7.1.22

P. T. Anderson: Licorice Pizza için yapmam gereken tek araştırma kendi içimdeydi



Licorice Pizza, Alana Kane ve Gary Valentine’ın yetmişli yıllarda San Fernando Valley’de büyümelerini etrafta koşuşturmalarını ve aşık olmalarını konu alıyor. 

Paul Thomas Anderson (Boogie Nights, Magnolia, Phantom Thread) tarafından yazılan ve yönetilen Licorice Pizza, ilk aşkın aldatıcı yolculuğunu anlatıyor. 

San Fernando Valley’de büyüyen Alana Kane (Alana Haim) ve Gary Valentine (Cooper Hoffman), Gary’nin lisesindeki fotoğraf çekim gününe kadar hiç tanışmamıştır. 



Alana artık öğrenci değildir ama kendini bulma ve ilham vermeyen fotoğrafçı asistanlığı görevinin ötesinde kendini tanımlama arayışında olan genç bir kadındır. 

Gary, oldukça girişken bir yeni yetme, bazı projelerde çalışan bir aktör adayıdır ve bu özelliğiyle Alana’yı etkileyeceğinden emindir. 

Onun olağan dışı özgüveni Alana'nın ilgisini çeker. Tuhaf da olsa, samimi bir ilişki kurarlar. 

Alana ile olan bağını güçlendirmek isteyen Gary, New York’ta katılacağı bir televizyon programında refakatçi olması için bir fırsat yaratır. Alana bir anda bunu kabul eder. 

Televizyon programı tam olarak planlandığı gibi gitmez ve California’ya döndüklerinde ikisi de geleceklerini sorgular. 



Zaman içinde ve arkadaşlıkları ilerledikçe Gary oyunculuk dışındaki kariyer fırsatları yakalar ve su yatağı satan bir girişimci olur, tilt oyunu salonu açar. 

Alana da geleceğini ciddi ciddi düşünmeye başlar (oyunculuk girişimi de dahil). 

Gary de Alana da hem tek başlarına hem de yan yana, biraz şamatalı, biraz acı, biraz tatlı bir dizi aydınlanma yaşarlar. 

Ünlü bir oyuncuyla (Sean Pean’in oynadığı), bir Hollywood yapımcısıyla (Bradley Cooper) ve yerel bir siyasetçiyle (Benny Safdie) yakın deneyimleri olur. 

İkisi de kendilerinin farkında ve avare olan Alana ve Gary, kendilerini ilk aşklarına götüren bir zaman ve mekandan hızla geçerek yetişkinliğe girerler. Belki de en çok birbirlerinde olmak üzere yeni buldukları potansiyelleri keşfederler.



Licorice Pizza, 7 Ocak Cuma günü vizyona girdi.. 



Yazan ve Yöneten: Paul Thomas Anderson

Yapımcılar: Sara Murphy, Paul Thomas Anderson, Adam Somner

İdari Yapımcılar Joanne Sellar, Daniel Lupi, Susan McNamara, Aaron L. Gilbert, Jason Cloth

Oyuncular: Alana Haim, Cooper Hoffman, Sean Penn, Tom Waits, Bradley Cooper, Benny Safdie

Tür: Komedi/Dram


Filmin mmknmrtb notu:   7,5   /10





Yazar Rachel Kushner'in*, yönetmen Paul Thomas Anderson ve oyuncu Alana Haim söyleşisi


Alana Haim: Sanırım size kendimizi tanıtmalıyım Alana Haim, Paul Thomas Anderson.

Paul Thomas Anderson: Ve Rachel Kushner.


Rachel Kushner: İkinizi de tebrik ederim. Bu filmi 70 mm’de dev ekranda izlemek çok etkileyici. İki saat boyunca tanrıların bize bakan yüzlerinin olması gibi. Sonra birden Alana burada, biri bizzat tam karşımda. Licorice Pizza’yı bir ay önce ilk kez izledim ve tekrar izlemek için sabırsızlanıyorum. Eskidikçe çok daha anlamlı oluyor. İçi çok dolu, çok keyifli ve çok etkileyici. 

Alana, Paul sana senaryoyu e-postayla gönderdi ve sen de okudun. Senaryo hakkında ne düşündün ve Paul’un seni bu filmin yıldızı rolünü verme fikri hakkında ne düşündün?


Alana Haim: Bir anda oldu. Paul’den bir e-posta aldım. Başlığı yoktu ve Word dosyasıydı. Cep telefonumda Word yoktu o yüzden biçimlendirmek için Word’ü indirdim. Senaryoyu okudum. Londra’daydım, St. Pancras tren istasyonunun önündeydim, adeta bir tablo gibiydi. Bir balkonda oturmuş tren istasyonunu izliyordum. O gece senaryoyu beş kere okudum. Hem Gary’ye hem de Alana’ya aşık oldum. Çok heyecanlıydım ve görmek istiyordum. Paul “Neden sesli okuma denemiyorsun?” dedi. Oradan başladım ve kamera önünde çok sayıda deneme yaptım. Eminim o denemelere bakarsak çok… Neyse ki sonra daha iyi oldum. Oradan başladı ve bu filmin bir parçası olma fırsatını bulduğum için onur duydum. 


