş alanına sahip kişi genellikle barmendir. Siparişler geldikçe, personelden tüm dedikoduları alır. Cara (Gabrielle Ryan), Palate’ın her şeyi gören gözüdür ve Violet’in gecesinin yavaş yavaş deliliğe dönüşünü izler. En sonunda harekete geçer.

“Cara, bal gibi bir barmen,” diyor Ryan.

“Herkese karşı nazik, ama Violet’le özel bir bağ kuruyor. Siparişi ve ismi hep hatırlayan türden biri.”

Whodunnit (katili bul) unsuru Ryan’ı da ilk okumada şaşırtmış: “Senaryoyu ilk okurken gerçekten kimin olduğunu bilmiyordum. Bir ara acaba ben mi Digidropper’ım diye düşündüm. Herkesin gizli saklı bir tarafı var.”



LINDY

Sarah McCormack


Restoranın nabzını tutan bir diğer karakter ise ev sahibidir. Konukları karşılayan ilk kişi olan Lindy, Palate’ın titiz ve düzenli kaptanıdır.

“Lindy oldukça katı biri,” diyor McCormack.

“İşlerin mükemmel gittiğini düşünür. İnsanlar Lindy’den korkar.”

Barmen Cara ne kadar yumuşaksa, Lindy o kadar keskindir.

“Palate’a gelen iyi görünmeli, iyi hissetmeli. Yoksa Lindy seni içeri bile almaz.”

Blumhouse filmleriyle büyüyen McCormack için bu projede olmak heyecan verici olmuş: “Chris Landon’ın büyük hayranıyım. Normal bir ilk randevuyu alıp onu gerilimle harmanlamak tam bir Blumhouse işi.”



MATT

Jeffery Self


Matt, Violet ve Henry’nin masasından sorumlu olan hızlı konuşan garsondur. Aynı zamanda doğaçlama komedyeni olma hayalleri kuran Matt’in bu işi sadece geçici bir “yan iş”tir.

“Matt’in ilk günü, ilk vardiyası,” diyor Self.

“Komedyen olmayı kafasına koymuş. Bu işe burun kıvırıyor. Bu şartlar altında hiç istemeyeceğiniz türden bir garson.”

Self, yönetmen Landon’ın doğaçlamaya açık çalışmasından çok memnun kalmış: “Chris önce senaryodaki gibi bir çekim alıyor, sonra ‘rahat takıl’ diyor. Matt gibi filtresiz bir karakter için bu bir oyun alanıydı.”

Filmin büyük final sahnesi, Self için unutulmaz olmuş: “Tam bir sinema anıydı. Normalde öyle sahnelerde olmam. Restorandaki o büyük doruk anı epikti. Sinemada izlemelik bir sahne.”




PHIL

Ed Weeks


Palate, piyanistsiz olmazdı. Phil, yetenekli ama biraz da yapışkan bir piyanisttir.

“Phil yetenekli ama biraz da bayat biridir,” diyor Weeks.

“Bahşiş peşindedir, fazla samimi olur.”

Weeks’in ilgisini çeken en büyük unsur gizemli yapısıydı: “Agatha Christie tarzı bir havası var. Tüm şüpheliler bir odada toplanmış. Daha ortada bir suç bile yokken hepsi tanıtılıyor. Çok zekice.”

Teknolojinin korkutucu boyutuna da dikkat çekiyor: “Hepimiz artık teknolojiye bağlıyız. Bilgisayardan telefona, oradan saatlere, kulaklıklara… Teknoloji resmen içimize işliyor. Film bu endişeyi çok iyi yansıtıyor.”



CONNOR

Travis Nelson


Connor, Palate’da gizemli bir müşteri olarak Violet’in gecesinde tekrar tekrar karşısına çıkar.

“Connor da diğerleri gibi gizemli biri,” diyor Nelson.

“Onu tam olarak tanımıyoruz. Violet’le aralarında çok kısa ama şüphe uyandıran etkileşimler var.”

Nelson’a göre bu film sinemada izlenmesi gerekenlerden: “Ben sinema deneyiminin büyük savunucusuyum. Özellikle bu tür bir gerilimi arkadaşlarınla karanlık bir salonda izlemelisin. Mükemmel bir randevu filmi.”




PRODÜKSİYON TASARIMI


“Drop”, neredeyse tamamen tek bir mekânda geçiyor: Chicago’nun bir gökdeleninin tepe katındaki lüks restoran Palate. Ancak bu restoranı OpenTable’da bulamazsınız — çünkü baştan sona, İrlanda’daki Ardmore Stüdyoları’nda sıfırdan inşa edildi.

Yapım tasarımcısı Susie Cullen ve ekibi, Palate’ı tamamen işlevsel bir restoran olarak sıfırdan yarattı.

Palate’ın tasarımında modern ve şık bir çizgi tercih edildi. Cullen, mekânın gerginliğini artıracak mimari detaylar ekledi: “Palate’ın biraz zincir restoran havası olsun istedik — Londra, Vegas ya da Dubai gibi şehirlerde şubesi olabilecek türden. Film, klostrofobi ve tuzağa düşmüşlük hissiyle ilgiliydi. Bu yüzden restoranın kemerimsi yapıları bir kafes hissi versin istedik.”

