12.4.15

Christian Petzold : “Almanya ahlâki açıdan ölü bir ülkeydi.”



Ünlü sinemacı, son filmi Phoenix / Yüzündeki Sır’da bireysel ve kolektif kimlik, suçluluk duygusu ve bilinçli körlük gibi zor sorular yoluyla Almanya’nın geçmişini keşfetmek için toplama kampından sağ kurtulan ve kocasını bulmak için Berlin’e dönen bir kadının hikâyesine odaklanıyor.

Naziler ve soykırımla ilgili çok film var ama Yüzündeki Sır gibi savaştan hemen sonrasına odaklanan fazla film yok.

1945-1962 arası dönemin ne Alman tarihinde ne de sinemasında da yer almadığını biliyordum ve bu durum beni her zaman çok şaşırtmış ve öfkelendirmişti. Sanki bütün ülke ne kendiyle ne de savaştan ya da kamplardan dönen, travmalar yaşamış kişilerle ilgileniyordu. Tam aksine, konyak içip purolarını tüttüren aristokrat Nazilerle ilgili çok film var; çünkü eski Alman oyuncular ve yapımcılar Nazileri böyle çizmeyi seviyor. Bense Nazilerin Sopranos’daki gibi olmadığına çok eminim. Her neyse, artık savaştan sağ kurtulanlara odaklanmanın vakti gelmişti.

Filmde bir sahnede Johnny (Ronald Zehrfeld) hiç kimsenin toplama kamplarından kurtulanların gözlerinin içine bakmak istemediğini söylüyor. Bu körlük de filmin konusunu oluşturuyor.




Evet, öyle. Kamplardan kurtulanlar, eski hayatlarını geri almak istediklerinde ülkenin kendilerinden özür dileyeceğini ve sıcak bir karşılama olacağını düşündü. Ama olaylar böyle gelişmedi. Tam aksine, kimse onlarla muhatap olmak istemedi. Olanlar hakkında konuşmaları gerekiyordu ama kimse dinlemek istemedi. Herkes onlara karşı körleşmişti. Johnny de bu körlüğün tam bir portresi. Bu suçluluk duygusuyla başa çıkabilmek için düşünebildiği tek şey parayı alıp ülkeyi terk etmek. 60’larda Almanların birçoğu tam olarak bunu yaptı. Kirli paralarını alıp Mallorca’ya taşındılar. Galiba deniz kenarında kokteyl içerken yaptıklarını unutmak çok daha kolay.



Almanlar için özür dilemek neden bu kadar zor?

Çünkü olan biten hakkında düşünmediler. Her şey bir uçurum gibi, o kadar derindi ki bakmak istemediler. Hayatlarına devam etmek istediler. Neyse ki 1968’de öğrenci hareketleriyle bir iyileşme süreci başladı. Anne-babalarıyla, büyükanne ve büyükbabalarıyla yüzleşmeye ve şu korkunç soruya cevap aramaya başladılar: Tanrı aşkına ne yaptınız siz?

Bu iyileşme süreci olmasaydı, Almanya bugün nasıl olurdu?

Uzun zaman olduğu gibi ahlaki açıdan ölü bir ülke olurdu. Ama bunun yerine yeni Almanya doğdu. İnsanlar yeniden Marx okumaya başladılar, yeni dergiler kuruldu. Yeni Alman Sineması ortaya çıktı. Fassbinder, Wenders ve onlar gibilerin filmlerini izliyorsunuz; filmlerinde alttan alta neler olduğunu ve Almanya’nın nasıl bir ülke olduğunu sorguluyorlar. Sanatsal anlamda ebeveynlerim bu insanlar.


Yüzündeki Sır sadece Almanya’nın geçmişiyle ilgili bir film değil. Ayrıca kara film araçlarına yeni bir kullanım da katıyor. Yani bir açıdan sinemanın ta kendisine dair bir film bu.

Senaryoyu yazarken, Berlin’de yaşayan ama Naziler yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalan tüm kameramanları ve sinemacıları düşündüm. Hepsi Hollywood’a taşındı ve sonunda kara filmi yarattılar: Billy Wilder, Fritz Lang, Otto Preminger, Edgar Ullmer... Bu sinemacılar, 1945’ten sonra Almanya’ya dönmüş olsalardı tam da Yüzündeki Sır gibi bir film yaparlardı. Aslında düşünürseniz, kara film kıvılcımını çıkaran faşizmdir. Bu sebeple Yüzündeki Sır’da bolca kara film olması makul.




(İşbu röportaj İKSV için yapılmıştır)


mmknmrtb'nin Phoenix'e verdiği not ::  3.5 / 5