Ülkenin
büyük çoğunluğu gibi, yoksulluğu ve umarsızlığı,
pek küçük azınlığı gibi de sanatı ve şiiri,
Zonguldak vilayetinin 'kömür karası' atmosferinde yaşayıp,
kısacık ömürlerini bir kelebek misali tüketiveren,
iki genç ve de hasta şairin hüzünlü öyküsüdür
bu anlatılan..
İkinci
Paylaşım Savaşı'nın dünyayı kasıp kavurduğu 1940'lı
yılların hemen başlarındaki Zonguldak'tayız..
Ta
yerin dibine uzanan ve bir nevi 'cehennem deliği' sayılan kömür
ocaklarına gönüllü olarak girecek işçi
azlığından çıkarılmış 'Mükellef Kanunu'yla zorla
çalıştırılan yoksul köylülerin ağır dramını
vurgulayan bir sekansla açılan film, hemen akabinde de
şairlerimizi tanıtır..
Tüberküloz'un
ölümcül pençesine düşen bu iki gençten
Rüştü Onur, Kömür İşletmesi'nde memurluk
yaparak; arkadaşına nazaran daha bi neşeli ve 'serseri ruhlu' olan
Muzaffer Tayyip Uslu da telgraf direklerini kontrol ederek
karınlarını doyurabilen, fakir aile çocuklarıdır..
Görünen
o ki hemen her şeyin ötesinde, edebiyat ve şiirle yatıp
kalkan şairlerimiz, yeni şiirleri için yeni bir bahane daha
bulmuşlardır..
Aynı
kıza tutulan, ancak -tuhaf bi şekilde- aralarında asla bir husumet
oluşmayan ikili, bu sorunu bir iddiayla çözmeye karar
verirler..
İkisi
de birer şiir yazacak ve isimsiz olarak kıza verecekler, o
hangisinin şiirini daha çok beğenirse, diğeri aradan
çekilecektir..
Gelgelelim
aşk denen illet, bu çocukça yaklaşıma hiç
pabuç bırakır mı?.
Ya
verem denen illet, yaşam sevinçlerini iliklerine dek hisseden
şu genç insanların yakasını bırakacak mı?
İnce
hastalıkları elverdiğince, birlikte şiire gömülen,
seven, sevilen bu iki gencin yaşantıları, kısa süreliğine
de olsa birbirinden ayrılacak, İstanbul Heybeliada’daki
sanatoryumda yeniden birleşecektir..
Şiirdir
Şairi Ölümsüz Kılan
Kısacık
hayatlarında yaşadıkları acı-tatlı, neşeli-kederli hemen her
şeyi sevdalı oldukları şiire bahane eden bu iki şairin, İkinci
Dünya Savaşı yıllarına denk düşen son günlerinin
'memleket fonu'nu, Genç Cumhuriyet'in küçük
bir kentteki yansıması oluşturuyor..
Daha
yeni uygulamaya konmuş devrimlerle değişim geçiren sosyal
hayatı, gözümüze sokmadan ve dengeli bir yaklaşımla
kendine fon eden film, burjuva ve bürokrat takımının
sahiplendiği/nasiplendiği ışıltılı 'modern hayat'ın yanı
sıra, köylüden emekçiye dönüşüm
geçiren yoksul yığınları alabildiğine sömüren,
hatta zulmeden bir devlet anlayışının izlerini de sürüyor..
Bir
'dönem filmi' olmanın, 'sanat yönetmenliği' başta olmak
üzere muhtelif zorluklarının üstesinden kusursuzca gelen
Yılmaz Erdoğan, dijital tekniğin olanaklarını son derece ustaca
kullanan Gökhan Tiryaki'nin, mükemmel görüntü
yönetimiyle oluşturduğu çarpıcı görselliğiyle,
belleklerde ayrıca yer edinecek bir yapıma imza atmış..
Görüntü
yönetimi demişken, filmin oldukça görkemli 'açılış
sekansı'nın yeri -uluslararası ölçekte bile-
'mükemmel'e denk düşmekte..
Türk
sinemasında nadir görülen başarılı bir müzik
uygulamasına da sahip film de -özellikle- Kıvanç
Tatlıtuğ'un kusursuz oyunculuğuyla göz kamaştırdığını,
Mert Fırat ile onun sevgilisi rolündeki Farah Zeynep
Abdullah'ın da ona başarıyla ayak uydurduklarını eklemeliyim..
Kelebeğin
Rüyası'nın, sinemamız için az bulunur diğer bir
özelliği de, şiir sanatı üzerine söyleyecek sözünü,
'gerçek hayat'tan kopmadan, yetkinlikle söyleyebilmesi;
ki bunu başarırken de, içeriğiyle biçemini kusursuz
bir şekilde paralel kılarak, sinemayı şiire mümkün
mertebe yaklaştırabilmesi olsa gerek..
Mükemmeliyetçi
titizliğini hemen her filminde izlediğimiz Erdoğan,
senarist-yönetmenliğinin -çok belli ki- kendine ve
şairliğine en yakın düşen -gerçek bir hayat
hikâyesinden esinlenen- bu işiyle, kariyerinin yeni zirvesine
çıkıyor..
Onun
bu çalışması, kaderleri kötü yazılmış bu iki
şairi unutulmuşluk denizinde kaybolmaktan kurtardığı için
bile çok değerli..
Yönetmen
ve senarist: Yılmaz Erdoğan
Tür:
Dram
Oyuncular:
Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Mert Fırat, Farah Zeynep Abdullah
Yapım:
Türkiye, 2013
4 / 5
4 / 5