20.5.17

King Arthur: Legend Of The Sword / Kral Arthur: Kılıç Efsanesi


Ünlü sinemacı Guy Ritchie dinamik stilini destansı aksiyon macera filmi King Arthur: Legend Of The Sword / Kral Arthur: Kılıç Efsanesi'nde bir kez daha sergiliyor.

Başrolünü Charlie Hunnam’ın üstlendiği film, Arthur’ın sokaklardan tahta uzanan yolculuğunun izini sürerek, klasikleşmiş Excalibur efsanesine gelenekleri yıkan bir yaklaşım getiriyor.
Çocuk Arthur’ın babası öldürüldüğünde, amcası Vortigern (Jude Law) tahta el koyar.
Doğuştan sahip olduğu taht hakkı kendinden çalınan Arthur, gerçekte kim olduğuna dair hiçbir fikre sahip olmadığı için şehrin arka sokaklarında zorlu bir hayat sürer.
Fakat kayadan kılıcı çıkardığında hayatı allak bullak olur; çünkü artık kendisinin gerçek mirasını kabullenmek zorundadır.

Hunnam (FX dizisi Sons of Anarchy) ve Oscar adayı Law’a (Cold Mountain, The Talented Mr. Ripley) eşlik eden isimler şöyle: Astrid Bergès-Frisbey (Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides), Oscar adayı Djimon Hounsou (Blood Diamond, In America), Aidan Gillen (HBO dizisi Game of Thrones) ve Eric Bana (Star Trek).

Guy Ritchie (The Man from U.N.C.L.E., Sherlock Holmes filmleri) filmi Joby Harold (Awake) ve Lionel Wigram’la birlikte yazdığı senaryoya dayanarak yönetti.

Kral Arthur: Kılıç Efsanesi'nin hikayesi ise David Dobkin (The Judge) ve Joby Harold’a ait.




Filmin yapımcılığını Oscar ödüllü Akiva Goldsman (A Beautiful Mind, I Am Legend), Joby Harold, Tory Tunnell (Awake, Holy Rollers) ile The Man from U.N.C.L.E. ve Sherlock Holmes yapımcıları Steve Clark-Hall, Guy Ritchie ve Lionel Wigram gerçekleştirdi.
David Dobkin ve Bruce Berman ise filmin yönetici yapımcılığını üstlendiler.

Ritchie’nin kamera arkası ekibi iki kez Oscar adayı olmuş görüntü yönetmeni John Mathieson (Gladiator, The Phantom of the Opera), Oscar adayı yapım tasarımcısı Gemma Jackson (Finding Neverland), kurgu ustası James Herbert (The Man from U.N.C.L.E., Edge of Tomorrow), kostüm tasarımcısı Annie Symons (Masterpiece Theater yapımı Great Expectations) ve Oscar adayı görsel efektler amiri Nick Davis’ten oluşuyor (The Dark Knight).

Filmin müziği Daniel Pemberton’ın (The Man from U.N.C.L.E.) imzasını taşıyor.




Bir hiçken kral oldu.


Meşhur Arthur efsanesini herkes bilir.. ya da en azından bildiğini sanır. Fakat Guy Ritchie’nin ellerinde, hikaye kesinlikle daha cesur ve çağdaş bir yön kazanıyor; ve henüz kral olmamış Arthur’ın kendisi de, aslen yönetmesi gereken krallığa karşı savaşırken bile gerçek kaderini keşfetmeye zorlanan, haşin ve isteksiz bir kahramana dönüşüyor.

Filmin yazar-yönetmen ve yapımcısı Ritchie, “Bence en iyi hikayeler bir adamı, kısıtlamalarını aştığı bir yolculuğa çıkaran ve onun en temel doğasından daha büyük bir hayata layık bir şeye dönüşecek şekilde evrimleşmesine izin verenlerdir” diyor ve ekliyor: “Bizim versiyonumuzda, Arthur’ın hayatı küçük başlıyor: Genelevde bir sokak çocuğu; sokaklarda takılıyor; dövüşmeyi öğreniyor ve arkadaşlarıyla birlikte kanundan kaçıyor. Daha sonra, başkalarının —bazıları iyi niyetli, bazıları da çok iyi niyetli olmayan— eylemleri onu olabileceği kişi hakkında vizyonunu genişletmeye zorluyor.”

Başrolü üstlenen Charlie Hunnam ise şunları söylüyor: “Guy bu klasik kahramanın yolculuğunu alıp, yeni nesil için çok erişilebilir bir Arthur’la, bir başlangıç hikayesi yarattı. Bizim Arthur’ımız kendi başının çaresine bakarak büyümüş, çetin ceviz biri ve hırsızların arasında prens olduğu küçük bir dünya oluşturmuş. Bir davası olan asil bir ruh değil.”

Yine de, dava onu bulur. Arthur, granit kayaya saplı o olağanüstü demir parçasına, Excalibur’a temas eder etmez, hayatı sonsuza dek değişecektir… öyle ya da böyle.

“Bu babanızın neslinin Kral Arthur’ı değil” diyen yapımcı Akiva Goldsman, şunları ekliyor: “Karşımızda taştan kılıcı çıkarma durumunda olup endişeli bir şekilde, ‘O ben olabilir miyim? O ben mi olacağım?’ düşünen biri yok. ‘Ben burada ne halt ediyorum? Lütfen o ben olmayayım’ diye düşünen biri var. Aslında, böyle bir şey başarmanın kendisi için ne anlama geleceği hakkında hiçbir fikri yok ama arzu edilen bir sonucu olmayacağından şüpheleniyor. Haklı da olabilir.”




Ünlü Camelot’un varlığı şart olsa da, yapımcı-ortak yazar Lionel Wigram aksiyonun büyük kısmını kaleden uzakta, daha kentsel bir alanda gerçekleştirmeyi önerdiğinde, her iki adam da İngiltere’nin başkentinin antik versiyonuna yöneldi: O dönemde ismi Londinyum olan Roma Londra’sına.

Wigram bunu şöyle açıklıyor: “Kral Arthur hikayesinin bambaşka pek çok versiyonu vardır: Kimi zaman bir Kelt savaşçısıdır, kimi zaman bir Romalı bir bölük komutanı. Efsane zamana meydan okumuş ve her dönemin gereksinimlerine göre uyarlanmıştır. Bu zengin yorum içeriği düşünülünce, esas olan temasal öğeleri koruduğumuz sürece hikayeye kendi yaklaşımımızı getirmekte özgür hissettik; eğlenceli ayrıntılarla günümüz izleyicisine hitap edebilmeyi umduk.”

