Girdiği
muhtelif savaşlardan sürekli insan ve toprak kaybıyla çıkan,
bir zamanların imparatorluğuna dair hiçbir emaresi kalmamış
Osmanlı Devleti, 1914'te patlayan Birinci Paylaşım Savaşı'yla,
malum sonuna daha da yaklaşmaktadır..
Osmanlı
Devleti'nin bu savaşa, Almanya'nın elebaşılığındaki İttifak
Devletleri saflarında katılması kararlaştırılmış, yerli ve
yabancı güçlerin el ele vermesiyle de bu karar bi güzel
gerçekleştirilmiştir..
Bu
duruma getirilmiş 'gariban' Osmanlı'nın, elinde kalan tek 'doğal
savaş malzemesi' olan çocuklarını 'Vatan Millet Sakarya'
gazıyla toparlayıp cepheye sürmekten başka çaresi de
kalmamıştır..
Nihai olarak, 'payitaht' İstanbul'un işgalini öngören bir plan gereğince hareket eden İtilaf Devletleri, 1915 yılında, İngilizlerin başı çektiği bir donanmayla Çanakkale Boğazına dayanır..
Aralarında
Yarbay Mustafa Kemal’in de bulunduğu birlikler, Çanakkale
ve çevresinde bir savunma cephesi oluştururlar..
Aynı
zamanda ülkeyi savaşa sokanların başında gelen- Enver
Paşa'nın marifetiyle ordunun başına getirilen 'Alaman' Liman Paşa
komutasındaki bu birlikler, bir yıla yakın süren, kanları
canları pahasına verdikleri bir savaş sonrasında, düşmanı
boğazlardan içeri sokmazlar..
Yalnız çok değil, üç yıl kadar sonra aynı İngilizler'in, ellerini kollarını sallar vaziyette İstanbul'a girerek işgâl ettiklerini hatırlayalım.. da insanı her anlamda değersiz kılan bu savaşların, politikaların ve politikacıların ne boktan şeyler olduğunu asla unutmayalım..
Dersimiz
Çanakkale
Nasıl
ki, yine Turgut Özakman'ın senaryosuyla yapılmış olan
Dersimiz Atatürk filmini, 'Atatürk ile ilgili bölük
pörçük belgesel görüntülerinin yerini
alabilecek kalitede bir film' diye değerlendirmişsem; bu filmi de,
Çanakkale Savaşı'nın bazı belgelerinin canlandırıldığı,
özellikle öğrencilerin tarih derslerine -canlarını
sıkmadan- yardımcı olabilecek özellikte bir çalışma
olduğunu söyleyebilirim..
Bu arada, her iki filmin de sinema sanatı açısından en ufak bir değer taşımadığını eklemeliyim ki içim rahat etsin..
Oluşturulan
projeyle, canlandırmalarla kotarılan bir 'belgesel' olmaktan başka
çaresi kalmayan filmin, öyküsü zaten
ayrıntısıyla bilinen bir savaştan kalma fotografları hareketli
görüntüler haline getirdikten sonra, parça
parça birleştirerek perdeye taşıdığını, son jenerikte
gösterilen orijinal fotolardan da gayet net anlaşılıyor..
Bu
nedenle, aralara yerleştirilen, son derece yetersiz denemelerle
oluşturulan sahneler, olayı dramalaştırmaktan çok, yapımı
daha da acemi işi haline getiriyor..
Çıkan
bu sonuca bakarak -böyle bir kitap var mı, bilmiyorum ama-
Resimli Çanakkale Savaşı adlı bir kitabın yanında 'video
CD' olarak hediye edilebilir kalitede bir film olmuş da denebilir..
Filmin senaryosu denilebilecek o şey, ilkokuldan beri okuduğumuz ya da dinlediğimiz, benim de yukarıda -kendimce- özetlemeye çalıştığım tarihi gerçeklerden ve hatta gerçekliği oldukça şüpheli söylentilerden oluşmuştur..