Paul Thomas Anderson: Bir şey eklemek istiyorum. Sanki Alana’ya bu filmi yapacağımızı söyledikçe bana kafası daha çok karışmış görünüyordu ve sanırım “belki bu gerçek olmayacak” veya “belki bu gerçek değildir” diye düşünüyordu. Bu beni hayal kırıklığına uğratıyordu. Gözlerindeki bakışın “Bunun olacağını sanmıyorum” anlamına geldiğini anlayacak kadar onu iyi tanıyordum.



Rachel Kushner: Paul, sana daha önce hiç oyunculuk deneyimi olmayan Alana’nın böyle güçlü bir oyuncu olacağı düşüncesini ne verdi? Ben yazarım ve film yapımını bilmiyorum ama hiç oyunculuk yapmamış kişilerle çalışan yönetmenleri düşündüğümde aklıma, filmlerinde kimseye senaryoyu okuma izni bile vermemesiyle ünlü Robert Bresson geliyor. Bresson onlara nasıl yürüyeceklerini, nereye bakacaklarını ve ne söyleyeceklerini söylüyor. Ama Alana’nın durumu farklı. O bu filmde gerçekten oyunculuk yapıyor. Canlandırdığı karakterin derinliği çok fazla. Bu rolü başarabileceğini nasıl bildin?


Paul Thomas Anderson: Sanırım iyi tahmin ettim. Bir süre onunla, müzik grubuyla ve kız kardeşleriyle birlikte çalıştığımız bir ilişkimiz vardı. Sanırım her şeyden çok içgüdüsel bir duyguydu ve muhtemelen onun yırtıcılığının, isteğinin ve yeteneğinin çok büyük olduğunu onu şahsen tanıdığım için biliyordum. Evet, bunlara sahip olmakla bir filmde rol almak arasında bir uçurum olabilir, ama müzik kliplerinde yaptığımız iş çok iyi bir ipucu veriyordu. Ama ben her ne kadar hepsinde yer alsam da hiç kullanmayacağımı bildiğim küçük bir imdat çıkışı vardı ve denemeleri yapmaya başladığımızda başarabileceğini çok iyi anlamıştım. Bu işte çok iyi bir iş ortağı olacağını biliyordum. 



Rachel Kushner: Belli ki o imdat çıkışı Barbra Streisand’mış.


Paul Thomas Anderson: İmdat çıkışı muhtemelen, eğer çok başarısız olursa filmi yapmamak olacaktı. Filmi bir çekmeceye kaldırıp yapmayacaktım. O yüzden imdat çıkışı demek yanlış olur. Çünkü bildiğim bir duyguydu ve gerçek şu ki anlamadığı hiçbir şey yoktu. Belki biraz zorlandığı anlar olmuştur. Müthiş bir öğrenciydi ve çok dik bir öğrenim eğrisi vardı ve hemen uyum sağlayabiliyordu. Müzisyenlere, Tom Waits’e bakın, çok iyi oyunculuk geçmişleri var. Böyle bir şey var. Bir odada ahenkli bir şekilde hareket edebilirler. Alana da bir odada dolaşabiliyor ve sözcükleri, bir sayfadan geliyor gibi değil de zihninden akan düşüncelermiş gibi dile getirebiliyor.


Rachel Kushner: Hazır konuyu açtığınıza göre Tom Waits bu filmde inanılmaz bir konuk oyuncu rolünde. Olayı gerçek anlamda ateşe veriyor. O sahnede ışıklar, alevler, motosiklet ve aksiyon var. Filmde Tom Waits’in eşsiz varlığını Robert Altman’ın Short Cuts filminde yaptığı kadar iyi değerlendirdiğini düşünüyorum. Bana onu role seçişini ve karakteri anlatabilir misin? Onunla bir kez, onu bir filmde oynatmayı çok isteyen yetenekli bir yönetmen aracılığıyla karşılaştım. Rolü reddetti. Bana göre çok sık evet demiyor.


Paul Thomas Anderson: İyi ki Jack Holden karakteri için Sean Penn’e rol vermiştim. Rex Blau rolünü kimin oynayacağını düşünüyorduk ve Sean, Tom’u önerdi. Birbirlerini sosyal çevreden tanıyorlardı. Bunun ilham verici bir fikir olduğunu ve her zaman sorabileceğimizi ve eğer şanslıysak evet diyeceğini düşündüm. Evet dedi, kabul etti. Sean Penn’i odadaki en havalı kişi yapmamak çok çaba gerektiriyor ve birden Tom Waits de odadaydı. Tom Waits odadaki en havalı kişiydi.



Rachel Kushner: Tom Waits, bu karakteri yorumlamak için mutfaktan bir şişe Everclear ve çok miktarda yağ getirdi.


Paul Thomas Anderson: Doğru, evet. Yani güzel olan bunu yapabilmesi. Ayağa kalktığında restoranda dolaşıyor ve restoranın dikkatini çekiyor. Bu Tom’un bir özelliği. O ihtiyacımız olmayan her çekimde yer alan bir şovmendir. Sadece rolü canlandırmasını izlersiniz.