Elbette, biraz büyü olmadan hiçbir Kral Arthur hikayesi tam olmazdı. Ancak, yapımcılar ejderhalar yerine, ortak yazar-yapımcı Joby Harold’ın ifadesiyle, “futbol sahasından büyük fillerin ve metro treni kadar uzun yılanların” olduğu yeni ve benzersiz bir mitolojik dünya yaratmak istediler.

Tarihi doğruluğa sadık kalma zorunluluğu hissetmeyen Harold —neticede hikaye bir efsaneye dayanıyor, temel öğeleri oturtmak için belirgin bir yol seçtiğini söylüyor: “Bu tipik bir fantezi filmi değil. Fantezi genellikle daha şiirseldir; bizim filmimiz ise çok daha yoğun ve çok daha sert. İşte bu durum bana göre filmi fantezi arka planıyla ilginç kılıyor. Bir şekilde büyüyüp, mirasının bambaşka bir şey olduğunu öğrenmenin nasıl bir şey olacağını irdeliyoruz. İzleyiciye Arthur’ın gerçekten özünü görme zamanı tanıyor ama bu gerçeklik hissini muazzam fantastik öğelerle dengeliyoruz.”

Geleneksele aykırılığın bir başka göstergesi de dönemin en ünlü büyücüsü Merlin’in çok kısa süre görünmesi. Yapımcı Tory Tunnell neredeyse hiç görünmemesine rağmen bu karakterin hikayeyi nasıl etkilediğini şöyle açıklıyor: “Merlin, Arthur efsanesine her zaman büyüyü getirmiştir ama biz büyü konsepti için daha önce görmediğimiz kadar geniş bir resim çizmek istedik. Merlin’in kendi dünyası ve büyücülerin ölümlülerle ne şekilde etkileşim içinde olabilecekleri ve güçlerinin tehditkar yönü konularında bir arka hikaye hayal edin. Ne de olsa bu, Guy’ın lensinden ortaçağ dönemi. Dolayısıyla sürprizler bekleyebilirsiniz ve bu her zaman heyecanlıdır.”




Hikayenin karanlık güçlere meraklılarından biri Arthur’ın amcası Vortigern’dir. Halihazırda kral olan Vortigern, tahtını ne pahasına olursa olsun korumaya niyetlidir. Ritchie, nihai kötü adama doğru ölçüde karizma katmak için, “Sherlock Holmes” filmlerinde nazik Dr. Watson’ı canlandırmış olan sinema yıldızı Jude Law’a teklif götürdü.

Law, “Her iki ‘Sherlock’ filminde de harika bir işbirliğimiz olmuştu. Bu yüzden, Guy bana Vortigern rolü için geldiğinde meraklandım. Hikayeyi Britanya tarihine değil de folkloruna bir bakış, bu karakteri ise içinde bulunduğu şartlara, kendi egosuna ve içindeki şeytana karşı mücadele veren biri olarak sundu. Bunu gerçekten ilginç buldum ve hem süreci hem Guy ile yeniden birlikte çalışmayı iple çektim” diyor.

Ritchie’nin yönettiği son beş filmde kendisiyle çalışmış olan yapımcı Steve Clark-Hall, en ilginç bulduğu şeylerden birinin Ritchie’nin karaktere yaklaşımı olduğunu söylüyor: “Guy filmlerindeki karakterlerin, ister iyi ister kötü olsunlar, gerçek bir cazibeye sahip olmalarını sağlama konusunda çok tutarlı. Kendisi için, izleyicilerin Vortigern’le de Arthur’la kurdukları bağı kurması önemliydi çünkü bütün o destansı aksiyon ve dev canavarların ortasında yer alan şey bu iki adamın arasındaki dinamik ve diğerini yenmek için ne kadar ileriye gidebilecekleri. Ne de olsa bu, hem kendi kaderlerini hem de diğer herkesin kaderini belirleyecek. İşte hikayeyi böylesine ilgi çekici kılan da bu.”

İroniktir ki, eğer egosu ve doymak bilmez hırsı yüzünden “kral doğmuş olan”ı bulma arayışına hiç girmese, Vortigern şimdi bu zorlu durumun içinde olmayacaktır. Eğer hiçbir şeye müdahale etmese, yeğeni gerçekte kim olduğunu hiç öğrenebilir miydi? Arthur’ın kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi, kendisinin asla gücü ya da güç arzusu olmamıştır. Dolayısıyla, amcasına, “Şu anda senin yüzünden buradayım, beni sen yarattın” dediğinde, Arthur’ın mevcut kralın nasıl davranacağını bilme, Vortigern’in ise Arthur’ın her şeyi olduğu gibi bırakıp hakkını aramayacağına inanma olasılığı yoktur.
“Bizim Arthur’ımız taht heveslisi değil, kader onu buna itiyor” diyor Ritchie ve ekliyor: “O bununla ve çevresindeki hemen hemen herkesle, her adımda savaşıyor.”

Ve bu savaş canlı aksiyon sekanslarında yay ve ok marifetleri, kıran kırana kılıç dövüşleri, arka sokaklarda kovalamacalar şeklinde, dövüş sanatlarıyla yumruk yumruğa mücadelenin bir bileşimi olarak kendini gösteriyor. Tüm bu sekanslar Galler’den İskoçya’ya nefes kesici Büyük Britanya mekanlarında, bazen de Warner Bros. Leavesden’ın muazzam platolarında kaydedildi.




Taştan kılıcı çıkaran adama dikkat edin!


Otoriteye saygı duymayan uyanık bir sokak serserisini alın, onu temel varlığından çekip çıkarın, etrafını dünyadışı büyü ve dev yaratıklarla çevreleyin, sonra da onu gerçekte hayatı için savaşmak zorunda olan bir kral olduğu konusunda bilgilendirin: İşte size Arthur —esas soyadı Pendragon. Kahraman olmak için doğmuş bir adam ama kendi kimliğiyle mücadele ederken bir yandan da hayatta kalmaya çalışıyor.

“Kral Arthur: Kılıç Efsanesi” şehrin kesinlikle yanlış tarafı sayılacak olan bir yerde, bir genelevde büyümüş bir Arthur sunuyor. Bu Arthur şimdi arkadaş çetesiyle birlikte şehrin arka sokaklarını yönetmektedir ve gerçek kimliğinden kesinlikle habersizdir. Ama bir talihsizlik sonucu Camelot’a gönderilir. Burada, belli bir yaş aralığındaki tüm erkekler gibi bir sınava tâbi tutulur: Bir taşa gömülü kılıcı çıkarmak. Bu, çoğu için boş bir çaba olarak sonuçlanan, sadece bir kişinin başarabileceği bir sınavdır. Arthur bu gerçek sınava denk gelir; oysa, sınavı geçmek kendi ölüm fermanını imzalamaktır. Bir an önce sınavı olup mevcut hayatına dönmek için acele eden Arthur, bir anda kendisinin geçmişiyle ilgili gerçeği ve geleceğiyle ilgili olasılıkları ortaya çıkartabilecek tek şeyle karşı karşıya gelir.

