20.11.25

The Running Man / Ölüme Koşan Adam



 Stephen King'in romanından uyarlanan The Running Man / Ölüme Koşan Adam, distopik bir ABD'de, ihtiyacı olan parayı kazanmak için yarışmacıların 30 gün boyunca katiller tarafından öldürülmeye çalışıldığı bir televizyon programına katılan bir adamın hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.

Yakın gelecekteki bir toplumda, The Running Man televizyonda en çok izlenen programdır: “Koşucu” olarak bilinen yarışmacıların, profesyonel suikastçılar tarafından avlandıkları 30 günü sağ kalarak tamamlamaya çalıştıkları ölümcül bir yarışma. 

Her hareketleri kana susamış halka canlı yayında gösterilir ve geçen her gün için nakit ödül artar. 

Hasta kızını kurtarmak için çaresiz kalan işçi sınıfından Ben Richards (Glen Powell), programın çekici ama acımasız yapımcısı Dan Killian (Josh Brolin) tarafından, son çare olarak oyuna katılmaya ikna edilir. Ancak Ben’in meydan okuyuşu, içgüdüleri ve azmi onu beklenmedik şekilde seyircinin gözdesi hâline getirir ve tüm sistemi tehdit eden bir figüre dönüştürür. Reytingler yükseldikçe tehlike de artar ve Ben’in yalnızca Avcıları değil, düşüşünü izlemeye bağımlı bir ulusu da alt etmesi gerekir.  



Ölüme Koşan Adam, Edgar Wright’ın (Baby Driver, Shaun of the Dead) yönettiği; senaryosunu Michael Bacall’ın (21 Jump Street, Scott Pilgrim vs. the World) ve Michael Bacall & Edgar Wright ikilisinin, Stephen King’in romanından uyarladığı bir filmdir. 

Filmde Glen Powell (Twisters, Top Gun: Maverick), William H. Macy (“Shameless,” Fargo), Lee Pace (“Halt and Catch Fire,” “Foundation”), Michael Cera (Scott Pilgrim vs. the World, This Is the End), Emilia Jones (CODA, “Locke & Key”), Daniel Ezra (“All American,” “A Discovery of Witches”), Jayme Lawson (Sinners, The Batman), Sean Hayes (“Will & Grace,” Am I OK?), Katy O’Brian (Love Lies Bleeding, Twisters), Karl Glusman (Eenie Meanie, Love), Colman Domingo (“Fear the Walking Dead,” Sing Sing) ve Josh Brolin (Weapons, Dune) rol alıyor.  

Yapımcılar Simon Kinberg (Deadpool & Wolverine, The Martian), Nira Park (Baby Driver, Shaun of the Dead) ve Edgar Wright. Yapımcı ortaklar Stephen King, George Linder, James Biddle (The World’s End, Baby Driver), Rachael Prior (Last Night in Soho), Audrey Chon (“Invasion,” “Sugar”), Pete Chiappetta (Sinners, Superman), Anthony Tittanegro (Weapons, Companion) ve Andrew Lary (The Conjuring: Last Rites, Sinners).  

Görüntü Yönetmeni Chung-hoon Chung (Heretic, It). Yapım Tasarımcısı Marcus Rowland (Rocketman, Last Night in Soho). Kostüm Tasarımcısı Julian Day (F1: The Movie, Bohemian Rhapsody). Filmin kurgusu Paul Machliss’e (Baby Driver, Scott Pilgrim vs. the World) ait. Besteci Steven Price (Gravity, Fury). Oyuncu seçimi direktörleri Francine Maisler (“The Studio,” “Succession”), Kharmel Cochrane (Nosferatu, Saltburn) ve Molly Rose (Mufasa: The Lion King).  





YAPIM HAKKINDA


Amerika’nın çok da uzak olmayan alternatif bir geleceğinin ustalıklı bir portresi olan The Running Man, ilk olarak 1982’de Stephen King’in kullandığı takma ad Richard Bachman imzasıyla yayımlandı ve daha sonra 1985’te The Bachman Books’un bir parçası olarak King’in kendi adıyla yeniden basıldı. Bu hikâyede King, “Network” adı verilen, her şeye gücü yeten bir şirketin yönettiği otoriter bir dünya tasarladı; servetin (ya da yokluğunun) nüfusu acımasızca böldüğü bir düzen. Sömürüye açık kalıcı bir alt sınıf, hayatlarını ve uzuvlarını riske attıkları aşağılayıcı ve çoğu zaman tehlikeli oyunlara katıldıkları şiddet dolu yarışma programlarından oluşan durmaksızın akan Free-Vee yayınlarına bağlanmış durumda; karşılığında nakit para kazanma umuduyla. Tüm bu yarışmaların en ölümcülü ise “The Running Man”dir.  

Bu dünyanın içine, Network ile ters düşen ve onların iştiraklerinde çalışması süresiz olarak yasaklanan—yani aslında tek istihdam olanağını kaybeden—bir inşaat işçisi olan Ben Richards girer. The Running Man, daha önce 1987’de Arnold Schwarzenegger’in başrolünde, Paul Michael Glaser’ın yönettiği bir film olarak uyarlanmıştı; şimdi ise ödüllü sinemacı Edgar Wright’ın yönettiği, uzun süreli iş arkadaşı Michael Bacall ve Wright’ın senaryosunu yazdığı yepyeni bir uyarlamayla tekrar beyazperdeye dönüyor.  

Wright şöyle diyor: “Gençken dev bir Stephen King hayranıydım—hâlâ da öyleyim. The Running Man’i ilk okuduğumda sanırım 14 yaşındaydım ve kitap bende gerçekten iz bıraktı. 1987 tarihli film uyarlamasını ise birkaç yıl sonra izledim ve filmden gerçekten keyif almama rağmen, ne kadar gevşek bir uyarlama olduğu beni şaşırtmıştı. Bu yüzden, yıllarca o filmi yeniden yapmak yerine, bende bu kadar etki bırakan kitaba daha sadık kalan yeni bir uyarlama yapmak istedim; fakat haklar hiçbir zaman müsait değildi.”  

Ardından, birkaç yıl önce, The Martian ve X-Men serisinin Oscar® adayı yapımcısı Simon Kinberg, Wright’a beklenmedik bir şekilde ulaşarak bu klasik romanın yepyeni bir versiyonunu yönetmekle ilgilenip ilgilenmeyeceğini sordu. Kinberg için Wright’ın benzersiz, elektrikli sinema diliyle bu kadar renkli bir kaynak metni bir araya getirme fikri mükemmel bir eşleşme gibi görünüyordu.  

Kinberg şöyle hatırlıyor: “Edgar’ın işlerinin uzun zamandır büyük hayranıyım ve onun benim için bir film yönetmesini sağlamaya çalışıyordum. The Running Man ile sonunda bütünüyle doğru eşleşmeyi bulduğumu biliyordum. Kısmen, yapmayı düşüneceği tek yeniden çevrimin The Running Man olduğuna dair attığı tweet’i okuduğum için. Ama daha da önemlisi, kinetik aksiyon, duygusal karakter merkezli hikâye anlatımı ve bizimkine bir hayli benzeyen, havalı, benzersiz, kışkırtıcı bir gelecek tasviri yaratma fırsatı birleşiminden oluşan bu kombinasyonun onun için kusursuz malzeme olacağını biliyordum. Parmaklarımı çaprazlayıp ona ulaştım.”  

Wright’ın hatırladığı kadarıyla yanıt hevesli bir “evet” olmuş. “Zaten ilgilendiğim bir şeyin e-posta kutuma düşmesi pek sık rastlanan bir şey değil,” diyor Wright. “Uzun zamandır, ilk filmdeki gibi kontrollü bir arena ortamından çıkıp, kitapta olduğu gibi dünyaya yayılan bir aksiyonu hayal ediyordum.”  