Mekâna hareket ve sürpriz katan katmanlar da önemliydi: “İnsanların ve kameranın farklı yönlerden hareket edebileceği, alternatif geçiş yolları istedim. Böylece drop’ların nereden geldiği konusunda izleyici daha fazla kafa karışıklığı yaşayacaktı.”

Tek bir mekânda geçen bir hikâyede, setin ilgi çekici olması gerektiğini vurgulayan Cullen: “Bu kadar çok zaman geçirilen bir mekânda kamera her açıyı görmek zorunda. Saklanacak yer yok.”


Palate seti sadece görsel değil, işlevsel olarak da gerçekçiydi.

“Sıfırdan inşa ettiklerine inanamadım,” diyor Gabrielle Ryan.

“Işıklar sete gömülüydü, bu yüzden çekim arasında ışık kurmaya gerek kalmadı. Gerçekten sipariş girebiliyordum, para alabiliyordum, kasa çalışıyordu. Harikaydı.”

Son çekim gününde, figüranlar ve ekip yönetmen Christopher Landon için sürpriz bir flash mob dans gösterisi hazırladı.

“Yeni bir sahneye hazırlanıyorduk, bir anda müzik çalmaya başladı. Baktım herkes dans ediyor. Bütün figüranlar prova yapmış. O kadar mutlu oldum ki…”


Set sekiz haftada inşa edildi.

Yapı, altına büyük bir teknik ekipman alanı kurmak için 10 metrelik bir platform üzerine oturtuldu.

Pratik aydınlatma —özellikle 90 adet cam avize— atmosferi yaratmakta önemli rol oynadı ve kamera açılarını daha esnek kıldı.

Restoran sahnelerinde gerçek menü, kayıtlı kasa sistemi, marka logolu tabak-bardaklar, menüler ve hatta tereyağı ambalajları kullanıldı. Tüm detaylar filmdeki Palate markasına özel tasarlandı.

Sıcak yemekler yalnızca senaryoda yer aldığı durumlarda servis edildi. Gerçek gibi görünen sahte tabaklar modelciler tarafından üretildi, kenarlarında ise şefin hazırladığı yenebilir garnitürler vardı. Bu sayede hem görüntü gerçekçiydi hem de alerji riskleri azaltıldı.

Set dekorasyonunda Kevin Downey (Queen Charlotte: A Bridgerton Story) ile birlikte çalışan Cullen, mobilyaları özel olarak ürettirdi veya döşemelerini değiştirdi. Her çatal-bıçak, her masa düzenlemesi filmin estetiğine göre seçildi.

Violet’in evinde geçen kısa sahnelerde ise Palate’ın kurumsal havasına kontrast olarak, dokulu ve sıcak bir yaşam alanı tasarlandı.




KOSTÜM TASARIMI


Kostüm tasarımcısı Gwen Jeffares-Hourie ve ekibi, Palate personeli için sıradan beyaz gömlek-siyah kravat kombinasyonlarından uzak, mekanın estetiğine uygun özel üniformalar tasarladı.

Ayrıca her figüran için ayrı ayrı arka plan hikâyeleri oluşturuldu ve buna göre kişiye özel kıyafet seçimleri yapıldı. Bu detay, restoran müşterilerinin “gerçek” hissettirmesini sağladı.

Violet için seçilen bordo tulum, şıklığı ve aksiyon sahnelerine uygunluğu ile öne çıkıyor. Bu kostüm, karakterin rutininden çıkıp cesur bir adım attığını da simgeliyor.

Senaryonun ilk versiyonunda bu tulum siyahtı. Jeffares-Hourie yönetmen Landon’a tulumun rengini değiştirmeyi önerdi: “Bu kadar güzel bir kadını siyah bir tulumla sahnede kaybetmek istemedik.”



DUBLÖR SAHNELERİ


Finalde Palate restoranında geçen büyük aksiyon sahnesi için dublör koordinatörü Brendan Condren (Lioness, Bodkin) ve ekibi oldukça karmaşık bir tel sistemi kurdu. Bu sistem, bir karakterin camdan dışarı “çekiliyormuş” gibi görünmesini sağladı.

Farklı çekim açılarında tutarlılık sağlamak adına Palate logosunun üstüne düşen bir maket manken için nokta atışı yapılacak özel bir sistem inşa edildi. Çekimden önce Ardmore Stüdyoları’nda testler yapıldı.

Yüksek hızlı araba kovalamacası sahnesi için keskin sürüş teknikleri, koreografik trafik düzenleri ve aktörün sahnedeyken aracı bir dublörün kontrol ettiği özel bir “pod-car” sistemi kullanıldı.

Başrol oyuncuları çekim öncesi haftalarda, sahnelerinde görev alacak dublörlerle birlikte eğitim aldı. Oyuncuların çoğu sahneleri kendisi gerçekleştirdi, ancak daha tehlikeli sekanslarda dublörler devreye girdi.

Güvenlik önlemleri arasında, masalara kauçuk kenarlıklar takılması ve tüm cam malzemelerin “kırılabilir sahne camları” ile değiştirilmesi yer alıyordu.


Filmin mmknmrtb notu:   61   /100