Sevgili dedemiz Mehmet, henüz yedi
yaşındayken, 1923 Mübadelesi gereğince, anası, babası ve
küçük kız kardeşiyle ve de binlerce kaderdaşıyla
birlikte, memleketleri olan Girit'ten, Anadolu'ya göçe
zorlanan insanlardan sadece biridir..
Günlerce süren 'tıklım
tıkış' deniz yolculuğunun sonunda, Gülcemal gemisi İzmir
limanına vardığında, yolda hastalanarak ölen biricik kız
kardeş, maalesef artık onlarla değildir..
Kök saldıkları topraklarından
kopartılarak çıkartılan bu insanların, tam tersine bir
göçe zorlanmış 'öteki' insanların bıraktıkları
yerlerde yaşamaktan ve yeni vatanlarına alışmaktan başka hiçbir
çareleri yoktur..
Aradan yıllar geçmiş, küçük
Mehmet de büyümüştür..
O artık, bir zamanlar
ailecek yerleştikleri bu Ege kasabasında, pek sevilen, kendisine
pek güvenilen bir esnaftır..
Sahip olduğu tuhafiye dükkanıyla
iştigal eden Mehmet Bey (Çetin Tekindor), karısı Nadire
(Sacide Taşaner), kızı Nurdan (Gökçe Bahadır), damadı
İbrahim (Yiğit Özşener), akıllı ama haşarı torunu Ozan
(Durukan Çelikkaya)'dan ibaret ailesiyle, kışları kasabada,
yazları taşındıkları 'bahçe'de falan, mutlu bir hayat
sürdürmektedir..
Film boyunca, alabildiğine barışçıl ve yüzde yüz insancıl düşünce ve de davranışlarına tanık olduğumuz, kahramanımız Mehmet Dede'ye ben -izninizle- 'Hümanizm Meleği' adını veriyor, "Hayırlısı olsun!" diyorum..
Genel olarak huzurlu Mehmet beyi
-yetmişli yılların sonlarında- huzursuz eden iki şeyden biri, en
büyük arzusu olan doğduğu toprakları ziyaret edememek, o
eski günlerden minik belleğinde kalan tek imaj olan, beyaz
badanalı evlerini görememektir..
Kafa kağıdında yazan doğum yeri,
vize almada en büyük engeldir..
Tam bunu aşıyor derken
patlayan Kıbrıs Barış Harekâtı, bu sorunun üzerine
tüy diker..
Mehmet ağbimiz de buna çare
olarak, devamlı yazdığı ve şişe içine yerleştirdiği
mektupları denize bırakmakta bulur; tek duası, Ege'nin mavi
sularının bu hasret mektuplarını Girit'e ulaştırmasıdır..
Fark ettiğiniz üzre kendisi, hem
insancıl, hem de oldukça hayalperest bir melektir..
Mehmet beyin ikinci huzursuzluk kaynağı
ise torunu Ozan'dır..
Dedesinin tam zıttı bir karaktere
sahip, sempatik görünümüne karşın içinde
âdeta bir küçük şeytan barındıran bu
ilkokul çocuğu, göçmen bir ailenin ferdi olmaktan
pek şikayetçi olarak, çevresindeki hemen her şeye,
herkese düşmanca davranmaktadır..
Hiç kuşkusuz, buna neden olan
etmenler farklıdır ama kasabadaki yerlilerin, bunca yıldan sonra
bile, göçmenleri -en azından çocuklar arasında
taraftar bulan bir ırkçılıkla- Türk olmamakla
suçlamaları ve dışlamalarıdır..
Dedesinin kökeninden kaynaklanan
bu 'sorun', zaten doğuştan problemli Ozan için dayanılmaz
bir ağırlıktır.. Ailesinin gâvurluğuna karşın, yüzde
yüz Türklüğünü ispat etmek, bu asabi çocuk
için bir var oluş sebebi gibidir.. Gelgelelim ve ne tuhaftır
ki onun gözünde bu muhacir dede, bir süper kahraman
kadar önemli ve değerlidir de..