Wright’ın, 2004 tarihli kült film Shaun of the Dead’den bu yana birlikte çalıştığı uzun soluklu yapım ortağı Nira Park da projeye katılıyor—The Running Man ise ölçek ve kişisel önem açısından ikisi için de bir dönüm noktası anlamına geliyor. Park şunları paylaşıyor: “Bu, birlikte yaptığımız en büyük film ve gösterim tarihi en baştan kilitlendiği için, alıştığımızdan daha az hazırlık ve post prodüksiyon süremiz vardı. Bunun bir meydan okuma olacağını biliyorduk ama ayrıca farklı bir ağırlığı da vardı—Stephen King, Edgar’ın kahramanlarından biri; Edgar bu kitabı ergenliğinden beri seviyor ve yeni uyarlamanın bu sevgiye layık olmasını istiyordu.”  

Wright, daha önce Scott Pilgrim vs. the World’de birlikte çalıştığı Bacall ile hemen iletişime geçti. Bacall şöyle anlatıyor: “Edgar benden kitabı incelememi istediğinde, kahraman Ben Richards’ın çiğ duygusal yoğunluğu beni çarptı. Bu duygu kelimenin tam anlamıyla sayfadan fırlıyordu.”  

İlk sinema uyarlamasında aksiyonun büyük bölümü kapalı bir arenada geçerken, Wright ve Bacall’ın versiyonu Richards’ı yoğun nüfuslu şehirler, kırsal arka yollar ve ıssız tali yollardan oluşan geniş bir coğrafyaya yayıyor—Ben, kurgusal Co-Op City’deki evinden yola çıkıp Kanada’ya ulaşmaya çalışırken New York ve New England’dan geçiyor. Wright şöyle not düşüyor: “1982 tarihli orijinal romanın sloganında ‘En iyi adamların başkanlık için değil, hayatları için koştuğu 2025 Amerika’sına hoş geldiniz’ yazıyordu. Kitabın 2025 yılında geçmesi ve bizim de filmi bu yıl gösterime sunuyor olmamız tesadüf ama iyi bir tesadüf. Filmde yılı özellikle belirtmiyoruz; ama King’in 1982’de tasarladığı geleceğe benzeyen bir dünya hayal ettik.”  

Romanda olduğu gibi, aksiyonun neredeyse tamamı Ben’in bakış açısından ilerliyor; bu da gerilimi en üst düzeye çıkarıyor. Bacall şöyle diyor: “Tıpkı Ben gibi, seyirci de bir sonraki adımda ne olacağını asla bilmiyor. Tüm ülkenin arenaya dönüştüğü ve halkın oyuna katılımcı olduğu fikrini kitaptan aldık ve bunu benimsedik. Seyirciyi bu yolculuğa ortak etmek, onların da Ben’in haklı öfkesini hissetmesini sağlıyor. İkimiz de bunun nereye varacağını görmek için sabırsızlanıyorduk.”  

Wright ve Bacall’ın elinde Ölüme Koşan Adam, herkesin düşman olabildiği—ve çoğu zaman gerçekten de öyle olduğu—yoğun ve öngörülemez bir aksiyon gerilim filmine dönüştü. Wright şöyle diyor: “Ben Richards’ın tek istediği, hasta çocuğu için yeterli parayı kazanmak. Farklı ortamlarda dolaşıp, hayatta kalmaya çalışırken tanıştığı farklı insanlar, yolculuğunu giderek daha tehlikeli hâle getiriyor; çünkü Free-Vee izleyicileri Network’ün ateşleyici propagandası ve Ben’in yerini belli edecek bilgi karşılığında sunulan ödüller yüzünden ona karşı dönüyor.”  




NETWORK


Ölüme Koşan Adam’ın aksiyonunun üzerinde, herhangi bir hükümetten daha güçlü, gündelik hayatın her alanına uzanan kollarıyla dev bir tekel gibi yükselen bir yapı bulunur. Wright şöyle açıklıyor: “Network, gerçekte marketten medyaya kadar her alanda işi olan büyük şirketlerin abartılmış bir versiyonu. Biz bunu bir adım daha ileri taşıdık. Network, her şeyi kontrol eden, tek ve tüm güçlü bir şirkettir. İstihdam geçmişinizi bilir, tıbbi geçmişinizi bilir, her şeyi bilir. Network’e karşı gelmek neredeyse imkânsız bir görev.”  

Baskı, yanlış bilgi ve sürekli gözetim yoluyla yönetimi elinde tutan Network, dünyayı kontrol eder. Bacall şöyle diyor: “Erişilebilir olan tüm yayınları onlar üretir ve dağıtır. Her haneye Network tarafından sübvanse edilen devlet zorunluluğunda bir televizyon seti sağlanır. Free-Vee, onların propagandası için kusursuz bir taşıyıcıdır. Ve sadece Free-Vee’yi izlemezsiniz—Free-Vee de sizi izler.”  

En popüler programlar, halktan insanların nakit para kazanabileceği yarışmalardır. Wright şöyle açıklıyor: “Hepsi zalimdir ve çoğu son derece tehlikelidir. ‘The Running Man’ ise hepsinin en ölümcül olanıdır. Üç ‘koşucu’, son derece eğitilmiş bir ölüm timi tarafından takip edilirken 30 gün boyunca hayatta kalmaya çalışır. Eğer 30 günü tamamlarsa bir milyar dolara varan nakit ödüller kazanabilirler. Saklambaç oyununun en ölümcül hâli. Nereye giderseniz gidin, milyonlarca insan sizi durdurmaya çalışır.”  

Henüz kimse 30 günü tamamlayıp hayatta kalamadığı için, programa katılmayı kabul eden herkes aslında kendi ölüm fermanını imzalamış olur. Wright şöyle diyor: “Ve bu, ülkedeki en popüler program.” Filmde ayrıca Network’ün diğer programları da yer alır: Sunucu olarak Sean Hayes’in bir cameo yaptığı, başka bir ölümcül yarışma olan “Spin the Wheel”, ve Debi Mazar ile Catherine Cohen’in eğlenceli cameo’larıyla Kardashian tarzı bir reality programı “The Americanos”.  

Bacall şöyle devam ediyor: “Yazım aşamasında Michael’la birlikte reality TV’nin hikâye kurgusunu nasıl eğip büktüğünü çok konuştuk. Stephen King, The Running Man’de, reality televizyonunun sonraki 40 yıl içinde nasıl gelişeceğini adeta öngörmüş. Filmde izleyiciler şunu görecek: Programın anlatısı, maksimum eğlence için sürekli manipüle ediliyor.”  




GLEN VE BEN


Hikâyenin başlangıcında Glen Powell’ın canlandırdığı Ben Richards, yalnızca hayatta kalmaya çalışan bir aile babasıdır. İşten yeni atılmış, eşi (Jayme Lawson tarafından canlandırılır), hasta kızı ve katlanan faturalarıyla mücadele eden Ben, ailesini hayatta tutmak için son çare olarak bir yarışma programına başvurur. Hayatını riske atmayı hiç istemese de, bir dizi değerlendirmeden sonra Network yöneticileri onu “The Running Man” için ideal aday olarak seçer.  

Wright şöyle diyor: “Ben, kara listeye alınmasının ardından büyük bir öfke taşıyor. Zorbalara karşı durmuş ve doğru olanı yaptığı için cezalandırılmış. Hayatta kolay olan, sürüye uymak ya da boyun eğmek olurdu ama Ben bunu yapamaz. Adaletsizliğe karşı çok kısa bir fitili var ve bu onu etkileyici bir koşucu yapıyor.”  

