Melih Cevdet Anday, altmışlı yıllarda yazdığı Sırası mı? başlıklı bir makalesinde; "Önce halkın hoşuna giden bir filim yapayım, ondan gelecek para ile kendi gönlümce bir filim yaparım düşüncesi, bizim sinemacılığımızın sıra kaygusunu gösterir." der..
Bu, günümüzün sinemacıları arasında da devam eden bir düşünce olup; aslında -örneğin- bir yönetmenin kendi yetersizliğini ve cesaretsizliğini ortaya koyan bu anlayış, onun, 'sinema sanatı' kavramını içselleştirmekten epeyi uzak olduğunun da altını çizer..
İşte bu hesapçı, korkak düşüncelerden tamamen uzak olarak bu işe girişen ve tüm özgünlüğüyle de bir güneş gibi doğduğu Türk ve Dünya Sineması semalarında parlamaya devam eden; izlediğim son filmi Bir Zamanlar Anadolu’da ile hem idrak, hem de iman ettiğim üzre, Türkiye'nin -gelmiş geçmiş- en iyi yönetmeni unvanını eline geçiren Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraflarından oluşan serginin açılışına ev sahipliği yapacak olan, Adana 75. Yıl Sanat Galerisi'ni dolduran kalabalık gittikçe büyüyordu..
Normal Şartlar Altında, bir fotograf
sergisinin -bütün sergi süresi boyunca- bu izleyici
sayısının binde birini bulması bile imkânsızdı..
Bir Zamanlar Anadolu’da gösterilmeden
önce açılan bu sergiye gösterilen rağbette, ilgiyi
pompalayan ve gözleri de fal taşı gibi açtıran Cannes
etkisini hissetmemek ne mümkün..
Bu açılış bir de bu muhteşem
filmin gösteriminin akabinde yapılsaydı -zaten her daim sorunlu görünen-
Adana trafiği saatlerce aksayacak hâle gelebilirdi alimallah..
Bir önceki yapıtı ÜçMaymun'a kadar, filmleri -en iyimser tahminle- küçücük
bir cep sinemasının yarısını bile doldurmayan N.B.Ceylan'a olan
gösterilen 'resmi ve gayrı resmi' bu ilgiyi -pek hoş
durmuyorsa da- ülkemize teşrif etmiş bir Hollywood ünlüsüne
yapılana benzettim..
Tamamen kendi çabalarıyla ve
adım adım yükseldiği bu mertebe, her daim 'mütevazı bir
gurur abidesi' duruşuna havi yönetmenimize ne kadar da
yaraşıyor..
Sergi salonunu dolduran yüzlerce
insanın büyük bir kısmının Ceylan'ın fotografları
için değil de dünyaca ünlü bir sanatçıyı
görmek ve 'o an orada olmak' amaçlı olduğunu anlamak
için kör olmamak yeterliydi..
Öte yandan kimsenin, ikram edilen
-daha doğru deyişle davetliler tarafından yağmalanan- yiyecek ve
içecekler için oraya yığıldığını söyleyecek de değilim..
Lâkin, o hengâmeden, elinde
iki adet sigara böreği ve bir bardak içecekle çıkabilen
bir adamın gözünde fark ettiğim sevinç ışıltısı,
kafamı biraz karıştırmadı da değil doğrusu..
Törenvâri hiçbir
etkinliği kaçırmayan ilin mülki erkânı (Benim
bildiğim kadarıyla, bunların yanında -bir de- eküri
anlamında bir askeri erkân olurdu.. Nedense bunlara hiç
rastlamadım.. Arz ederim), burada da yerini kimselere kaptırmamaya
azimli bi şekilde, sanatçımızla birlikte salondan içeri
girdiğinde, ortalık resmen karıştı..
Üzerlerine doğru âdeta
hücum edercesine gelen, 'ağır makinalı' basın ordusunu gören
heyet, ilk önce tereddüt ettiyse de geri adım atmayarak,
ayak diredi..
Bu arada ben de basın ordusunun
hamlesinden etkilenip gaza gelmiş vaziyette, makinamla birlikte
onların safında yerimi almış -ne işime yarayacaksa- N.B.C.'li
heyetin -saçma sapan- pozlarını çekmeye başlamıştım..
Bi ara, çarpışan iki ordu
arasında nasıl bir hareket peyda olduysa olmuş, kendimi birden,
sanatçı ve yanındaki belediye başkanıyla burun buruna
buldum..
Fakat bir kaç saniye içinde,
tam arkamda hareket eden bir dağ gibi sıralı basın mensuplarının
'tecrübe dolu' el-kol-dirsek ve ayak darbeleriyle, ait olduğum
davetliler kısmına bir çırpıda nasıl atıldığımı hâlâ düşünüyorum, ama inanın hiç
bir şey hatırlamıyorum..
N.B.C.'li heyet, salonun sahnemsi bir
yerine doğru yürürken, sergilenen her fotografın önünde
bir kaç saniye duruluyor, bir kaç kelam edildikten
sonra da ilerliyordu..
Benim dışımda, Taner Birsel ve
Yılmaz Erdoğan gibi birkaç şöhretin daha göze
çarptığı serginin sahne kısmında bir takım konuşmalar
yapıldıysa da daha çok sesi çıkmayan ses sistemi
yüzünden, biraz da kalabalığın gürültüsünden
hiç bir şey duyamadım..
Yalnız, Nuri Bilge Ceylan'a, Adana'nın
eskiden çekilmiş bir fotoğrafının hediye edildiğine
şahit olduğumu söyleyebilirim..
Ezelden beri iyi fotografçılığını
bildiğimiz sanatçının, 'sinemacı' unvanını aldıktan
sonraki döneme ait bu 'panoramik' işleri nasıldı derseniz..
“Tıpkı filmleri gibi mükemmeldi
be kardeş” derim..
Filmlerindeki bakış açısını
koruyarak, perspektifi özellikle vurgulayan; simetrik dengeyi de
gözden kaçırmayan kadrajlarında insanın hiç
eksik olmadığı, Anadolu'dan doğa ve insan manzaraları..
Mükemmeliyetçi bir
titizlikle -icabında müdahale de edilerek- 'bir tablo gibi'
oluşturulmuş, asıl endişesi olan gerçekçiliği
boğmayan bir romantizmin de hissedildiği bu pek çarpıcı
kompozisyonların -fırsat bulunursa- sergilendiği boyutlarda izlenmesini özellikle
öneririm..