4.12.08

Entre les murs :: Duvarlar Arasında


Sinema, yıllardan beri hayatın her yönüne, her ayrıntısına olduğu gibi, okul, öğretmen ve öğrencilerin dünyasına da her fırsatta duhul olmuş; onların birbirleriyle olan ilişkilerine odaklanan yığınla filmi de önümüze getirip koymuştur..

En son, Belçika mamulü Ben X'de, otistik arızaları mevcut olan, tüm dış dünyayla olduğu gibi, okuldaki arkadaşlarıyla da iletişim kuramayan bir öğrencinin 'normal' ve acımasız arkadaşlarının hedefinde olmanın çaresizliği içinde, başına gelenleri duygulanarak izlemiştik..

François'nın Kutsal Mücadelesi

Bu kez, Fransa'nın Paris varoşlarında konuşlanmış bir okulda; genç öğretmen François'nın, öğrenmeye pek niyetli görünmeyen, sınıf dolusu gençlere bir şeyler belletmenin mücadelesini verdiği bir lisedeyiz..


Muhiti nedeniyle, içinde tek tük 'hakiki' Fransız öğrenci barındıran, çoğunluğu, dünyanın çeşitli az gelişmiş ülkelerinden göçmüş, farklı kültürlere ve etnik kökenlere ait (Bir adet Türk de mevcuttur.) göçmen ailelerin çocuklarının okuduğu bu okul -adeta- günümüz Fransız toplumunun bir modeli gibidir..




Bütün bir öğretim sezonuna de tekabül eden filmin tüm süresince, seyirci olarak bizi de içinde konuk eden bu lisenin bir sınıfının, hem Fransızca, hem de sınıf öğretmeni olan François, her yıl olduğu gibi bu yıl da görevini hakkıyla yapmak kararlılığında görünen, 'idealist' denebilecek genç bir öğretmendir..

Peki.. Göçmenliğin, dolayısıyla eğitimsizliğin, fakirliğin ve yabancı olmanın problemleriyle fişeklenen çeşitli komplekslerin sarmalında kinlenirken; 'evrensel' ergenlik hallerinin bünyelerinde yarattığı isyan duygusuna paralel tutarsızlıklar içinde de debelenen bu gençleri eğitmek öyle kolay mıdır?.
Bırakın, hiç de niyetli olmadıklarından kelli, eğitip öğretmeyi; karşılıklı konuşulması bile güç bu bir yığın kızlı-erkekli 'vahşi' yavruyla, küçücük bir sınıf içinde koca bir yılı geçirmek bile -
şahsen- bana bir kâbus gibi göründü..
Neyse ki Fransa’nın eğitim sistemi bana emanet edilmediğinden, korkulacak bir durum yoktur.. 

François ve onun öğretmen arkadaşları, bir kez daha, bu kutsal mücadeleyi vermeye hazırdırlar.. 
Kaldı ki hazır olmasalar sanki ne değişecektir?.
Elbette hiçbir şey..
Zorlansalar bile, en fazla, hep aynı maişet zorunluluğun
un -bildiğimiz- emekçi sözcüklerini fısıldayacaklardır yine: Ne yapalım ki ekmek parası!.




Öğrenciler Öğretmenler Sınıflar ve Kimlikler Arasındaki Duvarlar

Gerçek hayatta da bir öğretmen olan François Begaudeau, kendi yaşadıklarından oluşturduğu romanı Entre Les Murs'den uyarlanan bu Laurent Cantet filminde kendini de oynuyor.. 


Aynı şekilde 'gerçek' lise öğrencilerinden oluşan bir oyuncu kadrosuna da sahip Entre les murs, en son, Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanmıştı..

Öğrenciler ve öğretmen tarafından görülemeyen, adeta 'hayalet' bir kameramanın kullandığı -yine görünmeyen- aktüel bir kamerayla, ders zamanı sıraların arasında dolaşarak çekim yapıldığı hissini veren film, bu yönüyle, belgesel gerçekliği de aşan bir hakikilik sunuyor..

Ana çekim karakterini, bu sınıf sahnelerinin oluşturduğu filmin, bariz bir 'olay örgüsü' ihtiva etmemesi ve özellikle de öğrencilerin, 'doğaçlama' olduğu kuvvetle muhtemel diyalogları, bu belgesel ruhu daha da güçlendiren etkenler olarak göze çarpıyor..






Oldukça farklı etnik kimliklerin bir arada yaşamaya çalıştığı ve bunu yaparken de, oluşan büyük gerilimlerin membaı haline gelmiş günümüz Fransa'sının bir
prototipi görünümündeki film, öğretmen-öğrenci ilişkilerini temel alan kimi Hollywood filmlerine tamamen aykırı bir yolda ilerleyerek, bu ikili arasındaki -illaki mevcut olan- sorunları bir çözüme kavuşturmamakta; hatta bu durumun kalıcı olduğunu da hissettirmektedir..

Her ülkenin olduğu gibi- Fransa'nın eğitim sistemi de, statükonun korunması istikametinde bildiğini okumakta; "salla başını al maaşını" kolaycılığına sığınmadan, mevcut şartların kısıtlılığında da olsa bir şeyleri iyi yönde değiştirmenin hayalini kuran François Öğretmenlerin çabaları ise sonuç vermemektedir..