Powell’ın Twisters ve Top Gun: Maverick gibi işlerde kullandığı doğal, ‘herkes gibi’ enerjisi bu rol için onu mükemmel kılıyordu. Wright şöyle açıklıyor: “Ben profesyonel bir dövüşçü ya da katil olmak zorunda değil. Sert bir adam ama süper kahraman değil. Sokaktan içeri girip Network’ün yarışmalarından birine katılmaya çalışan sıradan bir adam üzerine bir aksiyon filmi yapmak benim için büyük bir mutluluktu. Filmde, yarışmaya katıldıktan sonra bir daha evine dönemiyor.”  

Bacall’a göre Powell, Wright’ın ondan ne istediğini içgüdüsel olarak anladı. “Bu rol hem fiziksel hem duygusal açıdan oldukça zorlayıcı,” diyor Bacall. “Aylar boyunca inanılmaz bir yoğunluk sürdürdü. Glen çok doğal bir yetenek. Oyunculuk yaptığını asla hissetmiyorsunuz. Resmen piyangoyu tuttuk.”  

Powell, imkânsız ihtimallerle yüzleşmek zorunda kalan sıradan bir adam hikâyesine çekildiğini ve bunun tüm izleyicilerin kendilerini bağdaştırabileceği bir şey olduğunu söylüyor. “Ben Richards tam anlamıyla bir ‘underdog’,” diye devam ediyor. “Ailesiyle birlikte yoksulluk içindeki bir bölgede yaşıyor. Cathy, iki yaşındaki kızı, çok hasta. Ben onun ilaçlarını karşılayamıyor, bu yüzden bu yarışma programlarına çılgınca bir kumar olarak başvuruyor. Öfkeli, karizmatik ve patlayıcı bir kişilik olduğunu kanıtladığında, onu en ölümcül yarışmaya alıyorlar. Geri dönemeyebileceğini bilerek imzalıyor.”  

Program Ben’in ününü kasıtlı olarak çarpıtırken, halkın tepkisi kana susamış bir histeriye dönüşür. Powell şöyle anlatıyor: “Her gün hayatta kaldıkça ailesine daha fazla para gidiyor. Ama Ben’in fark ettiği şey şu: Oyun hileli. Network, halkın nefretini körüklemek için içerikler üretiyor. Tüm dünya bir ölüm tuzağına dönüşüyor—ki bu da hem eğlenceli hem de çok sinematik.”  

Powell, Ben Richards’ın izleyicinin temsilcisi olduğunu düşünüyor. “O, güçlü güçlere karşı çıkan sıradan bir adam. Ama darbe aldığında kanıyor. Filmde aksiyon durmak bilmiyor. Tüm dünya tek bir adamı avlıyor ve o da bunun bedelini ağır ödüyor. Birkaç kesik ve morlukla kurtulmadım; ama Edgar da ben de mümkün olduğunca gerçek görüntüler yakalamayı seviyoruz.”  

Wright şöyle ekliyor: “Glen neredeyse her sahnede yer alıyor. Bu, uzun bir aksiyon dizisi zincirine sahip bir filmde muazzam bir sorumluluk. Ben’in uğradığı fiziksel zorlukları onunla birlikte hissediyorsunuz, çünkü aynı şeyleri oyuncunun kendisi de gerçekten yapıyor.”  

Powell için Wright’la çalışmak uzun zamandır beklediği bir hayaldi. “Dünyadaki en sevdiğim insanlardan biri,” diyor Powell. “Edgar’ın sinemaya olan tutkusu bulaşıcı. Filmlerini yaratma biçimine hayranım. Seyirciler için inanılmaz kinetik ve heyecan verici bir deneyim yaratıyor.”  



TEPEDEKİ ODA


Dan Killian, Josh Brolin tarafından canlandırılan karakter, Network’ün başıdır. O, bir manipülasyon ustasıdır; çekici tavırlarının arkasında acımasız içgüdüler ve bitmek bilmeyen bir arzusu vardır: daha fazla dram, daha fazla tehlike ve en önemlisi, daha yüksek reyting. Brolin şöyle diyor: “Killian birçok televizyon yöneticisi gibidir. Seyirciyi ekrana kilitleyecek daha büyük bir kanca ve yeni bir yol arar. Onun için tavan yoktur. Yakın, samimi ve bağ kuruyormuş gibi görünür ama gerçekte sizin ihtiyaçlarınızı sezmede ve bunları kendi çıkarına kullanmada ustadır.”  

Killian, Ben gibi çöküş yaşamış, çaresiz insanları arar. Ben’in dayanıklılığına, öfkesine ve zekâsına hayran kalır ve onun bir süreliğine de olsa yıldız olabileceğine inanır. Wright şöyle açıklıyor: “Ben’e, küçük oynamaya devam ederse Slumside’dan asla çıkamayacağını söylüyor. Ama ‘The Running Man’i kazanmak onu küresel servetin en üst yüzde birine taşır. Kim bunu istemez ki?”  

Kamera arkasında Killian, oyunun kurallarını Ben’in etrafında şekillendirir; sadece seyirciyi eğlendirmek için değil, Ben’i kırmak için de tehlikeyi yükseltir. Bacall şöyle anlatıyor: “Takip ilerledikçe, Killian’ın Ben’i yarışmada tutmak için başka bir motivasyon geliştirdiğini görüyoruz. Ben Richards’ı bir yıldıza dönüştürebileceğine inanmaya başlıyor ve bu ilişki oldukça patlayıcı bir finale doğru ilerliyor.”  

Wright ekliyor: “Killian’ın taşıdığı özelliklerin çoğu gerçekten Machiavelli tarzında. Kendini kötü adam olarak değil, başkahraman olarak görür—even ölüm, yıkım ve trajediye sebep olurken bile. Onun gözünde tek yaptığı şey en iyi gösteriyi yaratmaktır. Josh, karakteri bıyık bükerek gülen klasik bir kötü adama dönüştürmeden, en karanlık fikirleri bile oyunun bağlamında mantıklı gösterecek eğlenceli bir enerji yarattı.”  

Programın gerçek yıldızları ise sunucu Bobby T, beş yüksek eğitilmiş katil olan Avcılar ve onların gizemli, maskeli lideri McCone’dur. Bacall şöyle diyor: “Bobby T’yi canlandıran Colman Domingo inanılmaz. Bobby, dünyanın en ünlü yarışma programı sunucusudur. Sadist ve zalim içeriği, pürüzsüz prodüksiyonlu bir eğlenceymiş gibi sunar.”  

Wright’a göre Bobby T’nin asıl yeteneği kalabalığı yönlendirme kabiliyetidir. “Yarışmacıları daha seyirci görmeden nefret etmelerini sağlar,” diyor yönetmen. “Colman karaktere tamamen büründü ve figüranlarla ilişki kurdu. Daha ilk günden kalabalık onun adını tezahüratla söylüyordu. Sahneyi yıktı geçti.”  

Domingo, bu gösterişli ve devasa karakteri canlandırmaktan büyük keyif aldı. “Ona verilen güç aslında hiçbir insanın elinde olmaması gereken bir güç,” diyor oyuncu. “Bobby tam bir şov adamı. İnsanların ne istediğini bilir—bu durumda insanlar şiddet istiyor. İnsanların reality programlarına bayıldığı ve özellikle de başkalarının çılgınca şeyler yapmasını izlemeye tutkuyla bağlı olduğu bir gerçek. Bobby, bunu sonuna kadar kullanıyor.”  