Hunnam bu konuda şunları söylüyor: “Arthur, bildiği kadarıyla, her zaman fakirdi; istediği her şeyi kendi elde etmek zorundaydı, kendisine hiçbir zaman bir şey verilmedi. Excalibur’u eline aldığında, silah ona her şekilde güç veriyor ama Arthur onu ve onunla birlikte gelecek her şeyi reddediyor. Hatta ciddiye bile almıyor. Sorumluluğu istemiyor.”

Ritchie’nin söylediğine göre ise aynı şey Hunnam için söz konusu değil. “Size Charlie’nin nesinin harika olduğunu söyleyeyim: Her şeyi. Çok çalıştı ve bir an bile sızlanmadı, oysa kendisinden oldukça zor şeyler istemiştik. O, düzgün, nazik, düşünceli ve yetenekli bir insan. Yapımın başında onu sevdim, her gün daha da fazla sevdim, yapımın sonuna geldiğimizde ise ona bayılıyordum.”




Bu hayranlık karşılıklıydı. “Bugüne kadarki en iyi sinema deneyimimdi ve bunu Guy’a borçluyum” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Çok şanslıydım; benim için harika bir öğrenme deneyimi ve gerçek bir büyüme dönemiydi. Guy gerçek zamanlı kararlar verip, bir şey yolunda gitmiyorsa anında bir çözüm buluyor. Çevre onun gözünde canlanıyor ve oyuncuları çok dürtüsel bir şekilde yönetiyor. Benim hiçbir fikrimin olmadığı bir günde, onun on tane fikri vardı.”

Ritchie bu yönüyle Arthur’dan farklı değildi. Doğal bir lider olan Arthur karakteri —filmin gidişatı boyunca öğreneceği üzere, sandığından çok daha iyi bir liderdir— hem yılan oynatıcısı hem yılandır; hem koruyucu hem zorbadır; ve gereklilikten dolayı, yokluk içinde büyümesi sayesinde hızlı düşünen biridir.

“Geleneksel olmayan hikayenin başarılı olması için Arthur’ın hemen sevilmesi gerekiyordu” diyen Wigram, şöyle devam ediyor: “Charlie de öyle ayakları yere basan, öyle iyi ve karizmatik bir adam ki bizim için hemen öne çıktı. Karaktere uygun kibir ve özgüveni doğru ölçüde sokak kabadayılığı ve kırılganlığıyla birleştirdi. Ayrıca, her gün sete bitmez tükenmez bir enerji ve her şeyi yapmaya istekli halde geldi ki bu da harikaydı.”

Nasıl ki Excalibur, Arthur’ı kaderine yönlendirmede bir rol oynuyorsa, Hunnam için de Arthur rolü aynı şekildeydi. “Oyuncu olma rüyamı daha da berraklaştırmak açısından çok önemliydi. Altı yedi yaşlarındayken Arthur efsanesi hakkındaki tüm filmleri tekrar tekrar izledim. Hatta kendime ahşaptan bir Excalibur yaptım ki Arthur’ı oynayabileyim. Kısacası, gerçekten de Londinyum’un bir versiyon olan sette Kral Arthur’ı canlandırmak çılgınca bir şeydi” diyor aktör.

İngiltere Newcastle doğumlu olsa da, Amerika’da on yıldan uzun süre geçirmiş aktör için Amerikan aksanı kullanmamak ve karaktere uygun bir konuşma tarzı belirlemek beklenmedik ama zorlu bir deneyimdi. “Arthur kraliyet kanı taşıdığı ve çocukken buna uygun dili duyduğu halde, kendi başına bırakılmış ve şehirde bol miktarda sokak ağzına maruz kalmış. Onun aksanını ortalarda bir yere koyduk” diyor Hunnam.




Gücün arttıkça, sana karşı olan kuvvetlerin de gücü artar.


Vortigern kral doğmuş çocuğun hayatta kalmış olduğunu öğrendiğinde, en yakın danışmanlarından biri onu uyarır: “Kehanet mi istiyordunuz? İşte size kehanet!”
Diğer bir deyişle, insan ne dilediğine dikkat etmeli. Eğer tahta gerçek bir veliaht isterseniz, bir de bakarsınız onu bulmuşsunuz.

Jude Law tarafından eşit ölçüde haysiyet ve çaresizlikle canlandırılan Vortigern onca yıldır iktidarını korumak için mücadele vermiş sahte bir kraldır. Arthur nihayet kendi çatısı altındayken zaferinin çok yakın olduğunu hissetmektedir.

Law canlandırdığı karakter için şunları söylüyor: “Vortigern ülkeyi korkuyla yönetiyor. Kontrolü sırf kendi elinde tutmak için ülkeyi büyücülerden ve kadim uygulamalardan temizliyor. Fakat vicdanına, ruhuna söz geçirmeye geldiğinde, çok karanlık ve sapkın bir yol izliyor. Ve zaman içinde adeta kontrole, iktidara bağımlı bir hâle geliyor. Dolayısıyla, kendi iç şeytanıyla, yani egosuyla savaşan biri oluyor. Arthur’ın kendi statüsünden habersiz olması bir şeyi değiştirmiyor; Arthur, Vortigern’in doymak bilmez iktidar arzusuna bir tehdit oluşturuyor.”

Ritchie şunu kaydediyor: “Vortigern’in kötü bir adamdan fazlası olmasını istedik. Jude kötü adam için öngörülemez bir seçimdi. Ona tamamen güveniyordum. O da bize izlemeye bayılacağınız, gerçekten derin bir kötü adam verdi.”

Harold ise, “Jude’un Vortigern’i çok yavaş bir şekilde açığa çıkarışını izlemek harika bir şeydi. Karakterin istedikleri ile ihtiyacı olanlar arasında sürekli bir gerilim var. Sürekli bir suçluluk duygusu içinde yaşıyor ama kendisine engel de olamıyor. Sevdiği şeyleri hep feda etmiş ve tekrar tekrar etmeye de devam ediyor çünkü istediği şey daha önemli” diyor.