Yine de -
tüm olumsuzluklara rağmen- bir öğrencisini cezalandırmak üzere toplanan lise disiplin kuruluna, çocuğun sınıfından iki öğrencinin temsilci olarak katılmalarındaki demokratik olgunluk, ülkemizle Fransa’nın arasındaki farkı ortaya koymaktadır..




Aynı şekilde, okul hayatımız boyunca öğretmenlerden yediğimiz ya da yendiğine tanık olduğumuz envai çeşit dayakların yanında; oradaki bir öğretmenin, ağzından çıkıveren -bana kalsa- hakaret dahi içermeyen sözler yüzünden bütün öğrencilerin şiddetli tepkisiyle karşılaşması ve ayrıca, okul yönetimi tarafından uyarılması da başka bir tuhaflıktı ki burada acayip olan onlar mıydı biz mi?. bilemedim..

Herkese tavsiye edebileceğim bu gayet başarılı filmi, yeni öğretmen adaylarına pek öneremem herhalde.. 

Zira, François Öğretmen bi ara öğrenciler tarafından -sözel olarak- öylesine bir ablukaya alındı ki onun yerinde bir başkası olsa: "Milli eğitimine de, öğrenimine de.." şeklinde saydırarak çekip giderdi sanırım..

Sınıf  / Entre Les Murs, tüm çıplaklığıyla ortaya getirip bıraktığı öğretmen ve öğrenciler arasında bir taraf tutma eğilimi göstermediği gibi, her iki tarafın farklı tezahür eden zayıflıklarını, gaddarlıklarını, güçlü durma ya da kaçınmalarını sergilemekten de geri durmuyor..





Bu cümleden olarak, kendilerini 'normal' addeden sınıfın büyük çoğunluğunun, kıyafeti ve tavırlarıyla alay ettiği, gotik ya da heavy metalci gençliğin sınıftaki biricik temsilcisi olan Arthur'un, onlara karşı: "Benim gibiler çoğunlukta olsaydı alay edilen ben değil siz olurdunuz" mealindeki çemkirmesinin altında yatan gerçeğe ne demeli peki?.


Burada vurgulanan, geniş ölçekte ayrıma uğramaktan şikayetçi olanların, dar çevrelerindeki ‘kendilerine benzemeyeni’ ilk fırsatta topluca dışlamalarındaki gerçek, ne kadar da manidardır..

Belli ki filmin adında işaret edilen o duvarlar, sadece sınıfın duvarlarını değil, belki de daha kuvvetli olarak, insanların, karşılıklı olarak devamlı çarpıp durdukları, bizatihi kendi duvarlarını simgelemektedir..


4   /5



1 yorum:

  1. "Bırakın bırakın", öyleyse bırakıyorum;
    İlk olarak, Numan Ağbi, şunu söylemem (farkındayım 'yazmam' gerek aslında...) gerekiyor ki birçok film eleştirisi yazının altına yorum bırakmak zor uğraş! Filmleri her yönünden kavrayıp öyle bir yazışın var ki eklenecek birşey bırakmıyorsun. Yazının neresinden ben de olaya dahil olayım diye didik didik didikliyorum ama gel gör ki sonuç hep filmle alakasız kişisel şeylere dönmüş! “Yavrum evladım, o zaman sen de dahil olmaya çalışma, oku yeter” dersen-ki diyebilirsin bittabi- ona da ben birşey diyemem bir kere daha bittabi. Neyse diyeceğim o ki, yılmadım bu yazının neresinden ben de ufak birşey yazabilirim diye şöyle bir bakındım. Bu filmi henüz daha Genova’da iken, filmdeki sınıf gibi, çinlisinden polonyalısına kadar envai çeşit millete mensup öğrencinin bulunduğu dil kursu sınıfımla seyretmem oldukça manidardı. Aslında daha da manidar olanı sınıftaki tek Türk ve dahası en ayrıksı (ama benimkisi asosyal ve yaşlı anlamında) öğrenci olmamdı. Filmdeki ve elbet yazındaki iki anlamlı duvara benim için bir üçüncüsü, dil duvarı da eklenmiş idi. Zira italyanlar tuhaf bir millet. Vizyona giren tüm filmler italyanca dublajlı oluyor. Neyse anladık anlayacağımız kadar filmi lakin beni yiyip bitiren tek şey “Aktüel kamera”ydı. Baş ağrımın üzerine tuz biber eken o oynak kamera, bir ara “Şimdi beynim çatlayacak, amanın işte şimdi kafam patlayacak” paniğimin yegane nedeniydi. Yine de genel manada yer yer verdiği belgesel tadıyla ve öğretmenin ‘azmi’ nedeniyle ‘yeterince’ beğendiğim bir film idi. Yine de hayalet kameramana bir çift lafım var. İzninle burdan ona seslenmek istiyorum. “Oğlum az oynatma şu kamerayı be, valla geliyorum oraya. Yeni çalıştığım ‘günercin’ tekniğimi ilk senin üstünde denemeyeyim ha...” Bana bu olanağı tanıdığın için sana da ayrıca teşekkürü borç bilirim Numan Ağğbi. Kal sağlıcakla...

    YanıtlaSil