Film için hazırlık yaparken Domingo, provokatif talk show sunucusu Jerry Springer hakkında çekilen belgeseli de izlemiş. “Bobby bana onu hatırlatıyor,” diyor oyuncu. “Muhtemelen şimdiye kadar yaratılmış en korkunç programı sunuyor ama en yüksek reytingi alıyor. Seyirciler kime destek verecekleri konusunda çatışacak. Bobby’nin çekiciliğine kapılacaklar ama eninde sonunda kendilerinin de işin bir parçası olduğunu fark edecekler.”  




DÜŞMANLAR


Avcılar, uyarı vermeden saldıran ve asla kaybetmemiş korkutucu derecede yüzsüz karakterlerdir. Wright şöyle diyor: “Aynı odada olduklarını bile anlamazsınız, çok geç olana kadar. Kitapta çok canlı şekilde tarif ediliyorlar. Onlar etraftayken yaşadığınız his, bir panik atak gibidir; çünkü muhtemelen sadece birkaç saniyeniz kalmıştır.”  

Yapımcılar, Avcıları canlandırmak için hem fiziksel açıdan ürkütücü hem de son derece çok yönlü oyuncular seçti; çünkü Avcılar filmin büyük bölümünde farklı kılıklara girerler. Wright şöyle anlatır: “Hepsinin biraz farklı görünmesini istedik. Bazıları devasa, kaslı tipler; bazıları ise beklenmedik derecede farklı. Joey Ansah, Alex Hoeffler ve James Frecheville’i Avcı olarak seçmek büyük eğlence oldu; ayrıca ‘Frank’i canlandıran Karl Glusman da öyle. Kendisi hem çok komik hem de çok ilgili bir oyuncu. Üstelik bu sessiz suikastçı rolünde son derece ürkütücü.”  

Avcıların acımasız lideri McCone, Lee Pace tarafından canlandırılır; film boyunca maskelidir. Bu yüzden Wright, karakteri oynaması için benzersiz bir fiziksel yapıya sahip bir oyuncu aramıştır. Yönetmen şöyle açıklıyor: “O, programın yıldızı. Yarışmacılar, en azından Ben Richards ortaya çıkana kadar, programın yıldızı bile değildir. McCone hem acımasız bir katil hem de baş Avcı olarak tuhaf bir biçimde ünlü bir karakter. Bir tür rock yıldızı gibi.”  

Wright şöyle devam ediyor: “Lee’nin inanılmaz bir sesi, muazzam bir karizması, etkileyici bir yüzü ve sessiz film yıldızlarını andıran bir zarafeti var. Bu kadar çekici birinin böylesine karanlık bir karakteri oynaması gerçekten ilgi çekici oldu.”  

Pace şöyle diyor: “McCone, ‘The Running Man’de en tepe noktadaki isimdir. Her zaman kazanır. Bu sözde suçluları avlayıp eğlenceli şekillerde öldürürüz. Net bir amacı olan karakterleri oynamayı severim ve McCone’un amacı çok basit: Ben Richards’ı öldürmek. ‘Kader’den kaçamazsın, ‘alın yazını’ geçemezsin der. Belinde ‘kader’ yazılı bir silah ve botunda ‘alın yazısı’ yazan bir bıçak taşır. Ben’i bir hayalet gibi takip eder. Hayaletlerin sırları vardır. Biz de filmi izlerken onun sırrını sonunda açıklayacağız.”  

Lee Pace, Wright’ın uzun süredir hayranı olduğu için bu projede yer almaktan büyük mutluluk duyduğunu da ekliyor: “Bu film eğlenceli ve heyecan verici bir aksiyon; izlerken düşündüren bir yapısı var.”  



YARIŞMA


Ben’in yanı sıra sezonun yarışmacıları arasında Jenni Laughlin ve Tim Jansky de vardır. Katy O’Brian tarafından canlandırılan Laughlin tam anlamıyla kaosun vücut bulmuş hâlidir. Wright şöyle diyor: “Laughlin kitapta yer alıyor ancak işleri biraz değiştirmek ve karakteri kadın yapmak eğlenceli olur diye düşündük. Love Lies Bleeding’i izlediğimde, Laughlin’in kesinlikle Katy olması gerektiğini düşündüm. Devasa bir persona ve inanılmaz bir ekran hâkimiyeti var. Hem bir aksiyon yıldızı hem de gerçekten komik.”  

O’Brian, Laughlin’i hem canlı hem de tahmin edilemez bir performansla canlandırıyor. Oyuncu şöyle diyor: “O sadece canı ne istiyorsa onu yapıyor. Her günü son günüymüş gibi yaşıyor. Programdan kazandığı parayı kumarda harcıyor ve Avcılar ortaya çıktığında kaçıyor.”  

Laughlin, kalabalık bir kumarhanede başlayan ve komik bir hızda gelişen bir kovalamacaya dönüşen bir sahnede takip edilir; bu sahne Laughlin’i en tehlikeli hâliyle gösterir: dünya etrafında yanıp tutuşurken kahkahalar atan biri olarak. O’Brian şöyle diyor: “Bu dünyada her şey berbat, dolayısıyla eğlenebileceği bir fırsat verildiğinde Laughlin bunu sonuna kadar kullanıyor.”  

Diğer yarışmacı ise Martin Herlihy tarafından canlandırılan Tim Jansky’dir. İlk göründüğü andan itibaren Jansky’nin 48 saati bile çıkarmasının zor olacağı açıktır; 30 günü tamamlaması ise neredeyse imkânsızdır. Ancak trajik sonuna kadar oldukça eğlenceli olacaktır. Wright şöyle diyor: “Martin’i ‘Saturday Night Live’da, Please Don’t Destroy ekibinin bir parçası olarak izlemiştim. Bu rol için cast yaparken aklıma gelen ilk kişi oydu. Harika bir komedi varlığı var; mükemmel bir doğaçlamacı ve sadece yürüyüşü bile komik. Filme tamamen farklı bir enerji getirdi.”  




MÜTTEFİKLER


Ben yarışa başladığında, hayatta kalmaya çalışırken hem müttefikler hem de düşmanlarla karşılaşacağı zorlu bir yolculuğun başındadır. İlk durağı, Slumside sakinlerine geniş bir ürün yelpazesi sağlayan, Molie adında uzun süredir tanıdığı bir tanıdığa yaptığı ziyarettir. Molie, William H. Macy tarafından canlandırılır. Eğer birinin ilaç, silah, kimlik belgeleri ya da kıt bulunan temel günlük eşyalara ihtiyacı varsa, gideceği kişi Molie’dir.  

Wright şöyle diyor: “William H. Macy gibi bir aktörü bu rolde görmek inanılmazdı. Yüzünde koca bir hayatın hikâyeleri yazılı gibi. Her performansa inanılmaz bir canlılık katıyor. Glen ve benim için onunla sadece birkaç gün bile çalışmak büyük bir hayaldi.”  

Üzerinde tulumuyla, huysuz bir anarşist gibi görünen Molie, bu acımasız dünyada kalan az sayıdaki insani parıltılardan biridir. Macy şöyle diyor: “Ben içeri girdiğinde Molie sinirleniyor çünkü Ben şehirdeki en tanınan yüz. Bu, Molie’yi büyük bir tehlikeye sokuyor.”  

Ancak ilişkileri ağır basar ve Molie, Ben’e sahte kimlikler ve kılık değiştirmeler vererek onu yoluna gönderir. Macy şöyle anlatıyor: “Ben hâlâ çok saf. Bu oyunu yenemeyeceğini öğrenecek. Zaman zor, burası da gladyatör arenası gibi.”  

