1.3.15

The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi



Hayat ne kadar kötü görünürse görünsün hayatın olduğu yerde umut vardır. - Stephen Hawking

The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi, dünyanın yaşayan en büyük zekalarından biri olan, ünlü astrofizikçi Stephen Hawking ile sevgiyle en zayıf olasılıklara meydan okuyan iki kişinin  olağanüstü ve ilham veren hikayesi.

Film, Jane Hawking’in Traveling to Infinity: My Life with Stephen adlı biyografi kitabına dayanıyor ve yönetmeni de Oscar ödüllü yönetmen James Marsh (Man on Wire).

Filmin mmknmrtb notu :: 

Film, Stephen Hawking kadar, ona -tam manasıyla- aşık olan karısı Jane'in de kahramanı olduğu bir yaşam öyküsünü anlatıyor..

Stephen hastadır, başına geleni çekecektir, çaresizdir ve bu kötü kaderinden asla kaçamayacaktır..

Oysa karısı, başlarda belki bir süreliğine dayanabilecektir bu duruma.. peki ya sonra?.
Hastalığın ilerlemesiyle birlikte, evlendiği 'hayat dolu' o adamdan artık hiçbir eser kalmadığını gören kadının, içi kan ağlasa dahi, ilk fırsatta -ki bu fırsat bir kaç kez ortaya çıkar- kocasını bırakıp gitmesi -bence- gayet normal bir davranış olurdu..

Ancak o böyle davranmaz; ettiği evlilik yemininin, formaliteden ibaret boş bir laf salatası olmadığını göstererek, kocasına daha da sarılır..
Doktorların iki yıl ömür biçtiği bu adamı Azrail adeta unutmuş gibidir..
Genç kadın, sadece yüzü ve beyni yaşam belirtisi gösteren kocasına -artık belli ki- bir ömür boyu bakmak zorundadır..
Ondan çocuklar doğurmaya devam eder, hatta onu -bu durumda bile- başka kadınlardan kıskanır..


Lâkin, hayat bir 'masal' değildir..
Dünyanın en iyi kalpli insanı da olsa insan, insandır..
Hadi 'şimdilik' kötü demiyeyim ama, insan bencildir..
Bir nevi hayvandır ve dürtüleri vardır..
Ve bütün bunlar suç ya da kusur değildir ve de son derece doğaldır..
Öyle işte..
 
Yönetmen James Marsh, The King (2005), Man on Wire (2008) ve Shadow Dancer (2012) gibi birbirinden mükemmel filmlerinin kalite seviyesini bu kez yakalayamıyor belki ama, The Theory of Everything ile yine de iyi bir iş ortaya koyuyor..

Son olarak, en iyi aktör ödülünü alan Eddie Redmayne'in, şu benim dünyaca meşhur, "Oscar'ı hakkıyla kazananlar şeref listem"e kafadan girdiğini hatırlatır ve sizleri yeniden, bu yapım notunun -bilgilendirici ama oldukça da sıkıcı- satırlarına emanet ederim..
Yeniden görüşmek üzere..

  3.5 / 5




1963 yılında İngiltere’de Cambridge Üniversitesinde kozmoloji öğrencisi olan Stephen (Les Misérables’dan Eddie Redmayne tarafından canlandırılıyor) büyük adımlar atmaktadır ve evren için “basit, etkili bir açıklama” bulmaya kararlıdır. 
Cambridge’de güzel sanatlar öğrencisi Jane Wilde’a (Felicity Jones - The Invisible Woman) aşık olduğunda kendi dünyası ortaya çıkar. 
Ama 21 yaşındaki bu sağlıklı, aktif, genç adama dünyasını sarsan bir teşhis konur; motor nöron hastalığı, uzuvlarını ve yeteneklerini etkileyecek, konuşmasını ve hareketlerini kısıtlayacak ve iki yıl içinde hayatını alacaktır.

Jane’in aşkı, muazzam desteği ve kararlılığı çok güçlüdür ve çift evlenir. 
Yeni karısı yanında yorulmak bilmeden mücadele ederken, Stephen teşhisini kabullenmeyi reddeder. Jane Stephen’ı, evrenin yaradılışıyla ilgili ilk teorisini içeren doktorasını bitirmesi için cesaretlendirir. Bir aile kurarlar ve yeni elde ettiği ve geniş yankı uyandıran doktorasıyla Stephen, en hırslı bilimsel çalışmasına başlar ve artık çok az sahip olduğu konuyu, zamanı inceler. 
Vücudu giderek kısıtlanırken zihni kuramsal fiziğin uç sınırlarını araştırmaya devam eder.

Jane ile birlikte en düşük olasılıklara meydan okurlar, tıpta ve bilimde çığır açarlar ve hayal edebildiklerinin bile ötesini elde ederek 21. yüzyıla gelirler.



KISA TARİHÇE

Dahi astrofizikçi Stephen Hawking için zaman; evrenin başlangıcı, ne zaman son bulacağı ve aradaki tüm noktalarla her zaman cazip bir konu olmuştur. 
Ünlü profesörün A Brief History of Time adlı kitabı tüm dünyada 10 milyonun üzerinde satmıştır.

Ama 1963’te 21 yaşındayken, motor nöron hastalığı (MND, ALS ile ilgilidir ve ALS daha çok Lou Gehrig hastalığı olarak bilinir) teşhisinden sonra kendisine  2 yıllık ömür biçildiğinde, zaman kavramını bizzat anlamıştır.