Law da şunu ekliyor: “Vortigern krallığın kendi hakkı olduğuna inanıyor ve köylü bir zıpır olan Arthur’ın tahta bir şey katamayacağına inanıyor. Mitolojinin bu yeni versiyonunda, yazarlar belli ki bu karakterin katmanları konusunda merak duyuyorlardı. Bir aktör olarak çok güzel tartışmalar için bir zemin mevcuttu. Buna ek olarak, yüzlerce asker, köpek ve siyah atların sırtında adamlar eşliğinde, bir zırh giymiş olarak gezinmek bu filmi gerçekten eğlenceli kıldı.”

Birkaç yıl önce Hunnam’la “Cold Mountain” filminde birlikte çalışmış olan Law, “O filmde Charlie kötü adamı, ben ise iyi adamı oynadım! Kendisi harika bir aktör, çok işbirlikçi ve çok sağlam bir iş ahlakına sahip” diyor.

Hunnam ise “Kral Arthur”ın çekimleri sırasında rol arkadaşının daha da büyük bir hayranına dönüştüğünü söylüyor: “Bence Jude müthiş. Filmdeki performansının bugüne kadarki en iyi performansı olduğunu düşünüyorum. Fevkalade bir iş çıkardı.”

Vortigern’e yapılan uyarı bir yana, Arthur’ın tahtta hak ettiği yere oturduğunu görmek bir kehanetten fazlasını gerektirecektir. Onun tahta yükselişi için bir Direniş oluşurken, kral doğmuş olanın önünü görmesi için onu geçmişe bakmaya zorlayan bir kişinin, istisnai bir genç kadın olan Büyücü’nün yardımı şarttır.
Kadim bir büyü sanatı icra eden bu efsuncu, türünün hayatta kalan az sayıdaki temsilcisinden biridir. Geri kalanının çoğu yok edilmiş ya da Vortigern’in iktidar açlığı ve kara büyücü Mordred ile yaptığı kutsal olmayan ittifak yüzünden kaçıp saklanmışlardır. Özellikle doğayla uyumlu olan efsuncuların atlar, alıcı kuşlar ve yılanlar da dahil olmak üzere diğer canlı yaratıkları kontrol edebilmek gibi özel becerileri vardır.




Efsuncu’yu canlandıran Fransız aktris Astrid Bergès-Frisbey şunları söylüyor: “Efsuncu, Arthur’ı gerçekten toy ve ben-merkezci buluyor. Fakat kararlı biri olduğu için onu olması gereken krala dönüştürmek üzere kendi payına düşeni yapmaya odaklanıyor. Evrilmesi gereken kişi Arthur, ama bunu yalnız başına gerçekleştiremez. Efsuncu onun kaderini kabul etme yolculuğunun anahtarını elinde tutuyor.”

Bergès-Frisbey rol için bolca araştırma yaptı, efsaneleri etüt etti ve aksan eğitmeni Julia Wilson-Dickson’la çalıştı. “Julia, efsuncuların kökenlerine uygun olarak Galce konuşuyordu. Bu sayede karakter için benzersiz bir konuşma şekli geliştirmeme yardımcı oldu. Julia’ya çok şey borçluyum” diyor aktris.
Efsuncu büyük ölçüde atla yolculuk yaptığı için aktris at eğitmeni Daniel Naprous ve kız kardeşi Camilla Naprous rehberliğinde saatlerce binicilik çalıştığını belirtiyor: “Biniciliğe aşina olduğum için, Camilla filmde kendisinin atına binmeme izin verdi. İnanılmaz bir attı ama yine de çok idman yapmam gerekti. Canlandırdığım karakterin hayvanlarla özel bir ilişkisi olduğu için, onlarla daha yakın bir bağ kurarak ata binmek keyifliydi.”

Efsuncu’nun en kritik görevlerinden biri Arthur’ı, rüyalarında ya da Excalibur’u her tuttuğunda gördüğü yoğun imgelemleri anlamaya yönlendirmektir. Arthur bunlardan birinde çok küçük bir çocuğu babasının zırhı içinde görür. Fakat bağlam olmadığında, o küçük çocuğun kendisi, o babanın da kendi babası olduğunu anlaması nasıl mümkündür ki?

Kilit bir rol olan Arthur’ın cesur ve adil babası Kral Uther Pendragon’u Eric Bana canlandırdı.
“Guy’ı uzun zamandır tanıdığım için onun bu fantezi ve mit dünyasına nasıl yaklaşacağını görmek ilgimi çekti” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Kendisi aksiyonda müthiştir ve benim karakterim de tam bunun ortasında yer alıyor. Onu ilk gördüğümüzde, sanki devam etmekte olan bir şeyin tam ortasındaymışız ve Uther’in kaybedecek vakti yokmuş gibi hissediyoruz; adeta kendisi halkını kurtarmak için savaşın tam ortasına gitmeliymiş gibi.”




Kral için inşa edilmiş görkemli taht koltuğuna rağmen, Bana, “Onu, taht odasındaki ilk günümde, büyük sahnenin arka planında gördüm; ama tahta oturma fırsatım bile olmadı!” diyor.
Öte yandan, Uther’ın elindeki kılıç Excalibur’dur. “Bu benim için hem harika hem de talihli bir durumdu. Daha önce de filmlerde kılıç dövüşü yapmıştım. Dolayısıyla, temel hareketleri biliyor olmam, yaptığım ek antrenmanlarla birleşince bana avantaj sağladı.”

Uther’ın en güvenilir danışmanlarından olan Bedivere, 25 yıl önce kralının ölümünden bu yana gizlenmiştir. Eski güzel günlere dönmek isteyen bu Direniş liderini, Djimon Hounsou canlandırdı.
“Dostluk, dayanışma, sorumluluk anlayışı… bunlar bir filmde büyük temalar” diyen Hounsou, şöyle devam ediyor. “Canlandırdığım Bedivere karakteri büyük resmi görebiliyor. Kral doğmuş olanın çok geç olmadan ortaya çıkacağına güvenerek, isyan için doğru zamanı beklemiş.”

Arthur’ın babasına sadık bir şekilde hizmet etmiş olan Bedivere, filmde Arthur’a da bir tür danışman gibi hizmet veriyor. Hunnam ve Hounsou arasında çekimler sırasında yakın bir ilişki gelişti.
“Aktör olarak Djimon’a hayranım. Gerçek bir karizmaya sahip; tanışır tanışmaz aramızda bir bağ kuruldu. O, filmde Arthur’ın akıl hocasını oynadı ama gerçek hayatta da harika bir akıl hocası” diyor Hunnam.

Ritchie ise, “Djimon’u seviyorum; muhteşem bir adam” diyor ve ekliyor: “Onu bir süredir tanıyordum. Nihayet onunla çalışma fırsatı bulduğum için çok mutluyum.”

