25.2.14

İzlediğim Kadarıyla "!f İstanbul 2014" - II


Kaldığımız yerden devam ediyoruz..


The Selfish Giant / Bencil Dev


Bencil Dev’i sinemasever bir arkadaşımıza anlatmaya çalışsak şöyle derdik: Andrea Arnold’un alt sınıf İngiltere’sini düşün; faturalarını ödeyemeyen sorumsuz ebeveynler ve kaldırabileceklerinden daha fazla yük sırtlanmış çocuklar var.

İngiltere malum, hava hep kapalı, ortam kasvetli.
Dikenli tellerle örülmüş bir yerlerde bazı “büyük”ler bazı işler çeviriyorlar.
Çocuklar için okula gitmenin bir anlamı yok; onlar bir an önce büyükler gibi para kazanmak, bahis oynamak, gecenin karanlığında birkaç kuruş fazlası için gizli işler çevirmek istiyorlar.

Bu büyüme öyküsünü biraz içine doğru çek ve Dardenne’lerdeki masumiyet, vicdan ve adalet meselesini onun üstüne ekle. Düşler Diyarı’nın (2012) masalsı dünyasının en damıtılmış halini hayal et ve filme belli belirsiz yayıldığını düşün. 

Bir de, şey, en son, çok sevdiğin birisini elinden kaçırdığını fark ettiğin o ânı hatırla. Yatağın altına saklanıp günlerce oradan çıkmamıştın, değil mi?



mümkünmertebe Notu ::

Konusuyla doğrudan bir ilgisi olmasa da filmin senaryosunun, bencil bir devin sahip olduğu, ama içinde oynamalarını istemediğinden dolayı da çocukları kovduğu bir bahçenin nasıl da kuruyup solduğunu, hatta her yere uğrayan baharın nasıl da bu bahçeyi hep es geçtiğini anlatan, Oscar Wilde'ın aynı adlı masalından esinlenerek yazıldığını biliyoruz..

Çalışarak eve ekmek, hayırsız babalara alkol parası getirmek zorunda kalan çocukların -en temel ihtiyaçları olduğu halde- oynayamadıkları, hatta okuyamadıkları lanet bir 'bahçe'de onların payına düşen şeyin ne olduğunu da hepimiz biliyoruz sanırım..

İngiltere gibi 'gelişmiş' bir ülkenin pek gelişememiş varoşlarından yükselen çocuk sesli, acı yüklü bir feryat bu..

İtilmişliğin, yokluğun içinde var olmayı başaran sağlam bir dostluğun ve daha ergen olmadan ölümle tanışan çocuk kalplerin kırık öyküsü..

The Selfish Giant, başka BirHurdacının Hayatı; ama ondan çok daha sert, sağlam ve sarsıcı..

“Sinemaya gidip kayıp ve yası tekrardan yaşamak istememizin, kendi hayatımızdaki kayıp ve yasları anlama çabamızla bir ilgisi olmalı.” demiş biri.. Ne kadar da doğru demiş..

Senarist yönetmen Clio Barnard'ın -hem de böylesine zorlu bir senaryoya sahip- ilk uzun metrajında bu denli başarılı olup da bir başyapıt yaratması, takdire şayan..
Kadın olması hasebiyle hayranlığımı daha da bi kazanan Clio, Britanya'dan esen yeni bir 'Ken Loach' rüzgarı gibi..

9  /10





Inside Out: The People's Art Project / Tersyüz: İnsanların Sanat Projesi

A.B.D., Fransa - 2013 - 70' - Renkli - DCP - Arapça, Kreole, İngilizce, Fransızca, İspanyolca

2011 yılında TED ödülünü kazanan Fransız sanatçı JR dünyanın en geniş katılımlı küresel sanat projesini başlatarak yüz binlerce insana yaşadıkları sokakları fotoğraflarla yeniden sahiplenmenin yolunu açar.
Her sene yalnızca bir kişinin layık görüldüğü prestijli TED Ödülü’nü 2011 yılında kazanan Fransız sanatçı JR’a dünyaya ilham verecek dileğinin ne olduğu sorulur. “İnandığınız bir şey uğruna harekete geçerek küresel bir sanat projesine dahil olmanızı diliyorum. Birlikte dünyayı tersyüz edelim,” der.
Kurallar basittir: kendinin veya tanıdığın birinin fotoğrafını çek, gönder, büyük boy kâğıda basılan resimleri sokaklara yapıştır ve sesini duyur.

