5.4.15

34. İstanbul Film Festivali'nden Filmler ve İzlenimler


Bizler yaşlanıyoruz da İstanbul Film Festivali durur mu; işte bu yıl o da girdi tam 34 yaşına!.
Ben de bu festivalimiz gibi, yaşımı asla gizlemedim, gizlemeyi de hiç düşünmedim ve o yüzden de gayet rahatım yani..

Festivalimizi ta bebekliğinden beri tanımış, kollamış ve hassasiyetle de ilgilenmiş biri olarak biraz ondan bahsedersem..

Bir zamanlar ona İstanbul Film Festivali değil, sadece 'İstanbul Festivali' denirdi ve içinde her sanat dalından etkinlikler saklı olurdu..
Daha sonra da her branş, İKSV'den bağımsızlık elde edince, sinema da durur mu hiç; o da 'Sinema Günleri' adıyla başlattığı minicik etkinliğini her yıl daha da büyütürek, Türkiye'nin en önemli, dünyanın da sayılı film festivallerinden biri haline geldi..

Kendimi onunla ilişkilendirmem, sadece sinemaya olan ilgimden kaynaklanmıyor; kaderlerimiz de tamamen aynı diyebilirim..

O nasıl böyle görkemli bir gelişme gösterdiyse kendi branşında -söylemesi ayıp, ama ben söylemezsem kimse de söylemeyeceğinden söylemeliyim ki- yaklaşık aynı yıllarda sinema yazmaya başlayan ben de benzer bir süreçten geçerek, eleştirmenliğimi dosta düşmana kabul ettirmiş ve resmen beynelmilel bir düzeye taşımış bulunmaktayım..

Bunu kendim diye söylemiyorum, lütfen yanlış anlamayın..
Misal, hemen şimdi İstiklâl Caddesi'nden geçen ecnebileri çevirip sorsanız (Araplara sormayın ama, onlar bu işlerle hiç ilgilenmiyorlar); Türkiye'nin en büyük sinema festivali ile Türkiye'nin en büyük sinema yazarı kimdir? diye, yanıt bellidir ve aynıdır..

Doğrusu, buradaki "Kim?" sorusunun yanıtını tekrarlamaktan hicap duyarım..
Tamam.. bu kadar tevazu gerçekten can sıkıcı; ama ne yapayım ki bu da benim huyum işte..




Festivalimize dönersek, biz yazarlar için bu yıl şahane bir uygulamaya geçmiş festival: Festival Scope!.
Bir çok filmi sinema salonu dışında izleyebileceğimiz bu uygulamayla, daha festival başlamadan, 3 adet yerli yarışma filmini evde izleyebildim..
Ki bu bölümde onlardan bahsetmeyi düşünüyorum..
Yalnız bu arada -paranoyak değilimdir ama- Festival, bu uygulamayla  bizlere, "Oturun işte evinizde, izleyin filmlerinizi, ayağımızın altında da fazla dolaşmayın öyle." demek istemiş de olabilir sanki..

Her neyse..
Buyurun, festivalden izlediğim ilk üç film ve bende yarattığı kısa izlenimler:


SARMAŞIK | IVY

Yönetmen: Tolga Karaçelik
Senarist: Tolga Karaçelik / Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki / Kurgucu: Evren Luş / Özgün Müzik: Ahmet Kenan Bilgiç / Oyuncular: Nadir Sarıbacak, Özgür Emre Yıldırım, Hakan Karsak, Kadir Çermik, Osman Alkaş, Seyithan Özdemir / Yapımcı: Bilge Elif Özköse, Tolga Karaçelik / Yapım Şirketi: Karaçelik Film / Dünya Hakları: Karaçelik Film / Türkiye / 2015 / HD / Renkli / 104´




İşlevini kaybetmiş bir otorite, hiyerarşiyi ne kadar devam ettirebilir?
Sarmaşık gemisi Mısır’a geldiğinde armatörün liman parasını ödemediği anlaşılır; geminin üstünde haciz vardır.
Liman yetkililerinin kimsenin uğramadığı demirleme alanına çektiği Sarmaşık’ta, olası tehlikelere karşı harekete geçebilecek altı kişi kalır: Beybaba diye hitap edilen kaptan, makineden Kürt, mutfaktan kamarot Nadir, gemicilerden Alper ve Cenk, usta gemici İsmail.
Sarmaşık bu altı adamın yiyecek ve içecek kıtlığıyla gemide geçirdiği 120 günün hikâyesidir.