Hayatı, konuşmasında ve hareketlerinde olması yakın kısıtlamalara rağmen istemiş. 
Karısı olacak kadınla sevgiyi istemiş. 
Bütün engellere rağmen bunların hepsine ve daha fazlasına sahip olmuştur.

İradesi ne kadar güçlü olursa olsun tek başına başaramazdı.
Yolculuğunda kendisine kısa bir süre sonra Jane Hawking olacak olan, Jane Wilde eşlik etmiştir. Kendisi de çok zeki olan Jane, hayatını Stephen’a, evliliklerine ve ailesine adamıştır.

Kendisine konulan teşhise rağmen yaşamaya devam eden Stephen, kuramsal fiziğin dış sınırlarını araştırmaya devam ederek daha ileri çığırlar açmıştır. 
21. yüzyılda ismi Albert Einstein’la birlikte anılıyordu.

Senaryo yazarı ve yapımcı Anthony Mc Carten, uzun zaman önce Profesör Hawking’den, özellikle de fiziksel anlamda uzlaşmış biri olarak yeni ufuklar açan kitabını yazmak için harcadığı zamandan ve çabadan çok etkilenmiş. 
McCarten şunları söylüyor; “Fiziği dünyaya anlattı. Tüm çalışmalarında Stephen’ın kendi fiziksel durumuyla pekiştirilmiş derin bir algı vardır. Bu algı, iletişimini acı veren bir hızla, dakikada bir kelimeyle yapmasına olanak verir ve burada bir adamda olağanüstü zihin becerisi ve olağanüstü fiziksel kapasitenin eşi görülmeyen birlikteliği bulunur.”

“Zihni durmak bilmeyen bir araştırmayla birbiri ardına sınırlar açmaya devam etti, böylece küçülüyor ama aynı zamanda hayatını evreni incelemeye adamış bir adama yaraşır şekilde genişliyordu.”

McCarten Jane Hawking’in “Travelling to Infinitiy. MyLife with Stephen” adlı biyografisini okuyunca çok etkilenmiş.
İki kişi arasında olağanüstü yoğun ve önce fiziksel düşüşle sonra da hayatlarına şöhretin gelişiyle uç noktalarda zorlayıcı, muhteşem bir aşk hikayesi keşfetmiş. 
Yakınlaşan ölüm haberinin abartılı olduğu kanıtlanınca ve iki yıl 10 yıla, sonra da 20 yıla çıkınca durumları, sevgilerinin devam etmesi için cesur ve geleneksel olmayan formlar almayı  gerektirmiş.




Onlarınki benzeri olmayan bir aşk hikayesiydi.

Çiftin hikayesini bir sinema filmi olarak hayal ederek, ortada hiçbir garanti olmadan kitaptan uyarlayarak senaryoyu yazmaya başlamış, Jane’le projeyi görüşmek üzere Jane’in evinde buluşmuş. “Kapıya baktığı ve beni içeri kabul ettiği için ona her zaman minnettar olacağım. O gün hiçbir söz verilmedi ve sohbetimiz zaman içinde devam etti.” diyor.

Birkaç taslaktan sonra ortak menajerleri Craig Bernstein aracılığıyla yapımcı Lisa Bruce ile tanıştırılmış. 
Stephen Hawking’i mekanik ses etkin cihazla iletişim kuran, tekerlekli sandalyedeki dahi biri olarak tanıyan Bruce, senaryoyu bir keşif olarak görmüş.
Şunları söylüyor; “Birçok kişi Stephen Hawking’in ev hayatını hiç aklına bile getirmez.
Nasıl konuştuğunu ve yürüdüğü az çok bilinse de çocuklara babalık ettiğini kesinlikle bilmezler. Hayatına daha derinden baktığınızda, dahiden çok daha fazlasını görürsünüz; bir baba, bir koca ve hepsinin ötesinde sonsuz bir iyimser bulursunuz.” diyor.

“Ama benim için bu hikayenin en güçlü öğesi Jane gibi bir eşi olmadan, bunların hiçbirini başaramayacağı algısı oldu.”

Bruce’u etkileyen bir başka unsur da Stephen ve Jane’in aşk hikayesinin nasıl aynı anda eşsiz ve evrensel olduğu olmuş. 
Şunları söylüyor; “Kimse Hawking’lerin çift olarak yaşadıklarını yaşamamıştır. İki genç insan bütün hayatları gözlerinin önündeyken sadece söz verirler ve sonra Stephen’a iki yıl ömür biçildiğinde –aslında 21 yaşında verilen ölüm fermanıyla üzerlerine bir bomba düşer.  Ama ondan kaçmak yerine imkansız hayatı birlikte karşılamayı seçerler ve o anlamda sanırım zamanımızın en ilham veren aşk hikayelerinden biridir.”

Stephen işinde önemli ilerlemeler kaydederken evlilik de gelişip uyum sağlamış. 
Bruce şunları söylüyor; “Jane ve Stephen’ın bu filmdeki ilişkisi 25 yılı kapsıyor. Onları içimizde bedeni en güçlü olanların bile hayal edemeyeceği şeyleri başarırken görüyoruz. O düzeyde eşsiz. Aynı anda tamamen evrensel olan bir şey de birini sevmek ve değer vermek.”

"Jane olağanüstü bir şey yapmış.” diyor Mc Carten. 
“Stephen’a evet seninle evleneceğim ve bu yolculuğa seninle birlikte çıkacağım demiş. Bu Stephen için gerekliymiş çünkü itiraf ettiği kadarıyla o zaman biraz karanlık bir delikteymiş. Hayatının yakında sona ereceği söylendiğinde hayatına daha yeni başlıyormuş. Belirsizliğe rağmen Jane’le birlikte evliliğe neşe ve iyimserlikle girmiş.”