Rachel Kushner:  Beden dili ve sesi olağanüstüydü. O ve Sean Penn, etkileyici sahnelerinde ikisinin de sesi trakeostomi sırası bekleyen sigara kullanıcıları gibiydi. Tom Waits’de evet sesi önemliydi. Ama Sean Penn'in filmdeki sesinde müthiş derin, zengin, pürüzlü bir tını var. Neredeyse bir tür espri gibi ama aynı zamanda çok güçlü ve muhteşem. Oysa Sean Penn’in sesi doğuştan o kadar pes değil.


Paul Thomas Anderson: Sean Penn’in sesi o kadar pes değil ama çok iyi bir oyuncu ve o sesle konuşmaya başlayınca bir film yıldızının nasıl olduğunu görüyorsunuz.



Rachel Kushner: Filmi izlerken söylediğiniz şeyi gerçekten hissettim. Tom Waits ve Sean Penn, ekranda büyük ve iddialı çıkışlarını yaptıklarında “eski Hollywood”un San Fernando Valley’de ortaya çıkmasıyla birlikte yarattıkları atmosfer Gary ve Alana için olduğu kadar izleyici için de gerçek üstü. Bana gerçek gelen bu iki karakterle tam olarak aynı frekanstayım ve Bradley Cooper, Tom Waits, Sean Penn’in tuhaf ve muhteşem girişlerini Gary ve Alana’nın gözünden görüyorum.

Sakıncası yoksa asıl konuya dönelim. Geçtiğimiz yaz sizinle konuştuğumda bana “Bu filmi pandemide yaptım. Kolayca akan eğlenceli bir işti ve arkadaşlar ve ailem de işin içindeydi.” demiştiniz. Küçük bir iş gibi bahsetmiştiniz ve hiç de küçük değil! Çok girift, kusursuz ve efsanevi. Olağanüstü performanslarla dolu ve şişeden çıkan bir cin gibi geçmişin, 1970’lerin ruhunu biraz da olsa yansıtma görevini üstlenmiş. Bunu yapmak, başarılı bir şekilde yapmak kolay değildir. Ben San Fernando Valley’den değilim, ama bu filmin dünyasından geliyorum, çünkü 70’ler benim çocukluğum. Sadece detayları yeniden üretmek yerine, dönemi neredeyse sihirli bir numarayla canlandırmışsınız. Işıkla, jestlerle, insanların yüzündeki ifadelerle. 

Hikayenin kendisi zamansız. Erkek, kızla tanışır. Film, bu iki kişinin arasında gidip gelen güzel bir güç mücadelesi gibi. Bu filmin yapımı nasıl kolay ve hızlı olabilir?


Paul Thomas Anderson: Teşekkür ederim. Ben daha iyi ifade edemezdim. Bunu söylemeniz çok hoş. Çok komik, çünkü bence çok kolay ortaya çıktı ve belki de uzun süredir orada bekliyordu. Bu erkek ve kızla ilgili fikrin nüvesi oluşmuştu. Yıllar içinde belki bazılarının tanıdığı Gary Goetzman adındaki arkadaşım bana gençliğini, erkek kardeşini yetiştirdiğini, Encino’da bir su yatağı dükkanı açmakla ilgili deneyimlerinin yer aldığı hikayeler anlatmıştı. Hepsini hemen anlamıştım, çünkü ben de oralıyım. Her şey parmaklarımın ucundaydı. Yapmam gereken tek araştırma kendi içimdeydi. Ve bu karakterleri konuşturmak. 

Yazmanın kolay olduğu söylenemez ama en iyi durumundayken ve sizi alıp götüren bir akıntıda olduğunuzu bildiğinizde ki olan buydu yok saymak imkansızdır ve ne kadar plansızmış gibi görünse de yazdığımız en özlü senaryoydu ve senaryoda yazdığımızı tam olarak yansıtıyor. Çok az kısmını çıkardık. Gerçekten de yazdığımız senaryoyu çektik. Bana göre filmde bir serbestlik ve sadelik yakalamak için en güçlü ve en hassas yazılmış senaryoyu yazmamın gerekmesi bence çok komik. 



Rachel Kushner: Bence ikisi de kendilerine zarar verebilecek, onları paramparça edebilecek bir dünyayla karşılaşıp duruyorlar. Her biri olumsuz bir karşılaşma oluyor ve birbirlerine geri dönüyorlar. Her birinde kendilerine zarar vermeyecek ve vermek istemeyecek birini, aslında tam zıtlarını buluyorlar. Sevgileri neredeyse aileden gibi. Alana, onun kuzeni gibi. Gary’nin yetişkin bir kadına aşık olmakla ilgili gençlik arzusu bile çok masum. Genel olarak 70’lerde genç erkekler yetişkin kadınların hayalini kurarlardı. Erkek kardeşim ve arkadaşlarının hepsinde aynı poster vardı. Farah Fawcett’in kırımızı mayolu ve meme ucunu gösteren bir posteri. Benim de aynısından tişörtüm vardı. Çünkü bütün havalı çocuklarda olduğu için bende de olması gerektiğini düşünecek kadar saftım. Cinsel bir çağrışımı olduğunu fark etmemiştim. Her neyse, Gary, Alana’yı fark ettiğinde saf bir gencin kırmızı mayolu Farah’yı istemesinden çok daha fazlası. Alana’nın yaydığı havaya tepki veriyor. Kim olduğuyla ve daha da önemlisi kim olabileceğiyle ilgileniyor. 