Tüm baskı masrafları JR tarafından karşılanan bu proje çok kısa sürede dünyanın her tarafında binlerce takipçi buldu.
Cezayir’den Haiti’ye, Kuzey Dakota’dan Pakistan’a, insanlar organize olarak çektikleri fotoğrafları sokaklara ve binalara yapıştırmaya başladılar. Sanatı izleyen değil, sanatı icra eden oldular.

Zaman geçtikçe proje de evrildi; Arap Baharı, Londra’daki ayaklanmalar, Occupy hareketi ve Haiti’deki deprem derken, doğrudan olayları yaşayan insan ve toplulukların hikâyelerine tanıklık etmeye başladı.
Gözümüzün önünde küresel bir hareket doğdu; ilham arayanlar, kaçırmayın!

Yönetmen: ALASTAIR SIDDONS
Görüntü Yönetmeni: PATRICK GHIRINGHELLI
Kurgu: GREGOR LYON
Müzik: ANTONIO PINTO, SAMUEL FERRARI, PATRICE BART-WILLIAMS


mümkünmertebe Notu ::

Belki ana mevzu bu değil ama, duvarlara graffiti yaparak işe başlayan JR'ın, daha sonra fotografa yönelerek dünya çapında tanınan, etkisi büyük ve yüklendiği sosyo-politik misyonunu tavizsiz bir biçimde sürdüren bir sanatçıya dönüşmesi, oldukça ilginç..
Öyle ki öncüsü olduğu bir projenin CEO'su gibi bir duruma yükselerek, bu konudaki çalışmaları etrafında oluşturduğu büyükçe bir ekibe devretmesi de cabası..

Belgeselin, olaya sadece kendi desteklediği tarafa değil de projeye tamamen karşı duranlara kulak vermesi de önemli bir özellik..
Örneğin, Tunus Devrimi sonrası, bir zamanlar devrik lider Bin Ali'nin devasa afişleriyle kaplı duvarlara -proje gereği- halktan kişilerin fotograflarının yapıştırılmasına -belki de eski bir refleksle- karşı çıkan kitlenin görüşlerinin ve afişleri yırtma görüntülerinin de filme yerleştirilmesi gibi..

Son tahlilde, derdini doğru dürüst anlatabilen, renkli ve çarpıcı görüntüleri güzel müziklerle sunduğundan sıkılmadan da izlenebilen bir belgesel..

6  /10





Mahi va Gorbeh / Balık ve Kedi

Blair Cadısı'yla Kiarostami-Makhmalbaf sinemasının çılgın buluşması.
Filmin tek bir plandan oluştuğunu söylemiş miydik?
Bazen ‘sinemada artık yeni bir şey yapılamaz’ diye düşünürken, birdenbire bir film çıkıveriyor ve mahcup oluyoruz.
134 dakikalık tek bir plandan oluşan İran filmi Balık ve Kedi de böyle bir film.

Malum, tek planlık filmlerin en muhteşemini Sokurov çekmişti, ama yönetmen Shahram Mokri’nin burada başka estetik dertleri var.
Kamp yapmaya giden bir grup üniversite öğrencisinin, yakınlardaki restoranda insan eti servis edildiğini öğrendiği gerçek bir olaydan yola çıkan film, sıradan bir korku filmi gibi başlıyor.
Film bir yandan Blair Cadısı atmosferini sürdürürken, bir yandan da bir Kiarostami ya da Makhmalbaf filmiymişçesine yüzünü insana dönüp, sinemayla, gerçeklikle ve zamanla oynuyor. Korkunç olan, dramatik olan ve duygusal olanın yanında arada doğaüstü olana da dokunuyor ve buradan kendine has bir şiirsellik çıkarıyor.
Bu gerilim dolu, sürprizli ve tahmin edilemez filmi mutlak suretle izlemenizi öneriyoruz.


mümkünmertebe Notu ::

Siz bakmayın tanıtım yazısını yazan arkadaşın şu 'Blair Cadısı' takıntısına, yok öyle bi şey..
'Kamp yapan gençler' dışında en ufak bi benzerlik yokken, nedir bu tuhaf 'benzetme telaşı' anlamak güç.. 
Sakın bu arkadaşın tek izlediği korku filmi o olmasın?.