"Kişisel ve profesyonel bir dönüm noktası olmuş. Jane’in yardımıyla depresyonu yenmiş ve teşhisinin işleyen saati zihinsel sürecini de ateşlemiş. Her Şeyin Teorisi, fiziksel çöküşüyle birlikte zihinsel yükselişinin haritasını çiziyor. Bu arada Stephen, sadece başa çıkmak için değil ama aynı zamanda başarmak için bir şekilde cesaret ve içsel güdüyü buluyor ve  topluyor ve bu çok şaşırtıcı.”

Bu aşk hikayesinin film olması için gereken tüm yasal hakları ve Jane ile Stephen’ın iznini almak McCarten ile Bruce’un birkaç yılını almış.  
Bu yıllar boyunca yorulmak bilmeden hikaye üzerinde çalışmışlar, çiftin hikayesini abartmaktan veya duygusallaştırmaktan kaçınacaklarını vaat etmişler ve evliliklerinin karmaşıklığını nakletmek için çalışmışlar.

Mc Carten şöyle söylüyor; “O zorlu bölgeye birlikte yürümeleri ve yıllarca süren bir evlilikleri olması zaferden başka bir şey değil. Stephen ve Jane bize insanların akıllarına bir şeyi koyduğunda neler yapabildiklerini gösteriyor. Ama senaryoyu yazarken tamamen anlaşılır olan ruh hallerini ve kızgınlıklarını göstermeleri için izin vermeliydim. Filmimiz Stephen’ı övüyor ama onu efsaneleştirmeye çalışmıyor. Fiziksel güçlerini kaybetmekle ilgili çok güçlü olumsuz duyguları olmuş ve onları gösteriyoruz. Ayrıca evliliğin iniş çıkışlarını da gösteriyoruz."




Her Şeyin Teorisi’nin konusu fizik aşkı olduğu kadar aşkın fiziği hakkında.

Oscar ödüllü film yapımcısı James March projeye katılmış. 
Bruce’un televizyon filmi Mary and Martha’yı birlikte yaptığı ödüllü Working Title Films yapımcıları Tim Bevan and Eric Fellner da ekibe katılmış.

Bruce şunları söylüyor; "Tim ve Eric, bu hikayeye ve Hawkinglerin hayatının gerçeğini ve duygusal gücünü anlatmamızı sağlamaya çok önem verdiler. Working Title’ın desteği inanılmazdı.”

"Herkes, filmlerinde gerçek hayattaki insanlarla empati kurma şekliyle James’in bu hikayeyi anlatmak için gereken hassasiyete sahip olacağını düşündü.”

Man on Wire adlı belgeseli ile Oscar ödülü kazanan Marsh, hem kurgu hem de kurgusal olmayan filmlerde çalışmaya devam ediyormuş. 
Yönetmen senaryonun eline geçtiği zaman için şunları söylüyor; “Stephen Hawking’in tekerlekli sandalyesi ve ses cihazıyla birlikte büyük bir bilimsel deha olduğuna dair belirli bir resme sahiptim.”
"Ama Anthony’nin ele aldığı şekline kısa sürede hayran kaldım. Hikayeyi fiziksel engelli bir adama aşık olan ardından da ölümcül bir hastalık teşhisi konulduğunda sevdiği adamla kalmak üzere eleştirel bir tercih yapan bir kadının bakış açısından anlatmakla büyüleyici bakış açısını bulmuştu. Anthony’nin yazdığı etkileyici ve sıra dışı aşk hikayesi hem fiziksel engelli hem de dahi olan biriyle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu ve Jane’in kariyerine ve bir eş ve anne olarak üzerine bindirdiği yükleri göstermek açısından orijinaldi. Çok zengin bir alandı.”

Yönetmen ayrıca Her şeyin Teorisi’ne, kendisine Man on Wire’ı hatırlattığı için de yönelmiş. 
İkisi de geleneksel insan sınırlarına ve kısıtlamalarına meydan okuyan insanları konu alıyormuş. 
Şöyle söylüyor; “Kesinlikle bir eğilim ve aynı zamanda kozmik bir ironi var. Stephen fiziksel engelli anma zihinsel olarak istediği yere gidebiliyor. Zihni evrenin dışına seyahat edebiliyor ve ediyor
ama bedeni engelli.”

Marsh’ın odaklandığı zorluk, Stephen Hawking’in hem acı hem de tatlı hikayesinin bir yandan umut vaat eden genç, engelli bir adamın başına gelen ölüme yakın bir hastalık olarak trajedinin bütün unsurlarını içeriyor olsa da bir trajedi olmaması olmuş. 
Bunu ihtimal dışı bırakan Stephen’ın karakteri olmuş; Hastalığa mizahla meydan okuması, azmi ve kararlılığı bu hikayeyi sonunda trajedinin tam tersine çevirmiş.




Beş yıl sonra Stephen hâlâ yaşıyor ve bu inanılmaz.

Evreninin yaratılışı hakkındaki anlayışımızı değiştirmiş olan Profesör Hawking, yeni bir milenyuma doğru bize ilham vermeye ve meydan okumaya devam ediyor.