Bu
'belgesel' görünümü biraz olsun gidermeye, bir
öykü havası katmaya yönelik bir-iki kurmaca kişiyi
ön plana çıkarma çalışmaları o kadar yetersiz
ve yapay ki ben de bu film özetini -kusura bakmasınlar ama-
onları yok sayarak yapmayı tercih ettim..
Devlet
Denen O Kutsal Şirket
Sürekli
cepheden cepheye, tabyadan tabyaya, Mustafa Kemal'in karargahından,
düşman gemilerine dolaşan kamera, arada sırada Anadolu adında
bir 'kasaba'ya da uğruyor ki burası tam olarak neresidir, valla çok
merak ettim..
Türküsüyle, ağıdıyla, ezanıyla, ilahisiyle ve mehter marşlarıyla süslenen hamasi bir destanın mümessili olan film, direkt kitaptan okunurcasına cümlelerden oluşmuş diyaloglarıyla da kulak tırmalıyor..
Yani
film değil, tam bir ilkokul müsamere kafası..
Etrafında
yardımcı olabilecek -hem de kendisinden iri- bir sürü
arkadaşı varken, 275 kiloluk top mermilerini tek başına, ağzından
burnundan kanlar boşalırcasına ıkınarak sırtında taşıyan
ünlü kahraman Seyyit Onbaşı'nın bu performansını,
tekrar tekrar göstermedeki amacın, milli şuur içinde
gözyaşlarına boğulup kahrolmamız ve Allahuekber
haykırışlarıyla da beyaz perdeye doğru yürümemiz
olduğunu hissetmemek mümkün değil..
Ancak, o -kibarca söylersem- 'tuhaf' sekansın tam tersi bir etki yapacağını bir yönetmen nasıl göremez ki..
Öte
yandan o hassas ortamda gülmemek için kendimi öylesine
zorladım ki bana da yazık yahu!
Ve
buna benzer daha nice yiğitlikleri unutmayan Turgut Özakman'ın,
'dört dörtlük' milliyetçi damarından elbette
hiç şüphem yoktu; ancak, film boyunca sürekli
okunan ezanlar, kılınan namazlar ve bol bol tilavet edilen Kuran-ı
Kerim'le taçlanan dindarlığı -şahsım için- epeyi
bi sürpriz oldu..
Bu
durum karşısında, çevremden birileri hemen, "Beyefendi
yüksekteki birilerine selam gönderiyor galiba," falan
dediler ama; doğrusu ben buna asla ihtimâl vermedim..
Peki,
çok saf biri olduğumu size söylemiş miydim?.
Siz bakmayın öyle işi gır gıra vurduğuma sevgili dostlarım, içim kan ağlıyor..
Keşke,
şu hamaset belasından kurtulup da, insanlık tarihine ya da yakın
tarihimize veyahut günümüzde olan bitenlere, nesnel ve
kapsayıcı bir gözle bakabilsek..
İşte
o zaman, gerçeklerin, hemen önümüzde ve şimdiye
kadar bize hiç görünmeyen bir netlikte parlayacağını umut
ediyorum..
Eli
kanlı Ölüm Meleği'nin önüne saf saf dizdiğimiz
o masum çocuklara söylettiğimiz marşlardaki, 'Annem
beni yetiştirdi bu ellere yolladı' veya 'Yastığımız mezar taşı,
yorganımız kan olsun' benzeri sözlerdeki acımasızlığı ya
da adına devlet denen o 'kutsal şirketler'in çıkarları
için ölüme koşmanın saçmalığını görmek,
bu kadar da zor olmamalı yahu!.
Yönetmen:
Yeşim Sezgin
Senaryo:
Turgut Özakman
Tür:
Tarih, savaş, aksiyon
Oyuncular:
Şevket Çoruh, Barış Çakmak, Serkan Ercan, Rıza
Akın, Ufuk Bayraktar
Yapım:
Türkiye, 2012
4 /10
4 /10