Ortaçağ dönemlerine aşina olan “Game of Thrones” yıldızı Aidan Gillen filmde “Goose-Fat” Bill adındaki bir nişancıyı canlandırıyor. Ok ve yay kullanması onu hem ideal bir suikastçi hem de Direniş için değerli bir üye hâline getirir. Bedivere gibi, “Kaz-Yağı” Bill de Vortigern’i tahttan devirmeyi beklerken eğreti bir yaşam sürmüştür.
“Bill çete üyelerinden biri ama sokaklardan gelmiyor. O, kaçak bir hayat süren bir asilzade. Dolayısıyla, kesinlikle kendine göz kulak olmayı iyi biliyor” diyor Gillen ve ekliyor: “Guy erkekler arasındaki dostluğu resmetmekte harika. Bu filmde de bu tür birçok dostluk, ayrıca mizah, macera, mistik öğeler ve büyü var.”

Gillen rol arkadaşı Hunnam’la onun ilk oyunculuk denemelerinden birinde beraber çalıştı.  Bu konuda şunu söylüyor: “O zamanlar henüz 17-18 yaşındaydı. Onunla yeniden beraber çalışmak ve artık yetişkin birine dönüşmüş olmasını görmek müthişti. Charlie harika bir Arthur, çünkü hem gençliğin o neşesine hem de ciddi bir fiziksel karizmaya sahip.”

Freddie Fox’ın canlandırdığı Rubio ve Craig McGinlay’in canlandırdığı Percival, Direniş’in diğer önemli isimlerinden. Kingsley Ben-Adir, Islak Odun, Neil Maskell ise Arthur’ın sağ kolu olan ve Londinyum’da beraber haraç topladığı Eksik Akıllı’yı canlandırıyor. Arthur’ın çetesinde, ayrıca, Bleu Landau’nun canlandırdığı, Back Lack’in oğlu Blue ve Tom Wu’nun canlandırdığı, Arthur’ın dövüş ustası George yer alıyor. Michael McElhatton’ın canlandırdığı Gözcü Jack’i ise Arthur’la “dostane” bir ilişki içindeki yerel Kara Zırhlılar birliği çavuşu.
Camelot’ta, Annabelle Wallis, hizmetçi Maggie’yi; Peter Ferdinando, Vortigern’in danışmanı olan Mercia Kontu’nu canlandırıyor. Mikael Persbrandt, Arthur’la ihtilafa düşen Viking lideri Gri Sakal’ı oynuyor. Ve yaralı yüzlü, kırık burunlu David Beckham ise Excalibur sınavlarında Vortigern’in muhafızlarından biri rolünde konuk oyunculuk yapıyor.




Kılıç neden şimdi kendini gösteriyor?


Filmin ilk birkaç karesinden anlaşılacağı gibi, insanlar ve efsuncular asırlar boyunca bir arada barış içinde yaşamışlardır, ta ki efsuncu büyücü Mordred ortaya çıkana kadar. Karanlık hırslarını insanlara yönelten Mortred, ayakta kalmış tek kale olan Camelot’a yürür.
Kale ve çevresi kuşatma altındayken, hâlâ küçük bir çocuk olan taht varisi, tıpkı Musa gibi, ufak bir teknede, güzelce sarıp sarmalanmış olarak, şimdilik güven içinde şehre ilerlemektedir.

Guy Ritchie için “Kral Arthur: Kılıç Efsanesi”nin en büyük cazibe kaynağı bu küçük çocuğun gideceği yerdi. Başlangıç hikayesi için kraliyetle uzaktan yakından alakası olmayan, sıradışı bir mekan gerekiyordu.
“Roma Londra’sı ve günümüzde ondan geriye kalan fiziksel kanıt noksanlığı her zaman ilgimi çekmiştir” diyen Ritchie, şöyle devam ediyor: “Bu antik şehir, muhtemelen iki bin yıl boyunca, belki Konstantinopolis ve Roma ile birlikte dünyanın başkenti olduğu halde, Londra kendi başarısının kurbanı oldu ve tarihinin büyük bir kısmını yok edildi. Londra’nın bir zamanlar Londinyum isimli güçlü bir Roma şehri olduğunu pek az insan biliyor. O antik şehrin büyük kısmı üzerlerine inşa edilen binalar yüzünden artık yerin 4-5 metre altında. Bu yüzden, biz kendi Londinyum versiyonunu yarattık.”

Filmin görüntü yönetmenliğini Ritchie’nin “The Man from U.N.C.L.E.”da da birlikte çalıştığı John Mathieson, kurgusunu ise yönetmenle altıncı kez çalışan James Herbert gerçekleştirdi.
“Kral Arthur” yapım tasarımcısı Gemma Jackson’ın Ritchie’yle ilk ortak çalışması. Gemma işe kapsamlı bir araştırma ve çeşitli konsept çizimleriyle başladı. Adım adım, tarihten esinlenilen ama kendine münhasır, hikayenin gereklerine uygun bir dünya yarattı; sıradanla fantastiğin yan yana olduğu bir dünya.
Leavesden’daki Warner Bros. Stüdyoları’nda inşa edilen üç ana set —Londinyum, Camelot ve Sirenlerin mağarası— Jackson için hem çok büyük yaratıcı zorluklar hem de çok büyük bir mesleki tatmin sundu.
“Guy ve Lionel bir tür kıyamet sonrası Roma Londra’sı istediler” diyor Jackson ve ekliyor: “Belki 8. yüzyıldı ve Romalılar gitmişlerdi. Orada Saksonlar yaşıyordu. Bütün şehir darmadağındı.”




“Londinyum, arkasında muhteşem bir liman ve antik dünyanın hakkını veren görkemli iç mekanlarıyla, gördüğüm en büyük set” diyor Steven Clark-Hall.
Ritchie buna katılıyor: “Gemma önünde saygıyla eğildiğim insanlardan biri. Olağanüstü fikirleri var ve bunları kusursuz şekilde hayata geçiriyor. Ben ne zaman son dakikada fikir değiştirsem, büyük bir coşkuyla gülümsüyor ve en mükemmel fikirle geliyor.”