Stephen Olmak

"Bir oyuncu için Stephen Hawking’i oynamak ürkütücü olacaktı,” diyor senaryo yazarı ve yapımcı Anthony McCarten. 
“İyi bilinen bir toplumsal figür, bir simge. Senaryomda izleyicilere 25 yıl boyunca gelişen, tam fonksiyonel bir insandan yalnızca birkaç kasını –daha çok bir eliyle bazı kısıtlı yüz hareketleri- kullanan ve bir makine sayesinde ses çıkarabilen birini canlandırabilecek bir oyuncu gerekiyor.”

Yönetmen James Marsh şunları ekliyor; “Bu rolü kim oynarsa oynasın çok fazla hazırlık yapması gerekecekti. Sadece onu yakından tanıyanların bildiği Stephen olarak değil, aynı zamanda utangaç üniversite öğrencisi olarak da canlandıracaktı.”

Yapımcılar Tim Bevan ve Eric Fellner, son dönemde İngiltere’nin yükselen yıldızlarından biri olan Eddie Redmayne ile Les Misérables’da birlikte çalışmışlar. 
Oyuncu, McCarten’ın senaryosundan da haberdarmış. 
Marsh şunları söylüyor; “Eddie’nin ismi geçtiğinde heyecanlandım ve çok iyi bir seçim olduğunu biliyordum. Role bağlılık düzeyi olağanüstüydü. Sadece fiziksel hazırlık için değil psikolojik hazırlık için de istekliydi.”

Yapımcı Lisa Bruce şöyle söylüyor; “Eddie’de ilk günden itibaren durmak bilmeyen bir yoğunluk vardı. Hem bildiğimizi düşündüğümüz Stephen’ı hem de görüntünün arkasındaki adamı birçok düzeyde yakalarken geçirdiği gelişimini izlemek gerçekten olağanüstüydü.”

Redmayne şunları söylüyor; “Senaryoyu okuduğumda bu adamın 1963’ten beri yaşadıklarını ve yaptıklarına çok şaşırmıştım. Okuduğum en ilham verici metinlerden biriydi. Stephen Hawking bir umut simgesi.”
"Ama bu film aynı zamanda simgenin ardındaki insanı da ele alıyor. Hikayede onunla tanıştığımızda 21 yaşında, hayat dolu ve atletik. Gözündeki parıltıyla hayatını sürdürmeye devam ediyor. Farklı yanları var; zekası, dehası, inatçılığı… Bende rock yıldızı izlenimi uyandırdı.”

Redmayne, karakterin hayatını daha detaylı incelediğinde, Jane Wilde’ın akademik kariyer yapma kararı 1960’larda hâlâ cesur bir seçim olarak görülürken,  profesörün son derece entelektüel bir aileden geldiğini öğrenmiş.
”Çok farklı kişiliklermiş. İkisi de sıra dışıymış ama tamamen zıt kutuplar.  İki kişinin birbirini tamamlamasını ve bütün zorluklara meydan okumasını çok bağlayıcı buluyorum ve çok romantikmiş!” diyor.

Stephen Hawking’i canlandırmanın gerektirdiği  fiziksel taleplerin zorluğu çok büyük görünüyormuş. Redmayne’ın arkadaşı, oyuncu dostu ve yakında da Her Şeyin Ötesinde filminin kastında yer alacak olan Charlie Cox, Redmayne kendisine rolden söz ettiğinde şöyle demiş; “Ona yüzde 3.000 vermekten başka seçeneğin yok.”

Bundan dolayı da Redmayne, canlandıracağı adamın sahip olduğu en küçük detaylara bile dikkat etmiş. 
Şunları söylüyor; “Jane kitabında Stephen’ın kaşlarının ne kadar anlamlı olduğunu anlatıyor. Bu, aynanın önünde aylarca çalıştığım bir konu oldu.”

"Stephen’la tanıştığımda ‘evet’in bir tür gülümseme, ‘hayır’ın ise bir tür yüz ekşitme olduğunu fark ettim. Ama bunlar onun için sadece birkaç yüz kasında belli oluyordu. Ben de onları nasıl ayıracağımı öğrendim.”

Redmayne şunları ekliyor; “Yapım ekibi etrafımı olağanüstü bir ekiple sardı. James Marsh, herkesi işbirliği yapmaya teşvik etti ve bana farklı departmanlarla yakından çalışma özgürlüğü verdi.”

"Bu rolü canlandırmanın en büyük heyecanlarından biri de işlerinde en üst seviyede olan insanlarla çalışmak oldu. Hepimiz daha önce hiç yapmadığımız, çok özel bir iş yaptık”

Ses koçu Julia Wilson-Dickson ve hareket yönetmeni Alex Reynolds, Redmayne’le çalışmaları için ilk baştan itibaren getirilmiş. 
Reynolds, oyuncuyla motor nöron hastalığının çeşitli dejeneratif aşamalarının ekrana senaryodaki haliyle nasıl tam olarak  yansıtılabileceği konusunda birlikte çalışmış.

Redmayne, Motor Nöron Hastalarını hem bir klinikte hem de evlerinde ziyaret etmek üzere izin almış. Şöyle anlatıyor; “Bunu gerçek bir hastalık olarak canlandırmamın bir sorumluluk olduğunu düşündüm.” 
Oyuncu Stephen’la tanıştığı için de kendini şanslı görüyor ve  sanat tarihi okumayı seçtiği için de Profesör Hawking’den hemen özür dilemiş.