Cooper Hoffman’la çalışmak nasıldı? O çok iyi. Bakışı muhteşem. İfadesi çok samimi. Aslında ifadesi samimi olan çok kişi var. Üzgünüm iki soru oldu ama ifadelerden de bahsedebilir misin?


Paul Thomas Anderson: Alana’nınki gibi ve benim Cooper’ım gibi bir yüze sahipseniz, yönetmen olarak işinizi yapıyorsanız çok yaklaşmışsınızdır. Ama nasıl çekeceğinizi düşünürsünüz. Sonunda gözünüzün önündeki gibi olur. Bu filmin büyük bölümü sadece ikisinin arasında geçiyor ve buna odaklanıyorsunuz, hikayenin odak noktasının bu olacağını gözden kaçırmıyorsunuz. 

Cooper muhteşem. Onu doğduğu günden beri bilirim. Yani birini tanımanın faydaları oluyor. Güçlü yanlarını, getirebileceği enerjiyi biliyorsunuz. Bulaşıcılığı ve zekası gibi birçok yönden Gary’ye çok benziyor. Sonra dönüyor ve gaz çıkarıyor ve 16 yaşında olduğunu fark ediyorsunuz. Birinin duygusal zekasının o kadar yüksek olduğunu ve sonra öğle yemeğine çıktığını görmek çok şaşırtıcı. O yüzden bunu yakalamaya çalıştık. Çünkü o 17 yaşında.



Rachel Kushner: Bu dualiteyi ve çelişkiyi istiyorsunuz, çünkü Alana biraz da o yöne doğru itiyor. Sonunda bile 15 yaşındaki, aşırı özgüvenli Gary Valentine’ın yetişkin kızla anlaştığını düşündüğünde bile Alana “Seni aptal” diyor. 

Alana, bana filmin en stresli sahnesi olan sürüş sahneni anlatır mısın? 1970’lerden kalma, benzini biten, düz vitesli nakliye kamyonunu kullanıyorsun. Virajlı yollarda geri viteste gidiyorsun. Kamyonun benzini olsa da olmasa da direksiyon kontrolü yok. Hız kazanmak için o şeyi gerçekten geri viteste mi sürdün?


Alana Haim: Evet, direksiyon kontrolü yok. O benim, onu süren benim. O noktaya gelmek çok fazla çalışma gerektirdi. O kamyona binip, tanışıp hemen seni çözdüm demedim. Çok pratik gerektirdi.


Rachel Kushner: Tüm güzel işler pratik gerektirir. Sen de başardın ve bu gerçekten çok havalı. Sana bunu 70’lerden kalma o kamyonu, Alain Delon’ın, Jean Pierre Melville filminde kullandığı Citroën DS 21’le kıyaslamalısın. O sahne çok stresli ve ses muhteşem. Motor kapalıyken süspansiyonu ve römorkun metalin metale sürtme sesini duyabiliyorsun. Çok dramatik. Sonra siz geri vitesle tepeden indikten sonra psikolojik olarak önemli bir an var. Hava değişiyor. Senin karakterin Alana, durumun ağırlığını, tehlikenin yakınlaştığını anlıyor. Gary, küçük kardeşi ve kamyonun arkasındaki diğer çocuklar anlayamıyor. Onlar için bu sadece çılgınca bir macera. 


Paul Thomas Anderson: Doğru. Kesinlikle. Bu durum, bu dönemde büyümüş ve geriye dönüp yaptığına bakınca o dönemde önemli olmadığını düşündüğün, ama aslında kişiyi öldürebilecek şeyler olduğunu gördüğün, biraz uzaktan bakınca yaptığına inanamadığın her an için geçerli. Özellikle de vadide büyürken, caddeler geniş, uzun, hızlı, dik, dar ve korkunçtur. Evet, etrafta çok fazla tehlike vardı. Yani bunu yansıtması çok hoş.



Rachel Kushner: Paul, filmi ilk izleyişimden sonra sana söylediğim gibi Gençlik Yılları (American Graffiti) filmin gibi olduğunu düşündüm. Licorice Pizza tamamen orijinal bir film, ama senin buna katkını kastetmiştim. Filmin, San Fernando Valley’ın sevgilisi gibi, tıpkı George Lucas’ın Modesto’da olduğu gibi. Gençlik Yılları’nın başında, Todd karakterinin Vespa’sını çarptığı sahneyi hatırlıyor musun? Çok komiktir. Bunun senaryoda olmadığını daha dün gece öğrendim. Oyuncu Vespa’dan kazara düşmüş ve George Lucas da çekime devam etmiş. Licorice Pizza’da da sette bunun gibi bir olay yaşandı mı?