Heybetli ve görkemli Camelot seti Londinyum’um yıkık dökük sokaklarıyla tezat oluşturuyor ve mitolojik konumundan dolayı Jackson için çeşitli kaygılar yaratıyordu. Tasarımcı bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Camelot pek çok insan için birçok şey ifade ediyor. Bu durumda, miti ne şekilde resmedersiniz. Tüm sarayın bir kayadan yontularak yapılmış olması fikrini benimsedik. Seti Leavesden’da mevcut bir yamaca inşa ettik. Ben sadece belli bir yüksekliğe kadar inşaat yapabilirdim, gerisini görsel efektler departmanının tamamlaması gerekiyordu. Kaleye giriş çıkışla ilgili çok fazla aksiyon olduğu için, 60 metre uzunluğunda bir köprü inşa ettik. Bu sayede atlar gerçekten hızlanabiliyorlardı.”

Jackson, Camelot’un taht odasının tarihe dayanmasını istiyordu. Tasarımcının ilham kaynağı, kalıntıları granit bir tepenin zirvesinde yer alan, Sri Lanka’daki Sigiriya antik sarayıydı. Saraya erişmek için, tuğla ve alçıdan yapılmış devasa bir aslanın içinden geçilerek, yukarı uzanan, kayalardan oyulmuş merdivenlerden galerilere tırmanılıyor. Sarayın duvarlarını bir dizi çok güzel fresk süslüyor.
Jackson, o imajı uyandırmak için, uzun kuleleri olan devasa bir taş iç alan tasarladı. Set yoğun şekilde süslendi; bu süslemeler arasında altın varaklı semalar içeren iki duvar resmi ve girift taş kafes işçiliğine sahip pencereler bulunuyordu. Jackson, “Kafesli pencereler bilgisayarda yapıldı, lazerle kesildi ve ardından taş gibi görünmesi için alçılandı. Şık taht ise koyu mavi bir kümbetin içine oturtuldu” diyor. Tüm sette, Jackson’ın çok sevdiği bir esin kaynağı olan Bizans havası hakimdi.




Leavesden’daki üçüncü ana set Sirenlerin mağarasıydı. Camelot kalesinin temellerinin derinliklerinde yer alan gizemli ve dehşetengiz bu taş dünyada sihirli güçler son derece kudretlidir. Mağaradan ulaşılan yeraltı nehirlerinde Sirenler gezinir. İkisi güzel biri iğrenç olmak üzere üç kısımdan oluşan bu yaratıklar Vortigern’e gücünü veren kötü ruhlardır; ama tabii kendisinin bir fedakarlık yapması karşılığında.
“Sirenler sevgi kanıyla besleniyorlar” diye açıklıyor Ritchie ve ekliyor: “Kişiye maddesel dünyada güç veriyorlar ve bu gücün boyutu o kişinin Sirenlere ne kadar çok şey feda etmeye istekli olduğuyla doğru orantılı.”

Mekan sorumlusu Amanda Stevens, Camelot’u çevreleyen topraklar için şunu söylüyor: “Gemma ile birlikte bu toprakların asırlardır değişmemiş, dramatik ve çorak görünümlü olması gerektiğini düşündük. İşin zor yanı günümüz kırsal kesiminde böyle bir alan bulmaktı.”
Stevens, Galler’de, on mil çapında çeşitli mekanlar sunan Snowdonia isimli yeri bulmak için haftalarca seyahat etti. Bu alan Birleşik Krallık koruma derneği The National tarafından SSI (Özel Bilimsel Fayda) için tahsis edilmişti.

Snowdonia’nın tam aksine, Galler ile İngiltere sınırındaki Forest of Dean bazı Darklands sahneleri için mistik bir ortam sundu. Burada, Arthur, Efsuncu tarafından, gerçek kimliğini bulması için zorlu bir sınava gönderiliyor. Çimler, kayalar ve tepelerden oluşan bu ağaçlık bölge aynı zamanda Wye nehrine de ev sahipliği yapıyor. Karanlık Topraklar’da geçen sahnelerin bir kısmı için de İskoçya ve Skye adası kullanıldı.
“Bu setlere akıtılan ayrıntı, sevgi, özen ve beceri düzeyi nefes kesiciydi” diyen Hunnam, şöyle devam ediyor: “Benim için o ortamlara adım atmak performansımı arttırmak için bir sorumluluk duygusu yarattı. Elimden gelenin en iyisini yapmaya ve bu setlerin yaratımı için harcanan emeğin hakkını vermeye çalıştım.”




Law ise şu gözlemde bulunuyor: “Leavesden ve ötesinde yarattıkları dünya tek kelimeyle inanılmazdı; aşina ama tamamen yeniydi. Bu kadar muazzam setlere sahip bir filmde oynamak ender bir şeydir. Bunun parçası olmak çok heyecan vericiydi.”

Aynı ölçüde emek, oyuncu ve figüranların kostüm tasarımlarına da harcandı. Kostüm tasarımcısı Annie Symons başrollerdeki Hunnam, Law ve grubun kalanı için önce tarihi kaynaklara, tablolara ve oymalara baktığını, sonra bunları “modernleştirip, seksileştirdiğini” söylüyor: “O eski çuval bezi görüntüsünü istemedik. Genç izleyicilere çok yabancı gelmeyecek, hatta neredeyse aşina gelecek kıyafetler tasarlamak istedim. İzlediğiniz insanlara inanmanız gerekir; giysileri de bunun bir parçasıdır. Ayrıca, Guy’ın dediği gibi, ‘Karakterleri havalı yap, biraz gösteriş ekle ve kötüleri de iyiler kadar ilginç göster.’ İyi tavsiye!”

Kostüm tasarımcısına rehberlik eden bir diğer şey de mekanlardı. “Filmdeki Londinyum her ırktan, her kültürden insanların olduğu bir şehir; o anlamda, bugünkü Londra’ya oldukça benziyor ama çok daha siyah, gri ve isli. Tamamıyla ortaçağ olmayan bir dünya yaratmak istedim” diyen Symons, şöyle devam ediyor: “Bu hikayeye uygun bir görsel dil bulmamız gerekti. Bu yüzden, Japon, Çin, Türk ve Afrika kıyafetlerine baktım, özellikle de desenlerine. Böylece geometrik bir şehir kamuflajı hayal ettim.”

Symons karakterler için farklı renkler de düşündü. Arthur için doğal bir palet ve beyaz gömlekler seçti. “Londra’daki işçi sınıfı her zaman güzel, temiz ve ütülü gömlekler giyer” diyor tasarımcı. Arthur’ın kostümleri doğal pamuklulardan, deriden ve koyun postu bir paltodan oluşuyordu. Hikaye boyunca üzerinde hafif bir ceket olan Arthur, hikaye ilerledikçe, Karanlık Topraklar’da haki renkte dar bir ceket giyiyor.
Arthur’ın doğal renk paleti babası Uther’ın saray kıyafetleriyle tezat oluşturuyor. Kralın kıyafetleri bol miktarda altın, yakut ve zümrüt gibi “değerli” taşların kullanıldığı hakiki Camelot tarzını yansıtacak şekilde, ülkenin olağanüstü zenginliğini ortaya koyuyor. Uther’ın erkek kardeşi olan ve tahtını korumak için umutsuzca çırpınan Vortigern için, Symons, yeşiller, maviler ve gümüş renginden oluşan bir palet ve siyah deri kullandı.
Vortigern’in ordusu Kara Zırhlılar’ın kostümleri için “sokaklarda kol gezen, sert, parlak ve yok edilemez böcekler” olan karafatmalardan esinlenildi. Blacklegs üyeleri sinsi siyah maskelerle kimliklerini gizliyorlar” diyor Symons.