Macy ayrıca Wright’ın set enerjisinden büyük keyif aldığını söylüyor: “Tam bir zevk. Sinemaya dair bilgisi bitmek bilmiyor. Kamerayı nasıl kullanacağını biliyor—ve çekimler sonrası bana sarılıyordu bile. Glen Powell ile çalışmak da harikaydı. Gerçek bir oyunculuk ve sinema öğrencisi. Ben ondan çok şey öğrendim.”  

Wright ve Bacall’ın Scott Pilgrim vs. the World filmindeki yıldızı Michael Cera, Ben’e sözde güvenli bir sığınak sağlayan Elton’ı canlandırıyor. Wright şöyle anlatıyor: “Elton kötü biri değil ama bir yük. Bazı kişilik özellikleri Ben için pek de güvenilir bir yol arkadaşı olmadığı anlamına geliyor. Haklı öfkeye sahip bir isyankâr ama aynı zamanda tam bir joker. Michael’la tekrar çalışmak harikaydı.”  

Cera, Elton’ın kesinlikle iyi biri olduğunu ancak kötü dürtü kontrolünün felakete yol açabileceğini söylüyor. “Filmde onunla tanıştığınızda, rahatsız edici ama nedenini tam bilemiyorsunuz. Ben’e gerçekten yardım etmek istiyor ama aynı zamanda onu Network’ün gerçeğini ortaya çıkarmak için bir fırsat olarak görüyor. Ona göre Ben büyük bir hareketin sembolü olabilir.”  

Cera, Powell'la çalışmanın ilham verici olduğunu söylüyor: “Glen çok çalıştı ama moralini hep yüksek tuttu; bu hem bulaşıcı hem de etkileyiciydi. Dayanıklı bir adam. Yarışmada gerçekten iyi olurdu.”  

Ayrıca Wright ile tekrar çalışmak da Cera’yı çok mutlu etmiş: “Bu kadar adanmış bir yönetmenle çalışmak büyük bir lüks. Edgar’ın yarattığı film öyle sürükleyici ve taşınabilir bir dünya ki seyirci kendini onun içinde bulacak.”  

Elton’ın evi, filmin en heyecan verici aksiyon set parçalarından birine ev sahipliği yapar. Cera şöyle diyor: “Paranoyası yüzünden, adeta ‘Evde Tek Başına’ tarzı, Rube Goldberg vari kapanlarla dolu bir ev kurmuş. Seti ilk gördüğümde inanamadım. Sahne bir başladı mı durmak bilmiyor. Nefes kesici, çılgın ve tam bir kaos!”  

Eğer Ben Richards isteksiz bir kahramansa, Bradley Throckmorton tam bir inançlıdır. Daniel Ezra’nın canlandırdığı Bradley, sistemdeki çürümeyi görür ve bunu ortaya çıkarmaya kararlıdır. Ben’de değişimi tetikleyecek işareti gördüğüne inanır. Ezra şöyle diyor: “Bradley, Ben’deki ateşi görüyor. Onun gerçekten de oyunu kazanabileceğine ve her şeyi değiştirebileceğine inanıyor. Bu dünyada zenginler en iyinin en iyisini alıyor ama Bradley gibi çoğu insan için hayat tam bir orman. Yaşadığı mahallede acı, suç ve yoksulluk kol geziyor. Ailesinin oradan çıkabilmesi için tek umut Bradley. Ben, dünyasını değiştirmek için bulduğu en büyük fırsat.”  

Bradley, videolarını anonim “Havari” olarak, Network’ün gerçeğini ifşa eden bir YouTube eşdeğerinde paylaşır. Erzurum diyor ki: “Bradley, yarışmacılar için bir model olduğunu fark ediyor. Bir tanesi tamamen hazırlıksız ve salak, biri bunun bir intihar görevi olduğunu biliyor ama eğlenmek istiyor; diğeri ise asla pes etmeyen kahraman tipi. Ben’in üçüncü kategori olduğuna inanıyor ve Ben yeterince uzun süre dayanırsa mesajı dünyaya yayabileceğini düşünüyor.”  

Ezra, The Running Man’in hem eğlenceli hem de heyecan verici olduğunu söylüyor: “Gerçek sorunlarla ilgili ama aynı zamanda iki saatlik bir lunapark trenine binmek gibi. Seyirciler izlerken ne kadar eğlendiklerini asla unutmayacak.”  

Ben’in eşi Sheila—Jayme Lawson tarafından sakin ama çelik gibi bir güçle canlandırılıyor—yalnızca onun duygusal dayanağı değildir. O aynı zamanda gerçekliğin sesidir. Lawson şöyle diyor: “O da Ben gibi kavgacı biri. Ama Ben’in bunu başaracağına dair çok az inancı var. Onu kızlarının çorabı ve kişisel bir notla uğurluyor. Bu, ona biraz umut verme ve onu desteklediklerini hatırlatma şekli. Çünkü onun eve döneceğine inanmak istiyor.”  

Olaylar kontrolden çıkarken Sheila, Ben’in ne için savaştığının sembolüne ve Network’ün ne kadar acımasız olduğunun göstergesine dönüşür. Filmin sonunda, Sheila sadece Ben’in eve dönmesini bekleyen biri olmaktan çıkar; değişim talep eden halkın yükselen sesinin bir parçası hâline gelir. “Ekranı kapatmak fikrinin insanlarda bir karşılık bulmasını umuyorum,” diyor Lawson. “Hepimizin buna biraz ihtiyacı var.”  

Amelia, Emilia Jones tarafından canlandırılan bir emlakçıdır; filmin final çatışmasında önce Ben’in rehinesi sonra yardımcısı olur. Ayrıcalıklarının farkında olmayan, Uptown’lı bir genç kadınken, oyun boyunca Ben’in dünyaya bakış açısına yaklaşır. Wright şöyle diyor: “Emilia o kadar çekici ki karakter için düşündüğüm ilk isim oydu. Doğal olarak inanılmaz tatlı biri, bu yüzden dikenli bir karakteri oynaması çok eğlenceliydi. Emilia’yı bir kez tanıyorsanız, filmde patlama yaşadığı sahneleri izlemek tam bir ziyafet.”  




BÖLÜNMÜŞ BİR DÜNYA


The Running Man’in çekimleri Ekim 2024’te başladı ve 94 gün boyunca devam etti. Aksiyon, ABD’nin kuzeydoğu bölgesinde geçmesine rağmen çekimler Birleşik Krallık ve Bulgaristan’da yapıldı; toplam 70 farklı mekân kullanıldı ve ayrıca Birleşik Krallık’ta Warner Bros. Leavesden stüdyolarında dokuz ses sahnesi ile Sofya’daki Nu Boyana Film Stüdyolarında sahneler çekildi. Hikâye, tuhaf şekilde tanıdık bir gelecekte geçiyor; film, kurgusal Co-Op City’de başlayıp Kanada’da son bulan, New York ve New England’dan geçen 600 millik bir yolculuğu anlatıyor.  

Wright şöyle diyor: “Amacımız alternatif bir gerçeklik yaratmaktı. Filmde öyle çok ileri teknolojiler yok; aslında bugün bir biçimde var olan şeylere dayanıyor. Ancak bazı şeyler ilerlemişken, bazıları gerilemiş durumda. Varlıklı Uptown bölgelerinde her şey kusursuz işlerken, daha yoksul bölgelerde en basit cihazlar bile çalışmaz hâlde—bu da ilerleme ve çürümenin yan yana var olduğu bir dünya resmi çiziyor. Hiçbir şey eskisi gibi ya da olması gerektiği gibi işlemiyor.”  