Mahi va Gorbeh içeriğinden çok, çekim tekniğiyle dikkat çeken bir yapım..

İki saati aşan süresinin tek plandan ibaret olması ve bu planın neredeyse tamamının, sürekli hareket eden oyuncuların peşine takılan bir aktüel kamerayla çekilmesi filmin en önemli özelliği..

Yalnız bu tekniğin tek meziyeti de bu değil..
Birbirinden hem yaş, hem de sosyal katman açısından çok farklılık arz eden çok sayıdaki kahramanını tek tek ve yakından tanıyabilmemiz için kamera, bir süre sonra 'geride kalan' zamana ve mekana -başka açıdan da olsa- geri dönecek, sonra da bir başka kahramanın ya da bir grubun peşine takılacak ve de olay hep bu minvalde sürüp gidecektir..

Buna bir nevi 'mecburi' flashback denebilir belki ama, öte yandan bunun klasik anlamda bir geçmişe dönüş olmadığı da çok açıktır..

Bu durumda, filmin 'normal' bir zaman akışından da bahsedemiyoruz..
Hem ilerleyen, hem de ilerlemeyen zamandır bu; bu tuhaf vaziyeti 'zamansızlık' terimi daha doğru anlatabilir sanki..

Bu arada, filmin konusundaki tek belirgin olan kısım, yakında bir restoranda müşterilere insan eti servis edildiği haberidir..
Bu şayia, neredeyse 'kansız bir slasher' atmosferine sahip filmin, zaten her anına sinmiş olan gerilimini bir hayli güçlendirir..

Diğer bir çok küçük öyküye ise, kamera yürüdükçe kısa süreliğine yanına yaklaştığı ikili ya da daha çoklu grupların konuşmalarından -bölük pörçük de olsa- tanıklık etmiş oluruz..

Evet farkındayım, durum biraz karışık..
En iyisi, hem tekniği, hem de içeriği açısından oldukça 'sofistike' olan bu filmi kendi gözlerinizle görmek..

İran Sineması'nın bir başka yüzünü, hatta Üniversiteli İran gençliğinin -bazılarımız için şaşırtıcı olabilecek denli- modern yaşantılarını ve entelektüel seviyelerini keşfetmek de ayrıca ilginç olacaktır..


8  /10






Anarşik Armoni

2014 - 90' - Renkli - DCP - Türkçe


Dünya'da giderek artan kitlesel anarşik reaksiyonların bir manifestosunu yaratmak kaçınılmazdı.
Bugün müzik sayısız özgürlüğü ve çeşitliliği kucaklarken akla bir soru geliyor: Çağdaş müzik şimdiki haline nasıl evrildi?
Bu konuda kafa yormak, çağdaş müzik tarihinin satır aralarını okumak bize neler söyler?
Bazen doğru soruyu sormak, cevabı bulmaktan çok daha önemli.

Anarşik Armoni de bu işin öncülerine; devrimci besteci&teorisyen Stravinsky ve Schönberg’den cazın kurucularından Buddy Bolden’a, sıradışı bir yaklaşıma sahip olan John Cage’e, İlhan Mimaroğlu’na, Aydın Esen’e, insan algısının sınırlarını genişletmeye cesaret eden sanatçılara odaklanıyor ve şans bu ki Gezi olaylarının başlamasıyla filmde konuşulan hakikatlerin bir anda gerçekleştiğine tanıklık ediyoruz.
Anarşik Armoni teknolojik gelişmelerin eşliğinde müziğin bilinmeyene giden macerasındaki sosyo-politik gelişmelere ışık tutmaya çalışan ve bunu insanlık için evrensel bir dil olan müzikle yapan bir manifesto.