Efsuncu’nun görüntüsü sade ve şıktı; kıyafetleri gizemli güzelliğini yansıtacak şekilde koyu tonlardaydı. Symons, karakter için, koyu mavi, yeşil ve bordo renklerde, yukarıdan aşağıya genişleyen bir dizi elbise, süet kemer ve mavi renkte şapkalı bir pelerin tasarladı.
Symons ve ekibi Avrupa’nın dört bir yanındaki kumaş tedarikçilerini taradılar, New York, İtalya, Fransa ve Türkiye’den kumaş getirttiler. Kullandıkları yün kumaş özel olarak İskoçya ve Yorkshire’de dokundu.
Tüm nakışlar, deri işlemeleri, zırhlar ve mücevherler kostüm departmanı tarafından yaratıldı. Yalnızca ayakkabılar İngiliz bağımsız bir ayakkabı üreticisi tarafından üretildi. Ayakkabılara aksiyon sahneleri için suyu hapseden özel tabanlar eklendi.
“Kostüm departmanı deri, metal, tuhafiye, boyama, baskı, nakış, nalbur, dikiş uzmanlarından oluşan antik bir köy gibiydi” diyor Symons ve ekliyor: “Hemen hemen her şey tamamen özgündü ki bu gerçekten olağanüstüydü.”




Sana büyük kılıcı veren kişi bir büyücü olan Merlin’di.


Ritchie, Jackson ve Symons’a olduğu gibi, silahlar amiri Tim Wildgoose’a da tarihi özgünlük konusunda bilgilendirme yaptı ve onu yeni ve benzersiz bir şey yaratmak için çağdaş dönemlerden ilham almaya teşvik etti.

“Modern çağda kılıç yapmak o çağlara göre elbette çok daha kolay çünkü o zamanlar kılıçlar dövülerek yapılıyordu” diyen Wildgoose, şöyle devam ediyor: “Çeliğin kor hâle gelene dek kızdırılması ve sonra çekiçle dövülmesi gerekiyordu. Bir kılıcın yapılması günler sürerdi. Şimdi ise üç boyutlu bir model yapıyor, bir CNC makinesine koyuyor ve bir kılıcı birkaç saatte üretiyoruz!”

Excalibur’un tasarımı ise kolay bir iş değildi; onun diğer kılıçlardan öne çıkması gerekiyordu. Kılıcın şık ve mücevher süslü olmasındansa, incelikli bir güzelliğe sahip ve pratik olmasını isteyen Ritchie, ayrıca, bunun bir Şam kılıcı olmasını arzu etti. Şam kılıçları karbonlaşmış çelik ile normal çeliğin katmanlanması yöntemiyle üretilir ve böylece hem çok sert ve keskin hem de esnek olurlar. Wildgoose’un ürettiği son parça kılıcın üzerinde yer alan, runik alfabeyle yazılmış “Beni yukarı kaldır, Beni uzağa fırlat” kakmasıydı.

Arthur için, Excalibur yalnızca güzel bir silah değildir. Hunnam bunu şöyle açıklıyor: “Kılıçla ilgili en güzel fikirlerden biri, iki elle tutulduğunda bir devre yaratmasıydı. Enerji Arthur’ın vücudundan geçiyor ama geçmişinin duygusal travması enerjiyi bloke ediyor. Bu yüzden, Arthur’ın kılıcı bir katarsis yaşamak, duygusal travmayı vücudundan boşaltmak için kullanması gerekiyor ki kılıcı kontrol etmek için gerekli dengeyi yakalayabilsin. Bu, Excalibur’u bir araç olarak çok heyecanlı kılmakla kalmadı, karakterin gelişim eğrisine de katkıda bulundu.”




Silah ekibi önü açık bir kın yaptı ki Hunnam ne zaman taksa kılıç görülebilsin. “Excalibur’un yapımı gerçekten bir ekip çalışmasının ürünüydü” diyen Wildgoose, şöyle devam ediyor: “Silahın farklı parçalarına katkıda bulunan sekiz ya da dokuz kişi vardı. Kılıcın bitmiş hâli çekimlerden yaklaşık dört gün önce elimizde oldu. Onun yaratımına birçok kişinin el vermiş olduğunu bilmek inanılmaz tatmin edici bir şeydi.”

Kılıcın on tane metal, otuz tane kauçuk olmak üzere kırk tane kopyası yapıldı. Silah ekibi kılıç, kalkan, mızrak ve mancınık da dahil olmak üzere toplamda iki binin üzerinde silah üretti. Mancınıklar, kaçınılmaz olarak, küçük boyutlu değildi. “İnşa ettiğimiz mancınıklar 4 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğindeydi ve ağırlıkları yaklaşık birer tondu. Toplamda dört mancınık ürettik” diyor Wildgoose ve ekliyor: “Hemen hemen o dönemde olduğu gibi, ahşap ve çelikten ürettiğimiz mancınıklar tamamen işlevseldi.”

Kara Zırhlılar—Vortigern’in kaleyi koruyan ve Londinyum sokaklarında devriye gezen muhafızları— çağdaş çelik kuvvetlerden esinlenilmiş coplar taşımaktadırlar. “Kara Zırhlılar sivil halkı hizada tutmak için coptan yararlanıyorlar çünkü kılıç biraz daha ölümcül. Öte yandan, copun daha tehditkar bir yanı var çünkü muhafızların bunları kullanması daha muhtemel” diyor Wildgoose.

