1945 yılında Hiroşima'ya atom
bombasının atıldığı gün, Britanya'daki bir hastanenin aynı
odasında yan yana yatan, Natalie (Christina Hendricks) ve Anoushka
(Jodhi May) adlı annelerden iki kız çocuğu dünyaya
gelir..
Altmışlı yıllara gelindiğinde, bu
annelerin artık genç kızlığa geçiş yapmakta olan
kızları Ginger (Elle Fanning) ile Rosa'nın (Alice Englert), ne
olursa olsun dostluklarının daim olacağını düşünen
çok yakın iki arkadaş olduklarını görürüz..
Gelgelelim -benim şimdi uydurduğum-
binlerce yıllık Dünya İlişkiler Tarihi'nin, buna benzer
milyonlarca dostluk akitlerinin ölüleriyle dolu olduğunu
söylememe bilmem gerek var mı sevgili okur?.
Neyse, bu konuya belki tekrar döneriz;
biz devam edelim..
Her evlilik gibi, ite kaka yürütmeye çalıştıkları ilişkileri artık iyice tükenmiş bir ebeveynle yaşayan Ginger, duygularını kağıda dökerek rahatlamaya çalışan, Atom Bombası başta olmak üzere savaşlara karşı vaziyet alan, insanlığın karanlık geleceğine yönelik derin kaygıları olan hassas ve şair ruhlu bir kızdır..
Her evlilik gibi, ite kaka yürütmeye çalıştıkları ilişkileri artık iyice tükenmiş bir ebeveynle yaşayan Ginger, duygularını kağıda dökerek rahatlamaya çalışan, Atom Bombası başta olmak üzere savaşlara karşı vaziyet alan, insanlığın karanlık geleceğine yönelik derin kaygıları olan hassas ve şair ruhlu bir kızdır..
Buna karşın, babasız ve anne
baskısıyla büyüyen Rosa, daha erken gelişmiş kişiliği
nedeniyle -haliyle- çok daha problemli olan; ama hayata daha
'gerçekçi' bakışıyla, Ginger'in 'nükleer'
endişelerinden oldukça uzakta durup, bu gibi 'çaresiz'
sorunları Allah Baba'ya bırakarak işin kolayına kaçan
biridir..
Daha ergen denecek yaşta Ginger'ı
doğurduktan sonra sanatını mecburen bırakan ve 'geleneksel ve
problemli' ev kadını ve de anne modeline dönüşen ressam
anne Natalie ile dinin ya da her türlü 'iki yüzlü'
ahlâk kurallarının karşısında durarak, özgürlüğünü
ve bağımsızlığını tüm toplumsal dayatmaların dışında
yaşamayı kendisine ilke edinmiş aktivist bir baba olan Roland
(Alessandro Nivola)..
Bundan daha kötü bir evlilik
kombinasyonuna zor rastlanır sanırım..
Çok açık ki asla baba
olmaması hatta evlenmemesi gereken, gençliğinde -hem de
savaş zamanında- askere gitmeme eylemi yaptığından hapse dahi
atılan 'vicdani retçi' bu babanın/erkeğin 'hassas ruh'
Ginger üzerindeki etkisi -kız çocuğunun babaya olan
'içgüdüsel' düşkünlüğünü
de göz önüne alırsak- haddinden fazladır..
Bu durumda, onun bu 'aşkına'
yönelecek herhangi bir tehlikenin ya da aralarına girmeye
yeltenen bir 'dişi yılan'ın yıpratıcı etkisi gerçekten
de büyük olacaktır..
Uzun aralıklarla film yapan ve
özellikle Virginia Woolf'un romanından uyarladığı Orlando
(1992) ile gözüme giren usta İngiliz yönetmen Sally
Potter’ın bu son filmi, ergenlikten genç kızlığa evrilen
yolda düşe kalka ilerleyen iki arkadaşın öyküsünü,
savaş karşıtlığı ve özgürlükler bağlamında
bilinçlenen dünya gençliğinin eyleme geçtiği
altmışlı yıllar fonunda anlatıyor..
O yılların en önemli, en
gerilimli olayı olan ve gezegenimizin akıbetini direkt ilgilendiren
Küba Füze Krizi bu fonun birincil unsurudur..
'Soğuk Savaş'ın doruğunu oluşturan
bu ölümcül oyun -ne yazık ki- sadece bizim halkımızın
değil, onları yönettiğini zanneden hükumetimizin de
tamamen bilgisi dışında, iki süper güç tarafından
oynanmış -neyse ki- belasızca atlatılmıştır..
Hem de elin Britanyalı gençleri
bunu, insanlığın geleceğini tehdit eden çok vahim bir
durum olarak nitelendirip, protesto ederlerken..
İngiliz kadın yönetmenin, aynı
zamanda yazdığı bu senaryonun kahramanlarıyla -yaklaşık- aynı
yaşlarda olduğunu düşünürsek, kendi anılarının
bu metne olan katkısının bir hayli büyük olabileceğini
de düşünebiliriz..
Bu sebeple, Potter'ın büyük
bir canlılıkla oluşturduğu, kusursuz netlikte betimlediği
'ayrıntılı' karakterlerin varlığı, sadece usta oyunculuklarla
tanımlanamaz elbette..
Öykünün -nispeten-
bilinirliğine ya da basitliğine karşın, karakterlerin böylesine
çeşitliliği ve netliğiyle film, seyirci üzerinde sanki
bir roman uyarlaması etkisi bırakıyor..
Olayların gelişimi, şartların
değişimiyle şekillenen -özellikle- iki genç kızın
ruh hallerindeki çalkalanmaların, onların yüzlerinde
görünür kılınmasında Elle Fanning ile Alice
Englert'in başarıları yadsınamaz..
Öte yandan Ginger'ın, Atom
Bombası tehdidini ve insanlığın sonunun geleceği fikrini,
fazlasıyla ciddiye alıyor biçiminde görüntü
vermesi, bu hassasiyeti belirleyen asıl faktörün,
ergenlikten genç kızlığa doğru ilerleyen kızımızın
'şair' duyarlılığındaki benliğinden ve yakın çevresinde
olup bitenlerle ilgili olduğunu gizlemez; ki bu da yönetmenin
başarı hanesine yazılmalıdır..
Ginger & Rosa, filmin ya da hayatın
fonunda yer alan mevcut siyasi olayları, öyle derinliğine ve
ideolojisine girmeden, asla bilgiçlik taslamadan, bu olayların
'radikal' denebilecek etkilerine uzaktan ya da yakından muhatap
olanların tepkilerine odaklanarak; ama asıl hikayesini de
kesinlikle ihmal etmeden anlatmayı başarıyor..
Ginger & Rosa / Bir Hayalimiz Vardı
Senaryo ve Yönetmen: Sally Potter
Oyuncular: Elle Fanning, Alice Englert,
Christina Hendricks, Alessandro Nivola, Jodhi May
Yapım: 2012, UK- Denmark- Canada-
Croatia, 90'
3.5 / 5