Paul Thomas Anderson: Filmdeki çocukların hiçbiri oyuncu değil. Bizim arkadaşlarımız, kızım, oğlumun arkadaşları. Onları oturtup Gençlik Yılları filmini izlettim. Bunu yapmamın nedeni de şuydu; “Filmin başında bir kaza göreceksiniz, oyuncunun durmadığına, dönüp özür dilerim demediğine dikkat edin. Vespa’yı çarptım ve role devam ettim. Yani bir şey olursa role devam edin.” dedim. Bunu onlara gösterdim, çünkü çocuklarım film çekiyor ve bazen filmin kendisinden çok hatalara takılıyorlar. Hep hatalardan oluşan bir bölümleri oluyor ve bence bu harika. Ama en iyi hataların filmde kalabilecek olanlar olduğunu söyledim. O yüzden bazı kazaların olmasını, birilerinin bir şeyleri çarpmasını umuyorduk ama hiçbir şey olmadı.


Alana Haim: Bir şeyi atlıyorsun?


Paul Thomas Anderson: Hangisini?


Alana Haim: Kamera çalışırken olan olayı.


Paul Thomas Anderson: O kazaydı. Senaryoda yoktu. Aslında… 16 mm kamerada film vardı. Benny Safdie sahnesini oynamaya çalışıyordu ve birden film makarasının sarma sesi duyuldu. Kahkahamı tutamadım, çünkü büyük bir kusursuzlukla, bu çocuklara nasıl kullanacaklarını hiç bilmedikleri ekipman verilmişti ve anında bozuldu. Bu filmde yer alan bir kaza ve film çekme konusundaki beceriksizliklerinin hikayeye katkısı olacağını umuyoruz. 



Rachel Kushner: Ama sanki Gary, Alana’nın kendisini ondan uzaklaştırıp yetişkin olma çabalarını kasten sabote ediyor gibiydi. Aralarındaki hikaye için ne kadar kusursuz bir kaza. Bradley Cooper’ın, yapımcı/kuaför/Barbra Streisand’ın sevgilisi Jon Peters olarak performansını sormalıyım. O performans en iyi anlamda çok büyüleyici ve komik. Patlıyor. Bana Jon Peters’dan ve Bradley’le o karakter için çalışmanızdan bahseder misin?


Paul Thomas Anderson: Şişko Bernie’nin Su Yatağı şirketinin sahibi olan arkadaşlar bana bir gün su yatağı teslimatı için Jon Peters’ın evine gittiklerini söylediler ve benim ağzımın suyu  aktı. Çünkü Jon Peters, inanılmaz bir üne sahip çılgın bir Hollywood yapımcısıydı. 

“Hiçbir şey olmadı. Dünyanın en hoş adamıydı. Bizi evine aldı. Yatağı kurduk. O da Barbra’yla sinemaya gidiyordu. Çok havalı olduğunu düşündük.” dediler. Filmde bu çok iyi olmaz, dedim. Çok daha ilginç bir şeyler yapmamız gerekiyordu. 

Jon Peters’la hiç tanışmadan, sadece duyduklarımdan mantıklı bir senaryo kurguladım, süsledim ve 1970’lerdeki bu büyük ve olağanüstü yapımcı için çılgınca paralar ödedim. Adının Jon Peters olarak kalması önemliydi, çünkü o dönemde Barbra Streisand’la çıkıyordu ve bunun Alana’nın karakteri üzerinde yarattığı etkiyi düşünün. Çünkü Barbra o dönemde popülerliğinin zirvesindeydi. Yani aslında vadinin dışındaki daha büyük dünyaya adım atmak gibi oluyor. Jon Peters, Encino’da yaşamış, Encino’da bir dükkanı varmış ve bu da bir kurgu, ama anladığım kadarıyla Bradley Cooper gerçekten ona çok uzak değil. Bradley müthiş bir oyuncu. Uzun zamandır onunla çalışmak istiyordum. O yüzden onunla çalışma fırsatı çıktı ve yapmaya karar verdik. Çok da iyi oldu. Jon Peters’a gidip haber verdim. Bu filmi yapacağım dedim. “Harika, ben pek okumam o yüzden bana anlat.” dedi. Ona hikayeyi anlattım. Çok iyi, çok iyi bir hikaye, beni kim oynuyor?” dedi. Bradley Cooper dedim ve çok iyi bir seçim olduğunu düşündü. Sonra ona…


Rachel Kushner: Hepsini onayladı mı?


Paul Thomas Anderson: Buna mecbur olduğumu sanmıyorum, ama ona yaptığım filmde olacakları anlatmanın kibarlık olacağını düşündüm.

Sonra yazdıklarımın, Jon Peters arabaya tekrar bindiğinde beceriksizliklerinden dolayı çocuklara  bağırdığı kısımda bana baktı ve ben bunu yapmazdım, dedi. Sen ne yapardın, diye sordum. Kızı baştan çıkarmaya çalışırdım dedi. Bunun hikayeye katkısı daha büyük oldu.



Rachel Kushner: İnanılmaz komik bir an. Bütün görünüşü inanılmaz. Dar, beyaz pantolonun ölçüsü için Paul, Phantom Thread’deki terzisini mi getirdi, diye düşünüyordum.