Yapım Tasarımcısı Marcus Rowland, Slumside’ın kirli ve yoksul dokusundan Uptown’ın parlak mükemmeliyetine kadar The Running Man’in bölünmüş dünyasını yaratma görevini üstlendi. “Kaset Fütürizmi” olarak bilinen retro-fütüristik tasarım estetiğinden yararlanarak, 20. yüzyıl sonu teknolojisinin birçok öğesini tasarıma kattı. Rowland şöyle diyor: “Kitabı birincil kaynak olarak kullandık. Ayrıca 1980’ler filmlerinden de ilham aldık; geçmiş dönemlerin gelecek tasvirlerine göndermeler yaptık. Çok açık bir bilimkurgu değil; daha çok gerçekliğe dayalı bir yaklaşım.”  

Wright, günümüzde artık demode olmuş teknolojilere yapılan göndermelerin izleyiciler için de eğlenceli olacağını söylüyor. Yönetmen şöyle açıklıyor: “Kitapta koşucular her gün program için video raporu göndermek zorunda. Akıllı telefonları düşünmüştük ama sonra neden kitapta olduğu gibi analog materyallere sadık kalmayalım dedik. Günümüzde dijital kolaylıkları reddedip kimlik ve mahremiyeti geri kazanmak isteyen bir akım var. Video kasetlerinin ve eski tarz dergilerin genç nesil için egzotik hâle gelmesi bana hâlâ şaşırtıcı geliyor. Filmde de o analog ruhu görsel olarak kullanmak istedik.”  

Slumside dünyası, günümüzün aşırı kalabalık metropollerinden—örneğin Şanghay—esinlenen beton yığınlı şehir bloklarından oluşur. Yıpranmış sokaklarda brutalist mimari ve büyük beton yapılar sıralanır. Rowland şöyle diyor: “Oradaki insanlar eski teknolojileri ve ekipmanları uyarlayarak bölgeyi yaşanabilir kılıyor. O sahnelerde her şeyi tamamen karanlık yapmak yerine biraz renk kullandık. Ben’in dairesi de brutalist estetiğe dayanıyor. Minimalist ve kullanışlı, ama kasvetli ya da kirli değil.”  

Konum Sorumlusu Eugene Strange’e göre Co-Op City ve New York sahnelerini çekmek için Glasgow mükemmel bir yerdi. Strange şöyle diyor: “Aradığımız kahverengi taş mimariye sahip, ayrıca aradığımız eski beton yapılar da vardı. Ayrıca Glasgow şehir merkezinin bir mil karelik kısmını New York yolları olarak kapatabildik. Uzun ve düz sokaklara sahip ızgara sistemi çok uygundu. Üstelik istediğimiz tarzda köprüler ve üstgeçitler de vardı.”  

Uptown ise güneşin altında parıldar. Her şey yenidir, pürüzsüzdür, moderndir. Bölge sakinleri iyi beslenmiş, iyi giyinmiş ve Slumside halkının hayal bile edemeyeceği bir lüks içinde yaşar. Strange şöyle diyor: “Londra’nın farklı bölgelerindeki ilginç mimari parçaları birleştirerek Uptown dünyamızı yaratabildik. Şehrin en çarpıcı ve grafik görünümlü bölümlerini seçerek kendi dünyamızı inşa ettik.”  

Bu fiziksel mekânların ötesini oluşturmak ise Oscar® ödüllü VFX Süpervizörü Andrew Whitehurst’e düştü. Whitehurst şöyle açıklıyor: “Co-Op City için hem Londra’da hem de Glasgow’da birçok mekânda çekimler yaptık, sonra hepsini tek bir bütün mekân gibi birleştirdik. Brutalist görünüme sahip gökdelenler ekledik ama bunlara biraz renk de katmak istedik.”  

Network’ün karanlık ve kasvetli genel merkezi, tüm şehrin üzerinde görsel bir ağırlık gibi çöker—sınıflar arasındaki bölünmenin fiziksel sembolü. Wright şöyle diyor: “Bu binaya uzun, düz bir yaklaşım yolu olmasını istedik. Şehrin geri kalanından çok farklı, baskın bir güç gibi görünmesini amaçladık. Sonunda Wembley’de çekim yaptık; Birleşik Krallık’ta böyle geniş bir boş alana nadiren rastlanır.”  

Farklı zenginlik seviyeleri arasındaki uçurumu pekiştirmek için geniş bir araç yelpazesi kullanıldı. Picture Vehicles Supervisor Nico Ferrari ve ekibi Slumside’daki arabaları ağır şekilde modifiye etti. Ferrari şöyle diyor: “Paslı, eski, dökülen araçlar… Fosil yakıtların tükendiği bir dünyada, bu arabalar ömürlerini doldurmuş durumda; insanlar onları alternatif yakıtlarla son birkaç mil daha götürmeye çalışıyor.”  

Uptown için Rowland, kurşun çizgili, keskin hatlara sahip, pahalı fosil yakıtlarla çalışan zarif 80’ler spor arabaları hayal etti. Ferrari şöyle diyor: “Aston Martin Lagonda, Lotus Esprit ve Citroën SM gibi özel modeller kullandık. Araba meraklıları bu araçları keskin hatlarından hemen tanır.”  

The Running Man ayrıca Network’ün özel polis gücü NCG için eşsiz askeri tarzda araçlar içerir. Ferrari şöyle açıklar: “Kötü adamları taşıyan ve insanlara korku salan ‘goon carrier’ dediğimiz devasa askeri bir araç var. Aslında havaalanlarında yangın söndürme için tasarlanmış ‘Titan’ adlı aracı bulduk. Üzerine grafikler ve özel ışıklar ekleyerek daha da ürkütücü hâle getirdik. Ayrıca Mastiff adlı iki askeri personel taşıyıcı kullandık; dev dizel motorları var ve yan taraflarında neon ışıklar bulunuyor. Çok ürkütücüler.”  

Nu Boyana Stüdyoları ve Sofya çevresindeki geniş araziler, Ben’in Co-Op City’den Kanada’ya uzanan epik yolculuğunu aktarmak için gereken genişliği sağladı. Strange şöyle diyor: “Sofya’ya 45 dakika mesafede ihtiyacımız olan her yer vardı. ‘Hayalet otoyol’ dediğimiz iki millik boş bir otoban bulduk; bir üst geçitle başka bir otoyolun üzerinden geçiyor. Trafikten tamamen izoleydi, böylece aksiyon ve dublör sahnelerini son derece kontrollü şekilde çekebildik.”  

Görüntü yönetmeni Chung-hoon Chung, daha önce Park Chan-wook ile sıkça çalışmıştı. Wright şöyle diyor: “Bir süre önce Last Night in Soho’da birlikte çalışmıştık. Kamera kullanımı ve ışık konusundaki yaklaşımı cesur ve yenilikçi. Onun gibi bir sanatçının gelecekte geçen bir bilimkurgu-aksiyon filmini nasıl çekeceğini hayal etmek bile heyecan vericiydi.”  

Wright şöyle devam ediyor: “Film pek çok farklı bakış açısına sahip. Filmin içinde oyun programının çekimleri için kullanılan drone kameralar—biz onlara ‘rover’ diyoruz—var; böylece aksiyonu birçok farklı açıdan görebiliyorsunuz. Bunun Chung’un tam uzmanlık alanı olacağını düşünmüştüm.”  

Ve haklıydı: Chung, The Running Man için Wright’la yeniden bir araya gelmekten çok mutlu olmuş. “Edgar sinemaya delicesine âşık. Onunla çalışırken kendimi hayatımın ilk film setine geri dönmüş gibi hissediyorum—tutku, heyecan ve biraz gerginlik dolu,” diyor görüntü yönetmeni. “Beni sürekli motive ediyor.”  

