7.4.15

The Cobbler / Şans Ayağıma Geldi


Max Simkin (Adam Sandler), kuşaklardır kunduracılık yapan New York’lu bir ailenin oğludur.
Annesiyle birlikte yaşayan Max’in hayatı, yıllar önce gizemli bir şekilde kaybolan babasından (Dustin Hoffman) kalan dükkândan ibarettir.
Günlerini mahalle sakinlerinin eskiyen ayakkabılarını tamir ederek geçirir; ama bir yandan da diğer insanlar gibi maceralara atılıp, kendi ayakkabılarını da eskitebilmeyi düşler.
Berber komşusu Jimmy (Steve Buscemi) en yakın arkadaşlarından biridir.
Bir gün, ayakkabıların tabanlarını diktiği makine, mahallenin azılı gangsterinin (Cliff “Method Man” Smith) ayakkabısını tamir ettiği sırada bozulur.
Ayakkabıları zamanında teslim edemezse başının belaya gireceğinin farkında olan Max, üç nesil boyunca ailedeki bütün kunduracıların kullandığı eski dikiş makinesini kullanmak zorunda kalır.
Makineyi kullanmaya başladığı andan itibaren bunun sıradan bir makine olmadığını ve artık kendisinin de sıradan bir ayakkabıcı olmadığını anlar.



Makinede işlenen ayakkabılar, Max’i başkalarının kimliğine büründürebiliyordur!
Bu yeni gelişmeyle rutininden sıyrılmaya başlayan Max’in hem özel, hem de iş hayatı altüst olur: Mahallesindeki bütün dükkânlarla birlikte kendi dükkânı da kentsel dönüşüme kurban gidecektir ve bu sırada Max buna karşı çıkan bir oluşumun parçası olan Carmen’e kalbini kaptırmakta olduğunu fark eder.
Hem mahallesini, hem de aşkını savunmak isteyen Max, mahallelerinin elden gitmemesi için emlak kraliçesi Elaine Greenawalt’a karşı heyecan dolu bir maceraya atılır.




Filmin mmknmrtb notu :: 

Bir zamanların gözde mesleği olan ve rahmetli pederimin de -ısmarlama ayakkabıcılık ile birlikte- yaptığı ayakkabı tamirciliğini (ki diğer bir adı da eskiciliktir) konusunun merkezine alması, The Cobbler'in tek mühim ve de olumlu yönü..

Max Simkin'in kullandığı her 'kadim' aleti tanıyabilmem ve babamın bunları kullanırken büründüğü hallerin aynen gözümün önüne gelmesi, beni garip bir hüzün bulutunun içine alıyordu..




Film, bu özel anılarımla karışık bir masalsılığı, 'naif' bir anlayışla sürdürdüğü sürece de işler gayet iyi gidiyordu..
Lâkin, öykünün temeli olan o 'mucizevi numara'nın resmen istismar edilmesi ve saçma sapan maceralarla filmi süsleme hevesi, her şeyi berbat etmeye yetti de arttı bile..

Yönetmen Thomas McCarthy'nin Win Win (2011) gibi harika bir filmden sonra böylesine kötü bir işle ortaya çıkması, doğrusu anlaşılır gibi değil..

Gerçi, filmin başrolünde Adam Sandler'ın olması, aslında her şeyi anlatıyor gibi ya.. neyse artık!.

4   /10





YÖNETMENLE SÖYLEŞİ

Filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı?

Hikâye, “başkasının ayakkabısını giyinmek” deyimini ve bunun anlamını düşünmemle başladı. Deyimin nereden geldiğini araştırmaya başladım ve nasıl oldu bilmiyorum sonunda kendimi Paul Sado ile birlikte hikâyeyi yazarken buldum.

Paul Sado ile yolunuz nasıl kesişti?

Paul, arkadaşım ve harika bir senarist. Bu hikâye üzerine düşünmeye başladığımda bu iş için en doğru ismin o olduğunu biliyordum. Hikâyenin geçtiği bölgede oturuyor, oranın havasını biliyor.




Konuyu anlatabilir misiniz?