Filmin görünümünden bahsetmişken, herkesin yüzünde, gerçek yüzlerin kusurlu karmaşıklığı vardı. Ter parıltısı, insan parıltısı. Bunu nasıl yapıyorsun? Sadece daha az makyaj ve farklı ışıkla mı? İnsanların bu kadar insan ve gerçek görünmesini nasıl sağlıyorsun?


Paul Thomas Anderson: Çok teşekkürler. Bunu iltifat olarak kabul ediyorum. Alana, bunu nasıl yaptık?


Alana Haim: Bunu nasıl yaptık Paul?


Paul Thomas Anderson: Hiç makyaj olmayacağı konusunda katı bir kural vardı. En azından Alana’da hiç yoktu. Kendi yapıyordu ve kendi yaptığı çok belli oluyordu. 


Rachel Kushner: İş görüşmesindeki gibi mi? (doğru.) Evet ve görüşmede sorulduğu gibi “Hızlı Silahşor McGraw” dövüşünü gerçekten biliyor musun? 


Alana Haim: Maalesef Krav Maga bilmiyorum, ama şimdi öğrenmem gerektiğini hissediyorum. Saçımı ve makyajımı kendim yaptım. Bazıları biraz tuhaftı ama sonuç çok iyi oldu. Hepimizin sivilceleri vardı. Vadide terliyorduk. Görünümü çok sevdim.


Paul Thomas Anderson: Çok fazla rötuş yapılıyor. Film yapımının önünü kesen ve neredeyse 50 kişinin herkesin kafasındaki her saç teline dokunmak için telaşla koşuşturduğu sonu olmayan bir süreç. Çok dikkat dağıtıcı.. 15 yaşındaki çocukların 1973’de vadide koşuşturmasını konu alan bir film yapıyorsanız eğer, bu hiçbir amaca hizmet etmez.



Rachel Kushner: Sizde hiç rötuş yok muydu?


Paul Thomas Anderson: Evet, yapmadık.


Rachel Kushner: İnsanların yüzünde harika bir parıltı vardır ve bunu görmek çok güzel. Çok fazla koşuşturmaca var. İnsanlar terliyor. Önemli çocuk filmlerini düşünüyordum, François Truffaut filmi olan Small Change gibi. O filmdeki çocuklar sürekli koşuyor. Sanırım çocukken hepimiz çok koşuyorduk.


Paul Thomas Anderson: Evet, bisiklette veya kaykayda, ya kaykay parkındaydık ya da koşuyorduk. Şanslıysan arabası olan birini bulurdun. Gary ile Alana arasındaki ilişkinin çok iyi olmasının nedeni de Alana’nın araba kullanabilmesidir. Belli bir anda Gary’ye karşı en büyük tehdidi “Artık seni arabayla götürmeyeceğim” olur. Sonra ilişkilerinin gerçek yüzünü görüyorsunuz. Gary’nin de en büyük savunması, götürmene ihtiyacım yok, oluyor. İkisi arasındaki en büyük olay bu. 


Rachel Kushner: San Fernando Valley’de 12-15 yaş arasında hayatta kalmak için gereken yapısal gereklilikler. İkiniz de orada büyüdünüz. Yani bu aslında ikiniz içinde çocukluk anıları.


Alana Haim: Evet, Gary gibi ben de ehliyetimi 18 yaşına kadar almadım. O yüzden beni her yere kardeşlerimin götürmesi gerekiyordu. Götürmediklerinde sinir krizi geçiriyordum ama hiç işe yaramıyordu ve dışarı çıkamıyordum. O yüzden onu götürmeyi reddettiğimde, Gary’nin acısını anladım.



Rachel Kushner: Sen ehliyetini geç almışsın. Şimdi Paul sana C sınıfı ticari kamyon ehliyeti mi aldırdı? Şaka yapıyorum. Belki o sahneleri ehliyetsiz çekmişsindir. Önemli olan yetenek.


Paul Thomas Anderson: Senin ehliyetin var mı bilmem ama onun var. İki üç ay kadar kamyon eğitimi aldı.


Rachel Kushner: Profesyonel kamyon sürüş kursundan mı?


Paul Thomas Anderson: Akrobasi uzmanlarından.


Alana Haim: Tehlikeli sahneler ekibimiz müthişti. Bana karşı çok sabırlıydılar. Kamyonla ilk tanışmamı çok iyi hatırlıyorum. Akrobasi koordinatörlerinden biri olan Billy’nin geri vitese geçirmeye çalıştığını hatırlıyorum. Bunu geri vitese geçirmekte zorlanacaksın dedi. Ama ben kararlıydım. Sen ve ben varız. Bunu yapacağız. Seni geri vitese takacağım, bu işi yapacağım dedim. Onunla 15 dakika konuştum.

Bu işi birlikte yapacağız dedim. Bunu atlatacağız. Geri vitese taktığım saniyeyi hatırlıyorum. Vitesi geçirdim ve geri geri gitmeye başladım. O gün Alana Kane olduğum gündü.


Rachel Kushner: Rolü canlandırmakla ilgili püf noktaları, işaretler verme konusunda yönetmen olarak Paul nasıldı?