Sevgiyle nefretin âdeta birbirine
girdiği bu küçük beyin beynindeki fırtınalar
nasıl dinecektir?
Peki ya, Mehmet Dede'nin o büyük
hayali ne şekilde gerçekleşecektir?
O
Güzel Atlara Binen O İyi İnsanlar Hiç Vâr
Olmadılar
Adındaki, resmileştirilerek
yumuşatılmışlığa kanmayalım, Nüfus Mübadelesi
denilen olay -tam mânasıyla- insanlara uygulanmış bir
zulümdür..
Zavallı insancıkları -en azından-
yüzlerce yıldır yaşadıkları, dedelerinin, atalarının
topraklarından, sıcacık yuvalarından, hem de köklerini
kırarcasına kopararak, hiç bilmedikleri yerlere, "Aha
işte bu senin yeni vatanın!" diyerek fırlatıp atmaktır..
Sırf dinleri birbirine benzer ya da
benzemez diyerek, halkları parçalayarak ve birbirlerine
düşman ederek gerçekleştirilen 1923 Türk-Yunan
Mübadelesi'nde de nice acılar, nice tuhaflıklar yaşandığını
tarih yazmaktadır..
Lafı daha fazla uzatmadan, “Türkçe'den
başka dil bilmeyen, sadece dinlerine bakarak 'Yunanlı' denilen,
Anadolu yerlisi Türk Ortodoks Hıristiyanların dahi -o
hengâmede- bin yıllık vatanlarından koparılıp Yunanistan'a
sürüldüğünü bilelim de birazcık utanalım!”
diyeceğim ama, kime diyosun ki kardeş!
Her iki taraftan sürülenlerin,
gönderildikleri 'yabancı' topraklarda sürünmeleri bir
yana, 'din kardeşi' oldukları yerli halktan gördükleri
'ırkçı' dışlamanın yakıcı acısı, daha bi derin
olmalı..
Filmin kahramanları olan, kendi
aralarında bile Türkçe değil de Yunanca konuşan 'Türk
ve Müslüman' Giritlilerin başlarına gelenler de aynen bu
minvaldedir..
Bir ikisi hariç, her yeni
filminde farklı bir konuyu, bazı küçük teknik ve
biçimsel değişikliklerle takviyeli ortaya koyarken, kendine
has o hayli ağdalı duygusal romantizmini illâki hissettiren
Çağan Irmak, bu yeni filmiyle de bizi hiç
şaşırtmıyor.. Ki bu saatten sonra ondan çok farklı bir
stil beklemek de anlamsız gâliba..
Kendi çocukluğuma da ait -artık
yerinde yeller esen- bazı ev ve sokak yaşantısı ve de oyun
ayrıntılarıyla filmde karşılaşmak çok hoştu doğrusu..
Ancak, vermek istediği duyguyu
eksiksiz ve mükemmelen yansıtma kaygısıyla, sürüyle
olayı ve ayrıntıyı bir araya getirme çabası içinde
debelenen film, bir de bunları -kitâbi kafa seslerinden,
geçmişe dair sürekli bir şeyler anlatan kahramanlarına-
hiç durmadan konuşarak yapmasıyla, resmen kendi kendini
boğuyor..
Yalnız, bu demek değil ki Dedemin
İnsanları kötü bir film.. Hiç kuşkusuz Çağan
Irmak, bu işin tekniğini yâni zanaat kısmını tamamen
halletmiş, usta bir yönetmen..
Kendisi, işin sadece 'sanat' tarafında
bazı engellere takılıyor ve bu da bencileyin bazı insanlar için
-ne yapalım ki- oldukça önemli oluyor.. Oysa burada,
Mustafa Hakkında Herşey ve Karanlıktakiler ile o engelleri
aşabildiğini de göstermiş bir yönetmenden bahsediyoruz..
Öte yandan, Irmak'ın şimdiye
kadar yaptığı her filmi gibi bunu da sıkılmadan, rahatlıkla
izlemek mümkün..