New York’un Aşağı Doğu Bölgesi’nde yaşayan; ama sonradan Brooklyn’e taşınan ancak dükkânları hala Aşağı Doğu Bölgesi’nde olan kunduracı bir ailenin dördüncü nesilden üyesi Max’in hikayesi. Kaderinin önceden çizildiğine inandığı bir hayatı yaşıyor Max. Olaylar üzerinde hiçbir kontrolü olmadığını düşünen biri. Bir gün mecburiyetten aile yadigârı eski bir dikiş makinesini kullanıyor ve makinenin sihirli bir yanı olduğunu öğreniyor. Bu keşif aslında onu kendi karakterini keşfe götüyor.

Adam Sandler’ın canlandırdığı Max karakterini açıklayabilir misiniz?

Hikâyenin başında yaşadığı hayatın içine sıkışmış olduğuna düşünen bir Max ile karşılaşıyoruz. Birçok insan gibi orta yaş krizi geçiriyor ve etrafına bakıp “Bu kadar mı?” diye soruyor. Hikâye ilerledikçe daha yaşayacağı çok şey olduğunu fark ediyor. Ayrıca babasının yıllar önce ortalıktan kaybolmasından kaynaklanan derin bir boşluk hissi kaplamış durumda yüreğini. Film boyunca bu boşluğun yavaş yavaş dolduğunu ve Max’in babası ile geçiremediği o zamanları giderecek bir fırsat yakaladığını görüyoruz.




Bir aktörün yönetmenliğinize müdahale etmesi nasıl bir his?

Oyuncularla çalışmaya bayılıyorum. İşin en sevdiğim kısımlarından biri. Oyuncu seçimlerinde yer almaktan, parçaları bir araya getirmekten ve farklı tarzları olan oyuncuları yan yana getirmekten büyük keyif alıyorum. Adam Sandler, Dustin Hoffman, Steve Buscemi ve Method Man’i bir araya getiri,p oyunlarını izlemeye bayıldım. Gerçek profesyonellerle çalışmak büyük bir ayrıcalık.

Bu kadro nasıl bir araya geldi?

İlk parça Adam’dı. Yazarken aklımda hep o vardı. Ona ulaştık; ki önceden tanışmıyorduk, konuştuk ve anlaştık. Ondan sonrası kolay oldu ve harika bir kadro kurduk. Senaryo üzerinde birkaç yıl çalıştık;ama filmi çabuk çektik.

Dustin Hoffman ile çalışmak nasıldı?

Dustin harika bir aktör. İmzayı atmadan, filme dâhil olmadan önce her şeyin kafasında netleşmesini istiyor. Dustin Hoffman’la telefonda saatlerce senaryon hakkında konuşmak harika bir duygu. Ondan çok şey öğrendim.



ŞANS AYAĞIMA GELDİ’yi diğer filmlerinle karşılaştırır mısın?

ŞANS AYAĞIMA GELDİ diğer filmlerim gibi başlıyor ancak ilerledikçe onlardan ayrılıyor. Sihirli ve aksiyonlu sahneler var ve farklı dünyalara girip çıkıyoruz. Üzerinde oynayabileceğim bir dokusu vardı filmin. Çeşitli film türlerini bir araya getirdim. Masal ve süper kahramanlar bir araya geldi ve onları kendi tarzım içinde keşfetme imkânı buldum. Bu durum hem zorlayıcı, hem de keyifliydi.

New York’un hikâyedeki yeri nedir?

Aşağı Doğu Bölgesi filmin önemli bir parçası. Filmin büyük bir kısmı, Max’in gençliği ve yetişkinliğinin bir kısmı o bölgede geçiyor. New York’un heterojen yapısı ve Aşağı Doğu Bölgesi’nin tarihi hikâyenin ağırlığını oluşturuyor. Film, 1903’te bir ev sahnesiyle açılıyor, o muhitin tarihine ayrı bir önem atfediyor. Filmde son sahneye kadar bölgenin tarihçesine göndermeler var. Tam bir tarih düşkünüyümdür. Ben de o bölgede oturuyorum; ama bölgeyi tanımam ve anlamam bu keyifli araştırmalar sonucunda ortaya çıktı.




Tüm bu süreçte seni en çok zorlayan şeyler neler oldu?

New York’ta film çekmek her zaman zorlayıcıdır. New York dışında çekim mekânlarımız da oldu ve sürekli hareket halindeydik. Kısıtlı sürede bütçemize uygun olarak hızlı hareket ettik. Bu zorlayıcı bir süreçti. Bu zorluk New York’ta daha da artıyor tabii.