22.5.15

The Woman In Black 2: Angel of Death / Siyahlı Kadın 2: Ölüm Meleği



İlk filmden farklı olarak Siyahlı Kadın bu kez hedefine genç bir öğretmeni alıyor.

40 sene sonrasının anlatıldığı filmin konusu ise; Eel Marsh House, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti tarafından sığınma evi olarak kullanılmaktadır. 
Savaştan korunmak için bir grup çocukla birlikte iki öğretmenin buraya gelmesiyle binanın karanlık gizemleri ve ölü ruhları uyanışa geçer. 

Genç öğretmen Eve, çocukların bakımıyla ilgilenmesi için buraya gönderilen çalışanlardan biridir. 
Eve da dahil olmak üzere ev sakinleri bir yandan savaşın kendilerine ettikleri kötülüklerle mücadele ederken bir taraftan da bilmedikleri bir sır tarafından tehdide uğramaya başlarlar.
 Eve elinden geldiği kadarıyla herkesi korumaya çalışsa da 'siyahlar içindeki kadın' yeni kurbanlar peşindedir...

İlk filmde Harry Potter'ın yıldızı Daniel Radcliffe yer alırken, ikinci film de de gene Harry Potter'dan iki oyuncu bulunuyor: Helen McCrory ve Adrian Rawlins.




Filmin mmknmrtb notu :: 

Geçen yüzyılın başlarına denk gelen bir zamanda İngiltere'de geçen öyküsü zayıf olsa da, dönemin küçük bir kasabasının ve 'perili' bir köşkün atmosferini oluştururken gösterdiği başarısıyla takdirimi kazanmış olan serinin ilk filminin -tam anlamıyla- ekmeğini yiyen bir yapım olmuş bu..

Bu kez senaryo, eskisini de aratır bir haldeyken, tekrardan yaratılmaya çalışılan atmosfer de -kanıksamanın da etkisiyle- ilk filmin çarpıcılığından bir hayli uzak kalıyor..
Böylece bütün iş oyuncu performanslarına kalıyor ki, bu çaba filmin vasata ulaşmasına bile katkı sağlayamıyor..  

Serinin ve Siyahlı Kadın denen hortlağın tamamen zorlama ve anlamsız çıkış noktasına rağmen, 'sinekten yağ çıkarma' denebilecek bu operasyon bakalım daha ne kadar sürecek..
Bi dahaki sefere olay günümüze taşınmazsa eğer hatırım kalır..

  / 5




EEL MARSH EVİNE DÖNÜŞ – SİYAHLI KADIN YENİDEN UYANIYOR

Talisman ve Hammer’ın 2012’te beyazperdeye taşıdığı “Siyahlı Kadın”, hali hazırda çok satar bir roman ve kapalı gişe oynanan bir oyundu.
Hammer’ın CEO’su ve başkanı olan Simon Oakes, “Hammer için, “Siyahlı Kadın” büyük bir heyecan yaratmıştı. Çünkü farklı türde bir korku filmi yapmak istemiş, ve Susan Hill’in bu gotik hikayesi bunu için iyi bir fırsat gibi gözükmüştür” dedi.


Hammer Films, türün bilinen başarılı örneklerinin yapımına imza atmış sektörün bilinen şirketlerinden biri.
Yapımları arasında; Dracula, Bir Milyon Yıl Önce ve Vampir Aşıklar sayılabilir.
Son olarak da The Quiet Ones, Sessizler filmiyle izleyiciyle buluştu.

“Siyahlı Kadın’ın başarısı bizi ziyadesiyle memnun etti ancak bu projeyi tek bir film olarak asla düşünmedik.” diye sözlerine devam eden Simon Oakes, “İlk film vizyona girdiğinde Susan’la devamını düşündüğümüzü belirten bir görüşme yaptım. İki ay sonra, Susan bizlere hikayeyi 40 yıl sonrasına taşıyan ve 2. Dünya Savaşı sırasında geçen bir fikirle geldi."


Filmin yapımcısı Richard Jackson, “Susan’ın yeni hikâyedeki ilham kaynağı, East Anglia’da bulduğu terk edilmiş bir hava sahası ve savaş zamanındaki unsurların, Siyahlı Kadın’la olan ileri görüşlülüğü oldu. Efsanevi unsurların, hayaletle kombine edilmiş bu haline hepimiz
bayıldık. Jon Croker’a senaryoyu yazdırdık, çünkü en çabuk geri dönüşü ondan aldık” dedi.

İlk filmde editör olarak görev alan Jon Croker, filmin senaryosunu kaleme aldı.
“Kitabı genç bir çocukken okumuştum, oyuna aşinaydım ve Susan’ın işlerine bayılıyorum” dedi.


Susan’la kısa bir toplantı yapıp, fikir alışverişinde bulunmuşlar.
Siyahlı Kadın 2: Ölüm Meleği, ilk filmin aksine bir kadın karakterin sürüklediği hikaye olarak karşımıza çıkıyor.