Senaryo - Görüntü Yönetmeni - Yönetmen: KORAY KAYA
Müzik: MUTLU SAN
Katılımcılar: İLHAN MİMAROĞLU, AYDIN ESEN, İLHAN ERŞAHİN, ARTO TUNÇBOYACIYAN


mümkünmertebe Notu ::

Dönüp dolaşıp, boğaz köprüsünü -eksantrik olmasına özellikle dikkat edilen bir açıdan- görüntülemek, bir takım müzik aletlerinin ayrıntılarına zum yapmak, güneşi habire doğurtup batırtmak, birbirinden ünlü ama iki kelimeyi bir araya getiremeyen müzisyenlerimize bir şeyler dedirtmeye çalışmak, araya da konuyla (hangi konu!) tamamen alakasız -ama amacı belli- olarak Taksim Gezi Direnişi görüntüleri sıkıştırmak..

Ha bu arada, eski bir 'sinemasal aldatma' numarası olan, 'Flu çekelim de sanatsal olsun panpa' anlayışının bize yeniden hatırlatılması gayet anlamlı olmuş..

Lütfen arkadaşım, ben bunu görmezden geliyorum; çok rica edeceğim, sen de bir daha böylesine saçma sapan bir işle karşıma gelme..


2  /10






Sick Birds Die Easy / Hasta Kuşlar Çabuk Ölür


Sick Birds Die Easy hem bir belgesel hem de sosyal bir deney: Joseph Conrad'ın ‘Karanlığın Yüreği'nin gonzo versiyonu; büyülü gerçekçi ve antropolojik, mistik ve sorumsuz; büyüleyici ve rahatsız edici; siyaseten yanlış, tehlikeli ve ölümüne çılgın.

Joseph Conrad’ın meşhur romanı ‘Karanlığın Yüreği’nde, Kongo ormanlarının derinliklerinde kendini kaybeden Kurtz’u tüm insanlık için bir metafor olarak okuyabilir miyiz?
Bu, yıllardır tartışılan çetrefil bir konu ve görünen o ki, genç yönetmen Nik Fackler bunu düşünmektense test etmeyi seçmiş.

Hasta Kuşlar Çabuk Ölür’de Fackler ve arkadaşları Gabon cangılında, uyuşturucu bağımlılığını iyileştirdiği ve insanda ruhsal bir dönüşüm yarattığı söylenen Iboga bitkisinin peşinde bir maceraya atılıyorlar.
Yanına ufak bir film ekibi ve biri baba parası yiyen alkolik şair, diğeri komplo teorisyeni olan madde bağımlısı iki arkadaşını alan Fackler, hem arkadaşlarını iyileştirme peşinde, hem de insanın doğduğu yer olduğu söylenen bu coğrafyada hakikate, insanın başlangıcına, sonuna ve evrenin sırrına dair bir şeyler keşfetme amacında.

Hasta Kuşlar Çabuk Ölür insanlığın hasta, hem de çok hasta olduğuna dair önemli bir kanıt teşkil ediyor.


mümkünmertebe Notu ::

(Ve yazar yazmaktan sıkılır.)

6  /10





Cheatin' / Aldatma


‘Indie animasyonun kralı' olarak bilinen Bill Plympton tutkulu, eğlenceli ve çılgın bir aşk filmiyle geri dönüyor.
İki kez En İyi Kısa Animasyon dalında Oscar’a aday olan Bill Plympton, aynı zamanda ‘indie animasyonun kralı’ olarak da biliniyor.

Tutkulu bir aşk hikâyesi anlatan yeni filmi Aldatma tamamen elle çizilmiş.
Hiç diyalog barındırmayan filmde, bütün sorumluluk da bu çizgilerin üzerinde.
Filmin kahramanları Ella ve Jake gibi, filmin çizgileri de heyecanlı ve sabırsız.
Bu karalamalarla dolu, empresyonist diyebileceğimiz biçim, filme bir yandan naif bir hava katarken, diğer yandan da kendine has bir ritim oluşturmuş.
Filmin dünyası romantik ve çocuksu; ama Aldatma kesinlikle bir çocuk filmi değil.
Ella ve Jake’in yaşadığı aşk, tutkuları, kıskançlıkları, özlemleri ve intikam istekleri yoğun ve etkileyici bir şekilde ele alınmış.
Zaman zaman müzikale dönen, zaman zaman soyutlaşan bölümleriyle Aldatma, basit gibi görünse de çaktırmadan seyirciyi avcunun içine alan, hem nostaljik, hem de taptaze bir animasyon.


mümkünmertebe Notu:  6  /10