Stephen’la ilgili kötüleşmesinin ilk aşamalarında hiçbir dokümantasyon olmadığından dolayı Redmayne ve Reynolds ilerlemeyi tam olarak göstermek için motor nöron hastalığı konusunda uzmanlaşmış bir doktora danışmışlar. 
Redmayne araştırmayı  ayrıca Wilson-Dickson ile de paylaşmış. 
Redmayne, 48 günlük çekimin bulgularını taşımak için Her Şeyin Ötesinde gibi ardışık sırayla çekilmeyen tüm filmler için paha biçilmez olduğunu kanıtlamış bir yöntem olan bir yükselen değerler tablosu oluşturarak, motor nöron hastalığının belli bir sahnede ne kadar ilerlediğini göstermiş.

"Eddie, farklı seviyelerde performans sergilemek için aylarca çalıştı. Herhangi bir günde bir sahne için ‘Bu sesimin dördüncü aşaması mı?’ ‘Bu bedenim için üçüncü aşama anlamına mı geliyor?’ diyebilmeliydi.” Diyor Mc Carten.

“Bir gün boyunca bir ‘4.3 gününden’ sonra ertesi gün 10 yıl önceki bir sahnede yer alan ‘2.7 gününe’ geçiyordu. Her gün yetenek, disiplin ve zeka gerektiriyordu.”

Marsh, tabloyu “kutsal bir metin” olarak kullanmış. 
“Çünkü Stephen için zamandaki bir anda neyin mümkün olup neyin olmadığını gösteriyordu. Bunun görüntü yönetmeni Benoît Delhomme’un bir sahneyi nasıl çektiği ve bizim nasıl anladığımız konusunda etkisi büyük oldu.”

"Eddie’nin izleyiciyi sadece gözleriyle ve vücudunun küçük bir hareketiyle meşgul etme yeteneğine karşı duyarlıydık. Bu bir oyuncu için kolay değildir ve onu fiziki anlamda zorladı. Her gün gergin bir halde saatlerce korumak zorunda olduğu bir tür stres pozisyonundaydı. Bir yandan da engelli olma halinin içinden karakterin ortaya çıkmasını sağlaması gerekiyordu.”

McCarten şunları söylüyor; “Eddie’yi çekimler sırasında her gün izlerken onu değil de Stephen Hawking’i görüyordum.”

Marsh şöyle anlatıyor; “Eddie’nin performansının teknik öğeleri ne kadar etkileyici olsa da onları duygusal hayata taşıması çok daha etkileyici.”




Jane Olmak

Yapımcılar Jane Hawking’i canlandırmak üzere daha az fiziksel zorlukla ama her türlü psikolojik zorlukla karşılaşacak, her türlü desteği veren güçlü birini duygularını yansıtabilecek birine ihtiyaç duymuşlar.

Yönetmen James Marsh şöyle belirtiyor; “Jane’ın hikayedeki vurguları tamamen duygusal. Felicity Jones’un oyuncu olarak Eddie Redmane’le iyi uyum sağlayacağını düşündüm ve öyle de oldu. Yönetmen olarak onunla işbirliği yapmayı heyecan verici buldum.”

"Eddie’nin fiziksel olarak, Felicity’nin de duygusal olarak maruz kaldığı çok fazla zor sahne vardı. Paradoksal duygular sergilemesi gerekiyordu ve bu zor bir işitir. Aynı anda zayıflatıcı bir hastalık çeken birini sevmenin nasıl bir şey olduğunu ve hem bir sevgili olarak hem de bu durumun kariyerine getirdiği yükleri taşıması gerekiyordu.”

Jones, senaryodaki “insanlara duyulan empatiye” hayran olmuş. 
“Oyuncu olarak bir karakterin uzun yıllarını canlandırma fırsatını bulduğum için memnundum.”

Senaryo yazarı ve yapımcı Anthony McCarten şunları söylüyor; “Felicity, Jane için derin bir karakter tanımı inşa etti, zayıflık ve güç arasında belirsiz bir yolda yürüdü.”

Hem senaryoyu hem de biyografiyi çalışan oyuncu çalışmasının başlarında Jane Hawking’le bir buluşma gerçekleştirmiş. 
“Asla vazgeçmeyen biri. Hayatını Stephen’a adamış ama aynı zamanda kendi kimlik anlayışını da tutmuş. Kendi başına da tanınmak, onun için önemliymiş. Bu yüzden de Stephen’a bakarken ve ailesiyle ilgilenirken, çalışmalarına da devam etmiş. Çok şey başarmış!”

McCarten şöyle anlatıyor; "Jane, Felicity’yle birkaç kez buluştu. Bunun da canlandırmayı etkilediğini biliyorum. Felicity, Jane’in görünenin ardında neler yaşadığını- zengin, çalkantılı, içselleştirilmiş duyguları biliyordu. Böyle sahneleri tekrar tekrar canlandırması ona Jane’in bir şeyleri bir arada tutma konusundaki güçlü yeteneğinin mentalitesini kazandırdı”

"Felicity’nin tanıdığım Jane’i yakaladığını düşünüyorum. Çizdiği portrede Jane’in kendi güçlerini yansıtan bir özgünlük ve disiplin var.”

Yapımcı Lisa Bruce şöyle ekliyor; “Felicity aynı zamanda hem hassas hem de güçlü olma konusunda olağanüstüydü. Rolü birçok yönden hikayeyi, evlilikleri boyunca Jane’in Stephen’ı sıkıca sardığı gibi sarıyor.”