Senarist Croker “İlk filmin sonunda Siyahlı Kadın halen etraftaydı. Asla affetmeyen, asla unutmayan bir kadını takip etmek, ona farklı bir perspektiften bakabilmek, işte bu beni cezbetti” diye ekliyor.



MELEKLER VE ŞEYTANLAR – KAST VE KARAKTERLER

İlk filmle bağlı ancak devam niteliği taşımayan hikâyedeki karakterler ve başta Eve rolü için, yeni yüzler bulunması için kararı alındı.
Yönetmen Tom Harper’ın dikkatini çeken isim, London Almeida Tiyatrosu’nda sahnelenen Kral Lear oyunundaki Cornelia performansıyla Phoebe Fox oldu.
Oyunda Fox’a eşlik eden isim ise Jonathan Pryce’dı.
Yapımcı Ben Holden şöyle demişti: “Dürüst olmak gerekirse, okumaya geldiğinde bizi uçurmuştu. Birden herkes dikkat kesilip ‘Bu bizi ileriye taşıyacak çok özel bir oyuncu’ demeye başladı. Çok büyüleyici bir aktrist.”


Yapımcılardan Richard Jackson şöyle ekliyor “Çok yetenekli bir oyuncu olmasının yanı sıra, çekimlerin en zor aşamalarının üstesinden gelme becerisiyle hepimizi şaşırttı.”

“Çok kolay korkan biriyim” diyen Fox, “Siyahlı Kadın’ı tiyatro sahnesinde ilk izlediğimde 16 yaşındaydım ve birinin elini sıkı sıkı tutmuştum.”

Rolüne hazırlanmak için 2012 yapımı filmi izleyen Fox “Filmin yarısına gelmiştim ki, kayınbiraderime, “sanırım filmin geri kalanını izleyemeyeceğim. Nasıl biteceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum. Sonunu görmek istemiyorum.”dedim.
O da bana “Ama emin olmak için izlememiz gerekiyor.” dedi ve sonuna kadar filmi izledik.


Karakteri hakkında konuşan Fox, “Tüm yaralarını iyileştirmiş ve zamanınında gerektirdiği gibi “sakin ol ve devam et” ilkesini benimseyen bir kadın Eve. ‘Evet, dışarıda savaş var ama bu hayatın durduğu anlamına gelmez’ diyen bir kadın Eve” diye sözlerini tamamlıyor.

Yönetmen Harper, oyunculardan Helen McCrory ile BBC dizisi “Peaky Blinders”da çalışmış.
McCrory, “Tom’la çalışmaya bayılıyorum” diyor. “Baskı altındayken bile çok rahat biri. Oyuncu ve ekip arkadaşlarına daima kulak verir. Ama bence en büyük özelliği istikrarlı oluşu.”


Harper, McCrory’i “olağanüstü bir akrist” diye tanımlarken, Yapımcısı Holden ise rol için “biçilmiş kaftan” deyimini kullanıyor.
Tıpkı Phoebe Fox gibi McCrory’i de korku filmi meraklısı olmadığını belirtiyor.
 “Senaryoyu çok rahatsız edici bile buldum. Savaşın yıkıntıları altındaki Londra’dan çocukları alarak, güvende olacaklarını düşündükleri bir başka yere, bir annenin çocuğunu aradığı yere götürmek gibi. Çünkü zaten bunlar anne özlemi çeken çocuklar.”

Kendi karakteri Jean hakkında da yorumda bulunan McCrory, “Onu sevdim. Zaten bu karakterdeki kadınlara saygım sonsuzdur. Onlara gülmek başta çok kolay gelir, bütün o “Çorapların yukarı çek” tavırları falan. Ama aslında o bir Tuğgeneral eşidir. Askeri bir aileye mensuptur. Her iki oğlu da savaşta olan bir annedir.” diyor.


Filmde bir pilotu canlandıran Jeremy Irvine senaryoyu ilk olarak uçakta okumuş.
“Okumayı bitirdim ve tüylerim ürperdi. Bir hafta boyunca üzerine düşünmeden yapamadım.”
Hammer Films’in başkanı Oakes “Jeremy uzun zamandır hayranıydım. Bir karizması var. Jeremy ve Phobe’yi bir araya getirerek iyi bir iş çıkarttığımızı düşünüyorum.”


İngiltere’nin batısında büyüyen Irvine, çocukluğunu II. Dünya savaşından kalan eski hava sahalarında bisiklet sürerek ve savaştan kalan hatıralık eşyaları toplayarak geçirmiş.
“Bu da benim gizli bir yanım” diye bir kahkaha atıyor. Ama belki de yönetmen Harper’ın, rol için Irvine’de karar kılmasının bir nedeni de bu “yanı” olabilir.
Yönetmen Harper “Onunla konuştuktan kısa bir süre sonra, rol için doğru isim olduğunu anlamıştım” diyor.
“Döneme olan ilgisi ve uçaklar, pilotlarla ilgili olan bilgileri muazzamdı.” Diye ekliyor.