Bu ortak tutku, sette yaratıcı yaklaşımlarına hızla yansıdı. Chung ve Wright, hikâyedeki katmanlı dünyaları görsel olarak ayırmak için çeşitli görüntü formatları kullandı: gerçek dünya, oyun programı ve gerçek dünyanın programda gösterilen bölümleri. Chung şöyle diyor: “Bu üç unsurun birbirinden tamamen farklı görünmesini istedik. Edgar her zaman filmle çekmeyi sever, ama fikirlerimizi gerçekleştirmek için her şeyi dijital olarak çekmeye karar verdik. Bu, Edgar’ın tamamen dijital çektiği ilk uzun metrajlı film oldu.”  

Kurgucu Paul Machliss, Wright’ı neredeyse 30 yıldır tanıyor ve Last Night in Soho, Baby Driver gibi filmlerde birlikte çalışmışlar. Machliss şöyle anlatıyor: “Artık Edgar’la çalışırken çoğu zaman kurgu işini çekim sırasında sette yapıyorum. Böylece gerekli görüntüleri aldığından emin olabiliyor ve filmin nasıl şekillendiğini çok erken görebiliyor. On yıllar boyunca karanlık odalarda oturduktan sonra ekip içinde çalışmak benim için çok eğlenceli.”  

Machliss, kurgunun hikâye anlatımının ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor: “The Running Man, baskıcı bir sisteme karşı savaşan bir adamın yoğun bir fırtına gibi esen bir hikâyesi. Çok katmanlı bir yapısı vardı. Hem canlı aksiyon sahneleri hem de daha sakin dramatik anlar vardı. İkisi arasında iyi bir denge bulmam gerekiyordu. Ayrıca Edgar’ın kinetik görsel tarzını Stephen King’in hikâyesine uyarlamak ve iki etkene de sadık kalmak istedim.”  

Machliss şöyle ekliyor: “Edgar’ın işleri o kadar kendine özgü, yaklaşımı o kadar eşsiz ki her projeyi bitirdiğimde, böylesine etkileyici bir işin parçası olduğum için gurur duyuyorum. Filmleri 20 yıl sonra bile izleniyor ve konuşuluyor. Böyle bir kültürel kalıcılığı olan bir işin içinde bulunmak çok güzel.”  



KOSTÜM


Costume Designer Julian Day, her karakter için ekranda anında tanınabilir olmalarını sağlayan belirgin siluetler tasarladı. Day şöyle açıklıyor: “Bu film geleceğin retro bir yorumu — 80’lere bir saygı duruşu, ama o döneme sıkışıp kalmış değil. Temel amaç tasarımları zamansız kılmaktı; böylece 20 yıl sonra filmi izlediğinizde tam olarak ne zaman yapıldığını kestiremezsiniz.”  

Uptown karakterleri — Killian gibi — şık ve zarif tasarımcı kıyafetleri giyer. Brolin şöyle diyor: “Her gün böyle giyinmiyorum. Julian, Killian için çok fazla Armani kullandı ve bu durumdan şikâyetçi olduğumu söyleyemem. Hatta giydiklerimi çok sevdim.”  

Domingo, Bobby T’nin ikonik ve abartılı gardırobundan çok memnun olmuş; bu kostümler karakterin cesur kişiliğini mükemmel şekilde yansıtıyor. Domingo şöyle anlatıyor: “Kostümlerim olağanüstü. Baştan aşağı Dolce & Gabbana ile kaplıyım. Kostüm provası için geldiklerinde beni Dolce & Gabbana mağazasına çağırdılar. Şaka mı yapıyorsunuz dedim. Bu benim favori tasarımcılarımdan biri. Mağazayı bizim için kapattılar. Kendimi Alice Harikalar Diyarında gibi hissettim. Bobby’nin tarzı zahmetsiz bir lüks, biraz ışıltı ve biraz gösteriş.”  

The Running Man, Wright ile Day’in ilk işbirliği. Wright şöyle diyor: “Julian beni gerçekten şaşırttı; geldiğinde yanındaki referans dosyası benim düşündüklerimle neredeyse birebir aynıydı. Filmdeki dünyaları ve insan gruplarını hatırlanacak şekilde birbirinden ayırmanın yollarını çok iyi kavramıştı. Ben’in kapüşonlusu — normalde çok sıradan bir şey — film boyunca karakterle özdeşleşiyor.”  

Makyaj ve Saç Tasarımcısı Sharon Martin, Day’in tasarımlarını göz önünde bulundurarak 80’ler ve 90’lardan ilham alan görünümler yarattı. Martin şöyle diyor: “Uptown karakterlerinin kostümleri, erken 90’lar Armani tarzında — dökümlü, gevşek siluetler. Saç için daha yapılı şekillerin buna uyacağını düşündüm. Makyaj ise çok sade; günümüzde quiet luxury olarak adlandırılan tarz.”  

Slumside karakterleri, setlerde kullanılan renklerin daha soluk versiyonlarını yansıtır. Martin şöyle açıklıyor: “Hiçbir şey aşırı parlak değil. Renklerin solgun bir havası var, ama hâlâ 80’ler ruhu taşınıyor. Edgar ile birlikte erken dönem Harrison Ford tarzı bir saç kesiminde karar kıldık; işçi sınıfı, dışarıda çalışan, pratik bir görünüm. Ben bir kahraman, bu yüzden öyle görünmesini istedik. Ona alın bölgesine küçük bir yara, ayrıca cilt dokusu ve göz altlarına yorgunluk ekledik.”  

Karakter ayrıca saklanmak için çeşitli kılık değişiklikleri yapıyor ve bunların hepsi makyaj ekibinden özel çalışma gerektiriyordu. Martin şöyle devam ediyor: “İlk kılık değiştirme için 1950’lerden kalma gibi görünen bir takım elbise kullandık. Arkasında hafifçe kabaran, pek de iyi olmayan bir peruk taktık, ayrıca mavi lensler ekledik. Daha sonra, evsiz bir gaziyi canlandırdığı sahnede çok kötü durumda görünen dişler kullandık. Tüm görünümleri bir dublör üzerinde test ettim; böylece Glen geldiğinde hangi sahnede kanlı burnu, kanlı kulağı veya şişmiş dudağı olması gerektiğini gösteren eksiksiz bir ‘makyaj kitabı’ hazırdı. Karakter her şeye rağmen hep kahraman gibi görünmeli.”  

Uptown karakterleri ise sürekli, neredeyse kusursuz bir parıltıya sahiptir. Martin şöyle diyor: “Josh’un görünümü, Killian olarak, ‘Senden daha zenginim, senden daha havalıyım, senden daha güzelim’ havası taşıyor. Hep Karayipler’den yeni dönmüş gibi.”  

Bobby T’nin görünümü özellikle eğlenceliydi: “O, sunucuların kralı — büyük, gösterişli biri. Ona tam Hollywood tarzı, tam makyaj, Sammy Davis Jr. gibi parlak, dalgalı saçlar yaptık.”  

McCone’un filmin %95’inde maske takacağını öğrendiklerinde ise farklı bir yaklaşım benimsediler. Martin şöyle açıklıyor: “Maske eski bir yanık izini saklıyor gibi olsun istedik. Prostetik sanatçımız Waldo Mason, bunun için gereken parçaları heykelledi.”  

Bu film, Martin ve ekibinin alışılmadık derecede geniş bir saç ve makyaj yelpazesi üzerinde çalışmasını gerektirdi. “Bir gün Michael Mears’la — Henry rolündeki oyuncu — başladık, tam bir Willie Nelson görünümündeydi,” diyor Martin. “Sonra baştan aşağı Chanel giyen Emilia Jones vardı. Ardından bıçaklanmış gibi görünen bir oyuncuya geçtik; bu kez prostetikler ve kan efektleri devreye girdi!”  