Oyuncu seçiminde -belki de- en
zor taraf olan, çocuk oyuncu bulup çıkarmada her zaman
başarılı olduğuna tanıklık ettiğimiz yönetmen, torun Ozan
rolünü verdiği Durukan Çelikkaya ile bu özelliğini
âdeta zirveye çıkarıyor..
Ve bu film asıl değerini, şimdiye
kadar fazla konuşulmamış bir tarihi ve siyasi dönemi -en
azından- ele almasıyla kazanıyor..
Son zamanların moda sözcüğü
olan 'Öteki' kavramına bigâne kalamayan Çağan
Irmak, Dedemin İnsanları'nda, kaderleri, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla ateşlenen bir büyük
hercümercin getirdiklerine ve götürdüklerine ve
de yıllar içinde gösterdiği değişimlere paralel
çizilen bir göçmen ailesinin hikâyesine
odaklanıyor..
Ailenin dede ve torunu özelinde
ilerleyen öykü, mübadele ötesinde, ülkenin
bir nevi travmaları olan 27 Mayıs 1960 İhtilâli, 1974 Kıbrıs
Harekâtı ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi olaylarına da
değinerek, bunların özellikle vatandaş üzerinde
yarattığı olumsuz etkileri vurgulama derdinde..
Ünlü senarist-yönetmenimiz
bu derdini ortaya koyarken, zaten hep hazır vaziyette bekleyen o
ağır romantik ve ağdalı duygusallığına, tamamen mantık dışı
bir 'nostalji hayranlığı' da ekliyor ki bu durumda -maalesef- daha
en temel teşhiste bir yanılgı içine düşüyor..
Eskiden yaşanan her şeyin daha iyi, daha doğru, herkesin de daha
saygılı, daha sevgi dolu olduğu gibi, hem de bu filmde kendi
gösterdikleriyle çelişen bir tezin peşine takılıyor..
Mesela, Girit'te evlerinden sürülen
zavallı insanlara küfür ederek tâcizde bulunan o
Rumları unutarak, tam altmış yıl sonra Anadolu'da yaşanan göçmen
karşıtlığına, hatta torun Ozan'ın dillendirdiği ırkçı
söylemlere kafayı takıyor..
Sağlıklı görüş alanını
-kariyeri boyunca- hep engellediğini düşündüğüm
bu nostalji filtreli 'romantizm gözlüğünü' bu
filmde de takan Çağan Irmak, bugün yaşayan ve
yaşananlarla, yüz yıl önce hatta binlerce yıl öncekiler
arasında zerre kadar fark olmadığını göremiyor.. Bir türlü
anlamıyor ki, o güzel atlara binen o iyi insanlar, hiçbir
zaman vâr olmadılar!
O değil de, basın gösterimi
çıkışında konuşulanlardan anladım ki içerdekilerin
-abartmıyorum-yüzde doksanı göçmen çocuğu,
muhacir torunuymuş yahu!
Kimi, Balkanlar'ın onlarca vilayetinin
birinden, kimi de On İki Adalar'dan bilmem ne adasından kopup da
gelmişler bu topraklara..
Ne yalan söyleyeyim, 'şu zavallı'
yerli azınlıktan biri olarak kendimi resmen 'öteki' gibi
hissettim ve o göçmen çocuklarının neşeli
cıvıldamalarının baskısı altında, başım öne eğik ve de
sessizce, sinema salonundan çıkıp gittim..
Yönetmen: Çağan Irmak
Senaryo: Çağan Irmak
Oyuncular: Çetin Tekindor, Durukan Çelikkaya, Sacide Taşaner, Yiğit Özşener, Gökçe Bahadır, Mert Fırat, Ezgi Mola
Yapım: Türkiye, 2011
Çağan Irmak'ın kusurlu filmlerini sevmemin sebebi o bahsettiğiniz "nostalji filtreli romantizm gözlüğü" bence... Ertem Eğilmez filmlerini de yere göğe sığdıramayışım ondan. Gideyim şu filme :)
YanıtlaSil