 “Otorite ve birey ilişkileri açısından benim için birçok şeyi düşünme fırsatını sundu bu hikaye. Gemide mahsur kalan gemiciler için geçerli olan bazı şeylerin hepimiz için geçerli olduğunun farkına vardım. Kaptanlarımız gittikçe muhafazakârlaşıyor hatta yer yer faşistleşiyor, acaba onlar da denizin bittiğinin farkında mı? Deniz bitti, gitmeyen gemi gemi değildir. Hikâyemizdeki gemicilerin sorduğu soruyu sormanın vakti bugün değilse yarın gelmeyecek mi: ‘Peki öyleyse kaptanla ne yapmalı?’” – Tolga Karaçelik




Filmin mmknmrtb notu ::

Yönetmeninin de açıkça söylediği gibi, bir Türkiye alegorisi oluşturan gemi, bir bilinmeyene demir atmıştı, tıpkı mürettebat gibi, ülkenin insanları da aç, susuz ve umutsuz kalmış, birbirlerinin gözünü oyuyordu..

İçinde, adı -açıkça- Kürt olan bir adamın da bulunduğu gemi (Türkiye gemisi!) mürettebatının çok iyi çalışılmış ve canlandırılmış karakterleri, filmin sinemamız açısından oldukça bakir ve özgün öyküsüyle bir araya gelince, mükemmel bir iş ortaya çıkmış..

Sarmaşık, metaforu yoğun ve güncel, yeri geldiğinde oluşturulan gerilimi son derece işlevsel, her geçen dakika katmerleşen etkisi tonlarca ağırlıkta bir yapım; tüm ciddiyetine karşın, zaman zaman kahkaha attıracak kadar da mizahı sağlam bir film..

 /10



KAR KORSANLARI | SNOW PIRATES

Yönetmen: Faruk Hacıhafızoğlu  
Senarist: Faruk Hacıhafızoğlu / Görüntü Yönetmeni: Türksoy Gölebeyi / Kurgucu: Orhan Örsman, Ayhan Ergürsel / Özgün Müzik: Mehmet Ünal / Oyuncular: Taha Tegin Özdemir, Yakup Özgür Kurtaal, Ömer Uluç, Yücel Can, İsa Mastar, İlker Sır, Oğuzhan Ulukaya / Yapımcı: Faruk Hacıhafızoğlu / Yapım Şirketi: Kars Film / Dünya Hakları: Kars Film / Türkiye / 2015 / DCP / Renkli / 83´



Yıl 1981… Türkiye, tarihinin en acımasız askeri darbelerinden birinin henüz başlarında ve o yıl son yılların en ağır kışıyla da karşı karşıya…
Doğunun en ücra köşesinde, aylarca karların kalkmadığı Kars’ta o kış halk için kömür ihtiyacı özgürlük ihtiyacıyla yarışmaktadır.
Kömür, mücevher değerinde, hatta parayla satın almak bir yana ancak birkaç devlet kurumunun ve ayrıcalıklı kişinin ulaşabildiği bir elmastır.
Darbe, şehri soğukla cezalandırmaktadır.
Tek servetleri kızakları ve ayrı ayrı hayalleri olan Serhat, Gürbüz ve İbo da bembeyaz karlara tezat, simsiyah kömürün peşinde dayanışmanın gücünü keşfedecekleri bir yolculuğun başındadır.




“Kar Korsanları dayanışma, arkadaşlık, mahrumiyet, masumiyet, öfke gibi evrensel temaları Kars’ın kendine özgü doğası, kültürel çeşitliliği, tarihsel zenginliği ve mimari estetiğiyle örerek şehrin hikâyesini çocukların gözünden anlatır. Kar Korsanları, bir şehirde yaşamanın değil, bir şehri yaşamanın hikâyesidir.” – Faruk Hacıhafızoğlu




Filmin mmknmrtb notu ::

Her türlü hamasi ya da idealist söylemlere karşın- yoksulluğu kaderleri olarak kabul eyleyerek, yokluk içinde debelenen insanların hayatını daha fazla etkilemesi mümkün değilmiş gibi görünse de, ülkeyi karanlığı içine almış 80 Askeri Darbesi'nin olumsuz etkileri -Kars'ta da- özellikle politik ve 'aydınlık kafalı' gençlerin kâbusu olacaktır..




Görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi'nin, her türlü mekânı ve zamanı yetkinlikle kullanarak oluşturduğu mükemmel görüntülerle, Kars'ın özellikle mimari varlığını ve de onu sonsuza kadar hep öyle örtecekmiş gibi duran bembeyaz karın soğuk görkemini çok iyi yansıtması, bu filmin en büyük artısı..

Genel anlamda- bakış açısını oluşturan çocukların neşeli ve oyunbaz varlığıyla, öyküsünün sertliğini yumuşatmayı tercih eden filmde, buna karşın bazı sahnelerde bu sertlik özellikle vurgulanmaya çalışılıyor ki işte bunun biraz abartıldığını düşünüyorum..





 /10



MİSAFİR | THE VISITOR

Yönetmen: Mehmet Eryılmaz 
Senarist: Mehmet Eryılmaz / Görüntü Yönetmeni: Cemil Kızıldağ / Kurgucu: Taner Sarf, Uğur Hamidoğulları / Oyuncular: Zümrüt Erkin, Tamer Levent, Ayten Uncuoğlu, Hale Akınlı, Melek Çınar, Sema Moritz, Fatih Al, Ersin Umut Güler, Ümit Çırak / Yapımcı: Mehmet Eryılmaz / Ortak Yapımcı: Ali Bayraktar, Mustafa Dok / Yapım Şirketi: Atlanta Film, İstanbul Dijital / Dünya Hakları: Atlanta Film / Türkiye / 2015 / DCP / Renkli / 125´




Yıllar önce baba evinden kovulan Nur, on yıl sonra annesinin ölüm döşeğinde olduğu haberini alınca küçük kızını da yanına alarak acilen baba diyarına gider.
Amacı dünya gözüyle annesini görmek ve helalleşmektir.
Misafir, evrensel bir tema olan anne-kız ilişkisini ölüm teması çevresinde merkeze alırken, ülkemizde de yaygın olan aile içi cinsel taciz meselesini de gündemine alıyor.
Misafir, birbirlerine gizli bağlarla bağlanan aile fertlerinin hikâyeleriyle “trajediden beslenen bir umut” duygusuyla, tutunamayanların hikâyesini anlatıyor.




“Sanat benim için kişisel bir serüvendir ve mutlaka sosyal bir yönü olacaksa, bu da olsa olsa insanın algısını alışkanlıklardan birazcık da olsa kurtarmak ve önüne yeni ufuklar açmak olabilir. Yeni ufuklar benim için çok yönlü bir kavramdır; insanı insan yapan tüm değerleri, tüm dogmalardan uzak kapıları ve aynı zamanda spiritüel anlamda ‘om mani padme hum’u da içerir. Kısacası, yeni ufuklar için ‘insanın kendini tanıma serüvenine bir katkı’ diyebiliriz.” – Mehmet Eryılmaz




Filmin mmknmrtb notu ::

Aslında hem mekân, hem de mevzu olarak küçücük ama özelliği de olan öyküsünü, basitçe ve güzelce anlatmak varken, bazı gereksiz gelişmelerle ve de anlamsızca dallandırarak dağıtma çabalarıyla film adeta kendini baltalıyor..

Tanıtım yazısında yer alan, 'aile içi cinsel taciz' konusuna ise oldukça çekingen, hatta korkakça bir yaklaşım söz konusu..
Öyle ki filmin bu tanıtımını okumayan çoğu seyirci, bu 'can yakıcı' durumu fark bile edemeden, sinemadan çıkıp gidecektir..




Hiçbir katkı yapmadığı gibi, olmasalar, eksikliği  asla hissedilmeyecek sekansların bolluğu ve çoğu sahnelerin -biçim ya da içerik bağlamında- hiçbir unsura hizmet etmeyen uzunlukları gözönüne alındığında, filmin 125 dakikalık süresi gerçekten çok fazla..

Film boyunca sürekli olarak evin yanından geçen ambulans ayrıntısı, ne olursa olsun ilginç bir 'tespit' çalışması olmuş, tamam da; zamanda yüksek atlamadan ziyade, neredeyse paralel evrene sıçranmışcasına perdeye yansıyan, o tuhaf sekans da neydi yahu!.

5   /10