Jane ile Stephen arasındaki sevgi, filmin odak noktası ve hikayenin ikinci yarısının etkisi ilk romantizmin özellikle de filmin en güzel sahnesi olan Mayıs balosu sahnesinin sıcaklığıyla pekiştirilmiş. 
Marsh şöyle anlatıyor; “Evlilikleri daha sonra karmaşıklaşıyor. Bu yüzden Stephen ile Jane’in başından itibaren birbirlerine ne kadar çılgınca aşık olduklarına inanmak zorundayız. İki tarafta da büyük bir hassasiyet ve duyarlılık olması gerekiyor.”

Jones şunları söylüyor; “Bence Stephen ile Jane arasında hemen bir cinsel çekim olmuş. Ama aynı zamanda zihinleri de buluşmuş. Aynı zamanda birbirlerine meydan okumuşlar. Aralarında bir rekabet varmış. İki kişi oldukça zeki ve oldukça farklı olduğunda bu sıkça görülür ve tüm bunlar birbirlerine bağlanmalarına yardımcı olmuş.”

Redmayne ve Jones da arkadaş ve meslektaş olarak birbirlerine bağlanmışlar. 
Bütün özenli hazırlıklarına rağmen ikisinin de sette hoş sürprizlere açık olacaklarını biliyorlarmış. Redmayne gülerek şunları söylüyor; “Felicity bazen kamera arkasından çeşitli replikler doğaçlıyordu ya da beni şaşırtmak için bana bağırarak bir şeyler söylüyordu. Bunu ancak gerçekten güvendiğin birine yapabilirsin ve ben de ona tam anlamıyla güvendim. Felicity’ye saygım büyük, o olağanüstü biri.”

"Çekimlerde yaptığımız çalışmalarımızın Stephen ile Jane’in yaşadıklarını tam olarak yansıtan günler oldu. Felicity’ye şöyle demek zorunda kaldım; “Bu zaten zor olan bir sahnenin ortasında yaşanıyor ve benim kısıtlamalarımın etrafından dolaşması gerekecek. Bu onun için zordu ama filmden birbirimize büyük bir şefkat duyarak çıktık.”

Jonathan

Yapımcı Lisa Bruce şunları söylüyor; “Bu film bir kurdeleyle süslenmemiş bir yetişkin aşk hikayesi. Bütün evlilikler zamanla değişse de Hawking’lerin evliliğinin karşılaştığı büyük baskı düzeyi çoğunlukla ilk aşamalarda ortaya çıkmış, ama yine de çok uzun süre bir arada kalmışlar.  Yaşadıkları aşk hikayesi yaşadıklarımıza hiç benzemiyor. Bana göre bundan dolayı çıkmaya değecek çok nadir ve güçlü bir yolculuktu.”

Felicity Jones, Stephen ve Jane’in birlikteyken Jane’in bir başkasıyla tanışmasından ve Stephen’ın onu evlerine kabul etmesinden büyülendiğini kabul ediyor. 
“Böylece üç kişi arasında koşulsuz ama gerçekçi bir dinamik oluşmuş. Jane’in hem Stephen’la hem de Jonathan’la olan ilişkisini incelemem gerekti.”

Dul koro yönetmeni Jonathan Hellyer Jones’ı canlandıran Charlie Cox, Her Şeyin Teorisi’ndeki duygusal eğriyi büküyor. 
Jones şunları söylüyor; “Jane ve Stephen’ın ilişkilerinin aynı şekilde devam edemeyeceği bir noktaya ulaştığını düşünüyorum. Bu da aynı zamanda daha sonra Elaine [Mason, Maxine Peake’in canlandırdığı hemşire] geldiğinde de vurgulanıyor. Karmaşık ve harikulade bir şekilde insanca.”

Jonathan geldiğinde şaşırtıcı derecede önemli bir role sahip oluyor.
 Marsh, ‘üç yetişkin arasında güzel bir uyum”u aktarmak istemiş. 
Jane ve Jonathan kaçınılmaz bir şekilde ortak ihtiyaçları nedeniyle aşık olmaya başlamışlar ve bu da Stephen’ın bunu kabul etmek zorunda olduğu bir durum olmuş.

Cox şunları söylüyor; “Jane aklını kaçırmak üzereyken çok tesadüfi bir şekilde Jonathan’la tanışıyor. Hawking ailesine yardım etmeye başlıyor. Ama Jane’e karşı sevgi duyguları beslemeye başladığında şaşırtıcı kararlar veriyor. Doğru olanı yapmaya çalışan iyi bir adam.”

"Anthony’nin senaryoyu inşa etmesinin hoş yanı, bu insanların üçüne ve şahsi aşk hikayelerine duygusal olarak tam anlamıyla yatırım yapmış olmasıdır. James, sette bir özgürlük ortamı yaratmıştı. Böylece karakterlerimiz arasındaki anların merkezine ulaşabiliyorduk.”

Marsh, Cox’u; “Jonathan’ın Jane’e olan ilgisini kontrollü bir şekilde oynadı. Performansı, Stephen’ın Jonathan’la nasıl empati kurduğunu gösterdi.” diyerek övüyor.




Gönüldeki Yerler

Dünyanın önde gelen film yapım şirketlerinden birinin ortaklarından olan Tim Bevan ve Eric Fellner, ülke içinde ve dışında çeşitli filmler yapmışlardır. 
Bundan dolayı Her Şeyin Teorisi filminin İngiltere’deki mekan çekimleri için Jane ve Stephen’ın aşk hikayelerinin başladığı Cambridge’de, şehirde ve kampüste hatırı sayılır bir erişim izni almışlar. Cambridge aynı zamanda ailelerini ve yuvalarını kurdukları yermiş.

