Kendisine 'Ruh ateşleyici' denebilecek
bir acayip adam olan Dean Moriarty (Garrett Hedlund) ile tanıştıktan
sonra, Sal'in bedeni de ruhuna ayak uyduracak; bir yandan, ABD'yi
doğudan-batıya, kuzeyden-güneye arşınlarlarken, öte
yandan da tüm yaşadıkları koca bir romana dönüşecektir:
Yolda..
Kitabın arka kapağındaki şu yazı
her şeyi özetliyor aslında; hem romanı, hem de filmi..
"Neal, Kerouac, diğerleri
Kimi şair, kimi yazar, kimi serseri
Bir avuç arkadaştılar
Düzenden uzakta, başka bir
hayatın peşinde
Amerika'yı baştan başa katettiler
Bazen tek başlarına, bazen bir
arabaya tıkışıp dostlarıyla
Bazen bir otostopçuyla
Ya da âşık oldukları bir
kadınla
Yolda özgürlük vardı
Yolda hayatın anlamı
Yolda aşk vardı ve bazen sadece
seks
Yolda parasızlık, açlık
vardı
Bazen çözümsüzlük,
kargaşa, kalleşlik
Yolda bir arayış vardı, arayıp
da bulamayış
Yolda sorular vardı, çoğu
cevapsız
Ve yolda çoğu zaman masmavi
bir gökyüzü
Zümrüt yeşili çayırlar
Ve sonsuz bir kızıllık vardı
Yolda caz vardı,
Cazın tanrıları ve ruhlara
işleyen ritmler
Onlar 'beat kuşağı'ydılar
Farklıydılar, özgürdüler,
düzenin dışındaydılar
Ve hep yoldaydılar.."
Filmin aynı zamanda 'enerji kaynağı' da olan Dean'in üzerinde biraz durmak şart..
Küçük yaşta
kaybettiğinden- annesiz ve ailesiz büyüyen, ortada pek
görünmeyen alkolik babasını, sokaktaki berduşlar
arasında aramaktan yorulan bu genç ve yakışıklı adam, tüm
hayat yoksunluklarını, her anlamda aşırılıklarla gidermeye
çalışan hasta bir ruhtur..
Eski bir sabıkalıdır, yeni
sabıkalara teşnedir..
Gördüğü her güzel
kızı yatağa atmadan rahat edemeyen, 'kenarda tuttuğu' güzel
bir karısı (Kirsten Dunst) olmasına karşın, azgın libidosunun
kendisini her türlü sapkınlığa sürüklemesine
de aldırmayan bu oğlanın, en önemli 'istikrar'ları, 'asıl
sevgilisi' Marylou (Kristen Stewart) ile kankası Sal Paradise'dır..
Bin dokuz yüz kırklı yılları ellilere bağlayan yıllarda yaptığı uzun yolculukları ve yaşadıklarını bir romanda toplayan Jack Kerouac, Beat kuşağının babası olarak tohumlarını saçtığı aynı topraklarda, -altmışlı yıllarda- yeşerecek 'Çiçek Çocukları'nın da babasıdır hiç kuşkusuz..
Sal Paradise, aynı zamanda kitabın
gerçek yazarı Jack Kerouac'ı temsil ederken, Dean Moriarty,
Beat Kuşağı'nın önemli şairi Neal Cassady; ortak
arkadaşlardan Carlo Marx, Howl'un yaratıcısı ve aynı kuşağın
şairi Allen Ginsberg; Viggo Mortensen'in canlandırdığı Old Bull
Lee de, Beat'in baba yazarlarından William S. Burroughs'dur
aslında..
Diarios de Motocicleta (2004) gibi güzel bir filmin yönetmeni olarak hatırladığımız Walter Salles'in, oradaki 'yol filmi' tecrübesini burada da başarıyla değerlendirdiğini söylemek mümkün..
Franklyn (2008) ile hafızama kazınan
Sam Riley yine gayet iyiyken, TRON: Legacy (2010)'nin yıldızı
Garrett Hedlund ise mükemmel bir oyunculuk sergiliyor..
Filmin en önemli falsosu Kristen
Stewart..
'Hür doğdum hür yaşarım /
Kime ne kime ne' şarkısındaki, dilediğini yapan, dilediğinle
yatan 'afet' Marylou rolündeki oyuncu -doğrusu- elinden geleni
yapıyor, ama her göründüğünde de Twilight
serisini akla getiriyor ki bu hiç de hoş olmuyor..
Keşke yerine daha az 'angaje' bir yüz
seçilseymiş..
Beatnik neslinin kutsal kitabı, gelecek diğer nesillerin de en hakiki mürşidi olan bu kitap, beyaz perdeye daha iyi uyarlanamaz mıydı?
Elbette bu mümkün..
Ama bu tefsir de, o ibretlik
menkıbeleri, o heyecanlı bedenlerin ateşini, o tozlu yolların
kokusunu, o dumanlı hayatların ritmini sinema salonunda hissetmeye
hazır -bencileyin- bir kitleyi gayet de memnun edecektir deyu
düşünüyorum..
Hem de kırk yıl önce okunmuş, sayfaları eprimiş sahaf malı bir kitaptan akılda kalanları yeniden hatırlayarak..
Hem de kırk yıl önce okunmuş, sayfaları eprimiş sahaf malı bir kitaptan akılda kalanları yeniden hatırlayarak..
Tamam.. Olaya duygusal baktığımı
kabul ediyorum..
Veyahut melali anlamayan nesle aşina
değilim..
On The Road / Yolda
Yönetmen: Walter Salles
Senaryo: Jack Kerouac (kitap), Jose
Rivera (senaryo)
Tür: Macera, dram
Oyuncular: Sam Riley, Garrett Hedlund,
Kristen Stewart
Yapım: Fransa-İngiltere-ABD-Brezilya,
2012, 124'
75 /100