Alana Haim: Paul’e her konuda güvendim. Her şeyi ben yapmak istedim. Her an gelebilecek her şey için hazırdım. Bu projede yer aldığım için o kadar heyecanlıydım ki Paul bana ertesi gün serbest atlama yapacağımı söylese paraşütüm nerede, derdim. Gerçekten güvene dayalıydı.


Paul Thomas Anderson: Daha önce yapmadığı bir şeyse biraz zaman vermek gerekiyor. O yüzden ilk dört beş gün senaryoya bağlı kalıyor, kendinden çok emin olamıyor, dışarı çıkacak kadar özgüveni olmuyor. Ama ikinci gün doğaçlamaya başlayan ve onu ayartmaya çalışan Bradley Cooper’la o kamyonu sürüyordu. Yani zorlu denemelerle oldu. Oradaydı ama ona ihtiyacım olduğu anda bana neler olduğunu söylemesi gerektiğini umuyordum. Çünkü artık bana ait değildi, ona aitti. 

Bunun ortaya çıktığı an da en güzel andı. Erkek arkadaşı Lance’le Şabat yemeğinden çıkışındaydı. O iğrenç sahneyi biraz yüzeysel yazmıştım. O da bunu biliyordu ve bir şey yapabilir miyim dedi. Belki bunu bile söylemedi. Sormadı bile. Kapıdan dışarı fırladı ve “Penisin neye benziyor” dedi. İşte bu benim kızım, işte bunun için ona para ödüyorum, dedim.



Rachel Kushner: Filmde baban çok iyi.


Alana Haim: Babam ne kadar iyi. Muhteşem, olağanüstü.


Rachel Kushner: Klişe, sert babayı oynamıyor. Çünkü “Ne olmuş yani?” diyor. Sert ama aynı zamanda sokaktan.


Alana Haim: Babamla favori sahnem, geri dönüp ona bağırdım sahneydi. Babama saygım çok büyüktür. Ben söz dinleyen bir çocuktum. Babamı çok severim. Ona asla bağırmam. Ama o yöntemsel devam etti. Bu filmden sonra babam beni sevecek mi diye düşündüm. Çok şükür beni seviyor. Müthiş biri ve babamı oynadığı için çok şanslıyım. Bu filmdeki babamı oynaması için kendi babama rol verdiğiniz için teşekkürler.


Rachel Kushner: Peki, o Hızlı Silahşor McGraw biliyor mu?


Alana Haim: Biliyor mu? Bilmem, babama hiç sormadım. Yani eminim bazı hareketleri biliyordur. Bilmemesine imkan yok.


Rachel Kushner: O kadar güçlü bir karakter ki eve o ilginç, seksi sutyenle ve takımı olan bikini altıyla, beyaz topuklularla döndüğünde ben onun tarafındaydım. Bu da ne dedim. Eve bu kılıkla gelemez!


Alana Haim: Alana Haim olarak evime o kılıkla asla gelmem. Ama Alana Kane biraz ne isterse onu yapan biri. Umurunda değil. Oraya o puantiyeli bikiniyle girer.


Paul Thomas Anderson: Babası içeri öyle gireceğini bilmiyordu. O tepkisi çok samimiydi: Bu da ne? 

O ilk çekimdi. Sonra denemeye devam ettik ve daha iyisi olmadı. Onu o halde içeri girerken ilk görüşüydü. Ama daha sonra beni kenara çekti ve böyle bir şey yapacaklarını biliyordum dedi.



Rachel Kushner: Kızları rock and roll yıldızı. Yani böyle bir şey görmemiş olması biraz tuhaf olurdu, değil mi? Vadiden tanıdığım herkes bana Licorice Pizza’nın hafta sonları takıldıkları bir plak dükkanı olduğunu söyledi. Ben San Francisco’luyum. Benim için o yer Record Factory’ydi. Ama belki aynı tarz bir yerdi. Gidip takılırdınız. Gençlik kimliğinizi güçlendirdiğiniz bir yerdi. Kıyafetleriniz bile o plak dükkanı tarafından belirlenirdi. Hepimizin aynı Journey tişörtü vardı. Kapıdaki sepetten bir dolara alabilirdiniz. 

Müzik albümü hakkında, çekim yaparken hangi şarkıları kullanabileceğini biliyor muydun? Sette çalınan oldu mu?


Paul Thomas Anderson: Filmin ilk sahnesinde Alana’nın yürüyerek gelip Gary’yle tanışmasını hatırlıyorum. Alana’nın yürüyüş çok iyiydi ve onunla “July Tree”yi çalacağımızı söyleyecek kadar çok çalıştım. O yüzden yürüyüş temposunu biliyor. Bütün oğlanlara belki daha önce duymadıkları bazı filmler verdim ama onlara büyürlerken hep müzik çalmış babaları var. 

Çekim yaptığımız tilt dükkanında da çok iyi bir fırsat vardı. Çekim aralarında müzik çalabiliyorduk. Film setleri sıkıcı olabilir, ışıkları falan ayarlarken sıkılıp yavaşlayabilirler. Bütün çocuklar oradaydı, tilt makineleri de yarım saatlik eğlence içindir. Daha sonra o atmosferi korumak için biraz müzik çalmak istersin. Ama hayır, her şey yerleşmişti. Oysa benim ne olacağı hakkında bir fikrim vardı. Hoştu çünkü arka planda müzik çalabiliyorduk. Sonra çaldığımız müziği kaydedebiliyorduk. Müziği sonradan eklemekten çok daha iyiydi.