Yapımın çekim mekanları arasında St. John's Koleji de yer alıyordu. 
Stephen aslında Trinity Hall’a gitmiş ama aradan geçen 50 yıldan sonra film çekimi için pek de uygun değilmiş. 
Senaryo yazarı/yapımcı Anthony McCarten şunları söylüyor; “St. John, Cambridge’in en güzel kolejlerinden biri. Ana salon “düğün pastası” olarak bilinir, çünkü öyle bir görkemi vardır.”

Bir başka önemli mekan da atomun ilk kez parçalandığı, Stephen’a yeni çığırlar açması için anahtarı verilecek kadar güvenilen Cavendish laboratuvarı olmuş. 
McCarten şunları söylüyor; “Cavendish gibi yerler, görünümleri ve tasarımlarıyla bıraktıkları etkiden dolayı filme sihir ekliyor.”

Yönetmen James Marsh da şu sözlerle katılıyor; “Cambridge’de çekim yapmak bize bir doku, üniversite ve akademik hayat hissi verdi. Stephen’ın hayatının büyük bölümü akademide geçmiş. Orada bir hafta boyunca dış mekanlarda ve bazı iç mekanlarda çekim yaptık. Çok şükür ki Stephen’la Jane’in romantizminin başladığı üniversitenin Mayıs balosunun çok önemli olan seti de  aralarında bulunuyor.”

Profesör Stephen Hawking, Mayıs balosu sahnesinin çekimlerinde bizzat bulunmuş. 
Ayrıca Jane’le ikisinin çocukları, Lucy ve Timothy Hawking de bulunmuş. 
Jane de Mayıs balosu çekimlerini Jonathan Hellyer Jones ile birlikte ziyaret etmiş. 
Jane, yapımcılara Cambridge’de, Stephen’la ikisi için anlamlı olan mekanları da gezdirmiş.

Cambridge’in Ortaçağ mimarisi ve sonsuzluğu da ekrana Rutherford laboratuarı ve amfi salonu sahnelerinin içinde Güzel Sanatlar amfisi Trinity Lane ile yansıtılmış.

Cambridge’in arka planda olması filmin görünümünde ve Hawkinglerin hayatında 20 yıl boyunca yer alışında tutarlılık sağlamış. 
Yapım tasarımcısı John Paul Kelly ve ekibi Cavendish kütüphanesinin iç mekanını başka bir yerde yeniden kurmuş olsalar da orijinali 1970’lerin başlarında yeniden kurulduğu için belgesel ve aktüalite görüntüleri de referans olarak mevcutmuş.

Her Şeyin Teorisi’nin Buckingham Sarayı’nda geçen açılış ve kapanış sahneleri aslında Londra’da Lancaster House’da ve Richmond’da Thames üzerinde Hampton Court Palace’da çekilmiş. Londra’daki diğer mekanlar arasında Cenevre’deki Bayreuth Opera’nın yerine geçen Covent Garden’daki Kraliyet Opera Evi bulunuyor. 
Stephen’ın üniversitesi Trinity Hall’un iç mekanları da Londra’nın kuzeybatısındaki Harrow School’da yeniden yaratılmış.

Hangi mekan olursa olsun Marsh, görüntü yönetmeni Benoît Delhomme’ın tamamen görsel olan unutulmaz anlar yarattığını düşünüyor. 
Şunları söylüyor; “Filmin bazı bölümlerinde çok fazla diyalog yok. Sadece insanları gözlemliyorsunuz. Ben ve Benoît da hikayenin ilerlemesi için Hawking ailesinin evinin filmlerini kullanmayı düşündük. Benoît Super 8 and 16-millimetre ile çekimler yaparak film için özel hissedilen ve aileyi daha iyi tanımamıza olanak veren başka bir tür doku yarattı. Çocukların, tekerlekli sandalyede olsa da babalarıyla nasıl oynadıklarını görüyorsunuz. Doğal ve kabulleniciler.”

Ev sahneleri, Stephen’ın Kelly’ye kendi sertifikalarını, madalyalarını ve ödüllerini ekranda kullanma izni vermesiyle daha da geliştirilmiş. 
Dahası Jane halen Stephen’la evlendiklerinde oturdukları evde yaşıyor. 
Evi sette yeniden yaratabilmeleri için Kelly’ye eve tam erişim izni vermiş. 
İkinci evleri yıkılmış olduğundan departman o evin iç mekanını aile fotoğraflarına bakarak yeniden yaratmış.

Ekranda, evler “oldukça kısıtlı ortamlar olarak başlar” diyor Kelly. 
“Stephen’ın yakında bir daha hiç kullanamayacağı birçok basamak vardı. Hikaye ilerledikçe ve ünlü olmaya başladıkça iç alanlar da büyüyerek Stephen’ın duygusal yolculuğunu yansıtıyor.”

Yapım tasarımının bir başka önemli unsur da Stephen’ın hayatı boyunca kullandığı tekerlekli sandalyelerin gelişimi olmuş. 
Kelly tekerlekli sandalyelerin kusursuz bir şekilde yeniden yapılması için çok uğraş vermiş. 
Yapım tasarımcısı şunları söylüyor; “Stephen sıradan bir tekerlekli sandalye ile başlamış. Sonra elektrikli tekerlekli sandalye olmuş ve sonunda bir bilgisayar ve ses makinesi içerecek şekilde uyarlanan bir tekerlekli sandalye olmuş. Gerçeklerine olabildiğince uygun yapmak için uzun araştırmalar yaptık.”