Dublör koordinatörü Eunice Huthart ve dövüş koordinatörü Mike Lambert Excalibur’u ve filmin çok sayı ve boyuttaki etkileyici savaş sahnelerinde kullanılan diğer tüm silahları etkili bir şekilde kullanabilmeleri için, tüm oyunculara eğitim verdiler.
Elbette, bir dublör koordinatörü için oyuncu kadrosu büyük bir fark yaratabilir. Huthart bu filmde birlikte çalıştığı oyunculara minnet duyduğunu belirtiyor: “Bir dublör koordinatörü için Charlie Hunnam muhtemelen rüya gibi bir oyuncu. Yapamadığı hiçbir şey yok. Üstelik her şeye istekli ve çok yaratıcı. Aynı şey Jude Law için de geçerli. Senaryo okurken her zaman adeta karakterlere bürünürüm çünkü sunacağım aksiyon ne olursa olsun, karakterle bağlantılı olmasını isterim. Jude, Vortigern’i tam olarak benim yorumladığım şekilde canlandırdı.”




“Geçmişte az da olsa ata binmişliğim vardı ama hiç kılıç dövüşü yapmamıştım” diyor Hunnam ve ekliyor: “İnsanın işinin bir parçası olarak her gün yeni beceriler öğrenmesi ve yetenekler geliştirmesi harika bir şey. Dolayısıyla, ‘Arthur’ için yapmamız gereken her şey oldukça heyecan vericiydi.”

Arthur’a uygun fiziğe ulaşmak için Hunnam’ın 10 kilo kas yapması gerekti. Aktör bu konuda şunları söylüyor: “Guy’la bu hırçın sokak çocuğu hakkında konuştuk. Onun aç bir kurt gibi, kavga dövüşle büyümüş olması ama derinlerde bir yerde bir asalete de sahip olması gerektiği fikri üzerinde durduk. Bunu göstermenin fiziksel bir yolunu bulmayı çok istedim. Geçmişte dövüş sanatları çalışmıştım. Bu, insana belli bir güven veriyor. Spor salonunda çok zaman geçirdim; sadece fiziksel etki için değil, günde bin tane yumruk savurmanın getirdiği duygusal etkiyi de yakalayabilmek için.”

Sokak kavgaları hikayenin yoğun gerçekçiliğini temsil ediyor olmakla birlikte, film izleyiciyi daha en başta Kral Uther ve ona sadık olanlar ile kötü Mortred’in emrinde olanlar arasındaki nefes kesici savaşla yakalıyor. Bu savaş iki krallık arasında uzun süren bir barış döneminin ardından gerçekleşiyor.
“Efsuncularla savaş çok büyük çaplı” diyor görsel efektler amiri Nick Davis ve ekliyor: “Doksan metrelik sanal fillerin sanal bir kaleye saldırışlarını içeren bir sekans olduğu için dikkat edilmesi gereken pek çok öğe var. Fantastik öğeleri karakterlerin yaşadığı foto-gerçekçi, kasvetli dünyanın içinde yaratmak büyük bir meydan okumaydı.”

Davis’in ekibinin görevi var olmayan öğeleri yaratmanın yanı sıra, var olanları da geliştirmekti. Örneğin, Londinyum şehrini genişleterek, Jackson’ın tasarladığı setlerin ötesine taşıdılar.
Öte yandan, Davis’in filmdeki görevinin en önemli parçalarından biri kilit roldeki kılıcı çevreleyen efektlerin yaratımına yardımcı olmaktı. Bu konuda şunları söylüyor: “Arthur ile Excalibur arasındaki ilişki anahtar görevi görüyor. Kılıcın hem hikayenin anlatımına hem de görsel etkiye katkı sağlaması gerekiyordu; ve zorluk bu iki öğeyi dengelemekti. Kontrol kılıçta mı, yoksa Arthur’da mı? Arthur kılıç üzerinde yavaş yavaş kontrol sahibi olmaya başladıkça ilişkileri değişiyor. Dolayısıyla, efektlerin bunu yansıtması gerekiyordu. Kısacası, her sekansta, Arthur kılıçla ve kendisiyle daha uyumlu hâle geldikçe Excalibur’un efektleri de değişiyor.”




Kral Doğmuş Olan gelecek. Bu kaçınılmaz.


Her Guy Ritchie filminde olduğu gibi, bu filmde de müzik ve şarkılar kritik bir rol oynuyor. Yönetmen bir kez daha “The Man from U.N.C.L.E.”da birlikte çalıştığı besteci Daniel Pemberton’dan yardım istedi. Kesinlikle çağdaş olan “Kral Arthur: Kılıç Efsanesi”nde sıradışı bir yan olsa da, müziğin mutlaka farklı olması gerekiyordu.

“Guy ve benim için önemli olan, başka hiçbir şeye benzemeyen bir müzik yapmaktı; görev buydu. Bu çapta bir film için kuralları yeniden yazmak istedik. Tıpkı bir kayadan kılıç çıkarmak gibi ama tabi daha zor” diyerek gülümsüyor Pemberton.
“‘Kral Arthur’ için müziğin organik olmasını istedik” diyen besteci, şöyle devam ediyor: “Filmin dünyasında çok zengin görseller var: Toprak, kir, metal, deri, ahşap, taşlar... Bunlardan olabildiğince çoğunu müziğe katabilmek ve sokaklarda yetim olarak kavga dövüşle büyümüş birinin, tarihi değiştirebilecek bir liderin asaletine erişmesiyle ilgili her şeyi yakalamak istedim. Ve Guy söz konusu olduğunda, genel kurallar geçersizdir; aslında, tüm kurallar geçersizdir!”

Döneme uygunluğu yakalamak için, Pemberton antik enstrümanları toplayan, üreten ve çalan insanlara ulaştı. “Enstrümanın sesi 500 yıl önce var olabilirmiş gibiyse, onu kullanmaya çalıştık” diyor besteci.

Pemberton ve aynı ölçüde istekli müzisyenlerine, vokalist Sam Lee ve bir dizi eski ve yeni enstrüman eşlik etti. Hatta besteci, izleyicilerin daha önce hiç duymadıkları, benzersiz bir müzik yaratmak için —ellerine ve yüzüne tokat atarak, yırtıcı çığlıklar ve soluklarla— kendi bedenini bile kullandı.

Ritchie filmle ilgili sözlerini şöyle noktalıyor: “Kendim için ve umarım oyuncu kadrosu ve çekim ekibindeki herkes için, film yapmak film izlemek gibidir: Hep daha fazlasını istersiniz. Çocukken sevdiğimiz bazı sinema türleri vardır ve birer sinemacı olarak onları günümüz izleyicisine, çocukluk dönemimizde yapılamayacak bir şekilde ulaştırabileceğimizi hissederiz. O kılıcı kayadan çıkarıp bu ‘Kral Arthur’la gerçek bir kahraman yolculuğuna çıkmak, günümüz sinemaseverlerine bizim sinema salonundayken aldığımız zevki daha taze ve heyecan verici şekilde yaşatabilir.”


Filmin mmknmrtb notu:  7  /10