Rachel Kushner: Nina Simone eşliğinde yürüyüşünü çok sevdim. O sahneyi birçok nedenden dolayı sevdim. Beyaz şort eteği, çekingenliği, Cooper Hoffman’la arasındaki elektrik. Ayrıca onları Tarzana’daki Portola Ortaokulu’na giden yollarda çekiyordun. Oğlum geçen haziranda oradan yeni mezun oldu. Okul hemen tanınabiliyordu. Ama bahçede hiç Nina Simone duymadım.


Paul Thomas Anderson: Hayır, bahçede pek Nina Simone yok.


Rachel Kushner: O okuldaki dolaplar da o kadar eski ki okula bir hafta önce çağırıp dolabını açma egzersizi yapmanı istiyorlar. Her neyse o mekanları görmek çok güzel.


Paul Thomas Anderson: Portola, hikayenin başladığı yer. O kızı gördüğümde fotoğraf çekim günüydü. Bütün çocuklar sıradaydı. Ortaokul çocuklarından biri fotoğraf şirketi için çalışan kızlardan birini rahatsız ediyordu. Belli ki telefon numarasını falan almaya çalışıyordu. Olay uzadı…


Rachel Kushner: Sekizinci sınıf öğrencisi mi?


Paul Thomas Anderson: Evet. Benim aklımda, imkansız ve çok iyi bir öncül olarak yer etti. Ya kıza gerçekten gidip çıkma teklif etseydi ve kız da düşüncesinin aksine teklif ettiği için ona kızsaydı.


Paul Thomas Anderson iş başında


Rachel Kushner: İnanılmaz. Bu akşam buraya gelirken takım elbiseli 40 çocuğa rastladım. Portola’dan öğrenciler. Yolun karşısındaki California Pizza Kitchen’da yemek yiyorlardı. Bugün UCLA kampüsünde Model BM konferansları varmış.


Paul Thomas Anderson: Bu beni de heyecanlandırdı. Çünkü burası Westwood. Çok seviyorum. Buraya film izlemek için kaç çocuk geldi bilmiyorum. Belki de buraya, bu salona ya da yolun karşısına. Eskiden Westwood Village’da 10 15 tane olurdu. Film izlemek için çok iyi bir yer. Yani bu sinema salonunda olmak bir zevk olacak. Vizyonu bu sinemada açmak için çalışıyoruz. Bir ay çalışacak. Portola’dan 40 çocuk olduğunu düşününce onları alıp sinemaya getirmek isterdim.


Rachel Kushner: Mükemmel olurdu. Oğlum onlara selam vermek için durduğumda ben de aynısını düşündüm. Ama 40 ekstra konukla gelmem ayıp olurdu. Sadece bir konuk hakkım vardı! Umarım gelip filmi izlerler. Umarım herkes 70 mm ekranda izleyebilir. Yani burada bir ay  vizyonda mı olacak?


Paul Thomas Anderson: Burada olacak. Birkaç hafta gösterimleri olacak. Sonra Şükran Günü’nün ertesi günü bu sinemada vizyona girecek. Noel’e kadar burada olacak. Yani eğer evinden çıkacaksan burası gitmek için iyi bir yer. 


Rachel Kushner: Burası ciddi bir sinema sarayı. Perdesi çok iyi, sesi çok iyi, 70 mm için çok iyi bir yer; Napolyon! Çılgın Dünya! Licorice Pizza! Her şeyi ayarlamak için sinemada bir hafta geçirdiğini biliyorum. O yüzden herkesin mükemmel bir izleme deneyimi olacak. Bu filmi şimdiden birden fazla izlemiş, ender şanslılardan biri olarak çok daha tatlı, zengin ve yoğun bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. İkinize de çok teşekkürler.


Paul Thomas Anderson: Teşekkürler Rachel, herkese teşekkürler.


Alana Haim: Teşekkürler çocuklar.


Rachel Kushner


*  Rachel Kushner, uluslararası üne sahip olan THE MARS ROOM, THE FLAMETHROWERS, ve TELEX FROM CUBA adlı romanlarla THE STRANGE CASE OF RACHEL K. Adlı kısa hikayelerden oluşan kitabın yazarıdır. 

Yeni kitabı THE HARD CROWD: ESSAYS 2000-2020, Nisan 2021’de yayınlanmıştır. Prix Médicis ödülünü almış ve Booker Prize, Ulusal Kitap Eleştirmenleri Grubu Ödülü, Folio Ödülü, James Tait Black Ödülü, Dayton Literary Peace Ödülü ile iki kez Kurgu Dalında Ulusal Kitap Ödülü finalisti olmuştur. Guggenheim Vakfı üyesidir ve Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi’nin Harold D. Vursell Anı ödülünü almıştır. Kitapları 26 dilde tercüme edilmiştir.