"Ama aynı zamanda tekerlekli sandalyelerin nereye doğru ve nasıl hareket ettiklerinden ve bilgisayarla ses etkinleştiricinin doğru anda çalıştığından emin olmak için birkaç teknisyene ihtiyacımız vardı.”

Filmin sıcak, romantik görünümü kostüm tasarımcı Steven Noble ile daha da geliştirilmiş.
 Senaryoyu on yıllık bölümlere ayırma ve 1960’lardan 1980’lere kadar İngiliz giyim tarzını kusursuz bir şekilde yaratma göreviyle karşı karşıya kalan Noble, karakterlere tutarlı renk paletleri atamış.

Noble, Felicity Jones’u Jane olarak giydirirken karakterinin genç bir öğrenciden eşe, anneye ve tam zamanlı bakıcıya psikolojik gelişimini göz önünde bulundurmuş. 
Şöyle anlatıyor; “Jane 1970’lerde biraz depresyonda olduğu bir düşüş yaşıyor. Renk paletini biraz sönük yaptık. Jonathan’la tanıştıktan sonra o durumdan çıkıyor ve biraz daha göz alıcı giyiniyor.”

Mayıs balosu sahnesi için Noble ve departmanının 200’den fazla yardımcı oyuncuyu giydirmeleri gerekmiş. 
"Tümüyle balo elbiselerine yöneldik. Çok memnun kaldım, özellikle de Felicity’nin görünümü konusunda. Soluk mavi, dar, kolsuz bir balo elbisesi giydi. Sade ama yine de kamera önünde göz alıcıydı.”

Stephen Hawking rolüyle Eddie Redmayne’in filmde 77 kostüm değiştirmesi gerekmiş. 
Noble’ın ekibinin yaptığı kıyafetlerde profesörün kendi eksantrik giyim tarzına sadık kalınmış. 
Noble şunları söylüyor; “Her zaman biraz dağınıktı. Kravatları hiçbir zaman çok düz olmazdı. Üstü başı her zaman biraz dışarı çıkmış veya bir düğmesi eksik olurdu. Bu da ona başka bir dünyadan olan, yeterince uygun akademik bir görünüm veriyordu.”

"Stephen’la 1963 yılındaki öğrenciliğiyle başladık. Normal kıyafetleri vardı. Sonra hastalıkla birlikte büyük bedenli kıyafetler geldi. Ceket bedenleri büyüdükçe daha zayıf göründü. Ayrıca Jan Sewell’den (saç, makyaj ve prostetik tasarımcı) vücudun kemikli bölgeleri dediğimiz, dizler, dirsekler, omuzlar için prostetik parçalar yapmasını istedik. Bu da ona hafif bir biçimsizlik verdi.”

Sewell, Eddie Redmayne için Stephen’ın hastalığını çeşitli aşamalarında dışarı yansıtacak saç, makyaj ve prostetik hazırlama görevine atanmış. 
Şunları söylüyor; “Stephen, bizler gibi yaşlanmadı. Çünkü kaslarını kullanamıyordu. Bu da yüzünü ve vücudunu değiştirmişti. Eddie motor nöron hastalığı olan insanlarla tanıştığında ellerinin ne kadar değiştiğine dikkat etmiş. Biz de sürece bunu ekledik.”

"Yaptığım şeylerden biri de Eddie’nin kulak şeklini değiştirmek oldu. Birinin kulaklarını veya burnunu büyütürseniz yüzünün geri kalanı şekil değiştirir ve daha küçük görünür. Ayrıca farklı şekilde dişler ekleyerek ağız konturunu değiştirdik.”

Sewell’in Felicity Jones’la ilgili görevleri daha geleneksel olmasına rağmen daha kolay olmamış. 
Şöyle anlatıyor; “Felicity her zaman Jane Hawking’in özünü korumak istedi. Bense dönemleri Jane aracılığıyla aktarmak istedim. Mayıs balosu sahnesinde Felicity’ye biraz Audrey Hepburn tarzı bir saç yaptık. Genel olarak Jane kısa saçtan biraz uzun saça geçiyor. Bu yaklaşımı doğru aktarmak için fotoğraflara baktık.”




Yıldızların Ötesinde

Gündelik bir aşk ilişkisi olarak başlayan ve sonradan hiç bilinmeyen bölgelere doğru yol alan bir aşk hikayesi olarak senaryo yazarı ve yapımcı Anthony McCarten, Her Şeyin Teorisi filminin sonunda “tarihle sonlandığını” söylüyor. 
“Filmimiz Stephen’ın hayatının sadece yarısından biraz fazlasını konu alıyor. O ve Jane hakkında bildiklerimizle, ondan ve Jane’den öğrendiklerimizle büyük bir aşk yaşadıklarını, aşklarının sınandığını, dayandığını, aile kurduklarını ve sonunda da ilişkilerinde birlikte göğüs gerdikleri bir dizi değişiklikler yaşadıklarını konu alıyor. Geleneksel “Hollywood sonu” değil. Ama yine de mutlu bir son.”

Yönetmen James Marsh şunları söylüyor; “Jane hiç duygusal biri değil. Ben de benzer şekilde sert ve detaylı bir film yapmak istedim. Evliliğin zorluklarından veya hastalığın acılarından kaçmak istemedim, çünkü aşk hikayesini derin ve ilham verici yapan unsurlar bunlar.”

Yapımcı Lisa Bruce şunları ekliyor; “Bu iki sıra dışı insan tarafından sevgi ve evren mikroskop altına alınıyor. Aradıkları cevapları bir yandan kendi içlerine bakarak, bir yandan da yıldızlara ve ötesine bakarak buluyorlar.”