MÜZİK


Oscar ve Emmy® ödüllü besteci Steven Price, The Running Man için müzik bestelemeye tek bir kare bile çekilmeden önce başladı. Price şöyle diyor: “Bu, Edgar ile yaptığımız beşinci proje. Edgar inanılmaz derecede ritmik ve müzikal düşünen biri; müzik onun filmlerinde her zaman merkezî bir rol oynar. Çekim sırasında sette çalabilmeleri için onlara parçalar göndermeye başlamıştım bile.”  

Wright, bu çalışma biçiminin film için ne kadar özel bir atmosfer yarattığını anlatıyor: “Müziği daha çekim başlamadan elimizde bulundurmak ilginçti. Sete hoparlörlerle taşıyorduk, böylece oyuncular sahneleri oynarken müziği duyuyordu. Bu, içinde çalıştığımız dünyayı daha da bütünsel hâle getirdi.”  

Price’ın ilk ilhamı doğrudan King’in romanından geldi. “Kitap bana Ben’in, Killian McCone’un ve Avcıların kim olduğuna dair çok net bir algı verdi; birbirleriyle nasıl etkileşim kurduklarına dair güçlü fikirler sundu. Ardından Edgar ile, karakterimizin filmde tüm dünya tarafından kovalanma hissini nasıl verebileceğimizi konuştuk. Müzik, bu koşu hissini ve hikâyeyi ileri iten momentum duygusunu destekliyor.”  

Besteci, film boyunca iç içe geçen iki farklı müzikal çizgi tasarladı. Price şöyle açıklıyor: “Neredeyse iki farklı film müziği var ve bunlar film boyunca birbirleriyle etkileşim hâlinde. Oyun programı için olan müzik daha canlı ve enerjik. Doğru hissi yakalamak için eski yarışma programlarını çok izledim. Bu müzik, filmdeki TV şovlarının kalp atışı gibi — stüdyo seyircisini coşturmak için tasarlanmış.”  

“Film müziği ise atmosferik ama aynı zamanda çok duygusal,” diye devam ediyor Price. “Analog sesler, elektronik unsurlar ve orkestranın birleşiminden oluşuyor. Filmin kalbinde, ana karakterimizin ailesini korumak için her şeyi yapması var; müzikteki duygusal damar bunun üzerine kurulu.”  


YÜKSEK AKSİYON


The Running Man, baştan sona göz kamaştırıcı ve adrenalin dolu dublör sahneleriyle dolu; tümü, deneyimli Supervising Stunt Coordinator Nikki Berwick tarafından tasarlandı ve çoğu sahnede Powell bizzat yer aldı. Wright şöyle diyor: “Filmde harika dublör oyuncuları vardı ama Glen olabildiğince çok sahneyi kendisi yapmak istedi. Eğer izin verseydik her şeyi kendisi yapardı. Benim Nikki’ye temel notum şuydu: Ben, usta bir dövüşçü gibi görünmemeli. O ne John Wick ne de Jason Bourne. Bu süreçten tamamen güç kullanarak ve hayatta kalmaya çalışarak geçiyor.”  

Berwick ve ekibi için bu proje tam bir hayaldi. “Edgar, mümkün olan her şeyi gerçek çekmemizi ve CGI kullanımını minimumda tutmamızı istedi,” diyor Berwick. “Dövüş sahnelerinin, teknik becerisi olmayan biri tarafından yapılıyormuş gibi tasarlanmasını istedi. Böyle biri yumruk attığında bu tamamen farklı bir tarz oluşturuyor.”  

“Glen inanılmaz hızlı öğrendi,” diye ekliyor. “Aşırıya kaçan hiçbir şey olsun istemedik, ama Glen kendisinin yapabileceği zorlu dublör sahneleri arıyordu. Bu filmde gerçekten inanılmaz sahnelerimiz var.”  

En etkileyici sahnelerden biri, Ben’in büyük bir patlama sırasında bir köprüden atlarken görüldüğü an. Wright şöyle anlatıyor: “Nikki ve ikinci birim yönetmenimiz Darrin Prescott, Glen’in gerçekten bir köprüden atlamasını sağlayacak bir yöntem tasarladı. Bulgaristan’da bir köprünün yanında durup başrol oyuncunuzun köprüden atlayışını izlemek çok gerçeküstü bir an. Ama Glen için sanki hiçbir şey değilmiş gibiydi.”  

Elton’ın tuzaklarla dolu evindeki kovalamacadan, bir jet kokpitindeki yakın dövüşlere ve Ben’in bir otelin dış cephesinden sadece bir havluyla aşağı sarktığı sahneye kadar Powell, karşısına gelen her şey için hazırdı. Powell şöyle diyor: “Bu sahne filmdeki en çılgın sekans. Neredeyse 15 dakikalık bir Die Hard bölümü gibi ve inanılmaz. Avcıların yaklaştığını fark ediyor ve dışarı çıkmanın tek yolu binanın yanından havluyla aşağı inmek. Edgar’ın mizah anlayışının mükemmel bir örneği. Filmlerinin hepsinde komik anlar vardır. Bu film çok daha karanlık temalara sahip olsa da Edgar’ın dünyasının hafifliğini koruyor.”  

Special Effects Supervisor Steven Warner, bu sahne için filmin en büyük patlamasını tasarladı. Warner şöyle açıklıyor: “Bina cephesi ve Boston sokakları Sofya’daki bir sahneye inşa edildi. Patlama anı geldiğinde gerçekten muhteşem bir patlama yaptık. 24 küçük patlamanın birleşiminden oluşuyordu ve tek büyük bir ateş topu gibi görünüyordu. Dev bir alev küresiydi.”  

Warner ve ekibi için tüm çekim süreci başlı başına bir heyecandı. “Mümkün olan her şeyi kamerada yapmakla görevlendirildik ve bundan gurur duyuyorum,” diyor Warner. “Edgar ne kadar ileri gidebileceğimizi görmek istiyordu. Araba patlamaları, tuzaklarla dolu bir ev, alev makineleri ve yaklaşık 1.500 mermi… Bodrumda bir yangın çıkarıp Ben’in kanalizasyona açılan bir tünelden kaçmasını sağlamak zorundaydık. Ardından dev bir gaz patlaması onu dışarı fırlatıyor. Glen tüm bunlara bakıp ‘Ben bunu yaparım’ dedi.”  

VFX süpervizörü Whitehurst ve ekibi ise filmin son dokunuşlarını sağladı. Whitehurst şöyle diyor: “Film sürekli yükselen bir tempoya sahip; durmadan artan bir aksiyon, bu da çalışmayı çok eğlenceli kıldı. Diğer departmanların hepsi en iyisini yaptı, dolayısıyla görsel efektler hiçbir zaman her şeyi bastıran bir unsur olmadı. Edgar ile konuşmalarımız genellikle daha kavramsaldı: Patlama ne kadar büyük olmalı? Ne kadar enkaz uçmalı?”  

Köprü patlamasının boyutu ve iddiası, tüm ekiplerin tam kapasite çalışmasını gerektirdi. Whitehurst şöyle devam ediyor: “Dublör ekibinden sanat departmanına ve özel efektlere kadar herkes müthiş bir iş çıkardı. Pratik olarak yapılabileceklerin sınırı vardı ve işte o noktada biz devreye girdik. Her şeyi tek bir tutarlı estetikte birleştirmemiz gerekiyordu. Film hem komik hem dramatik hem de çok sert. Bu, üzerinde yürünmesi zor bir ip.”  



Ben Richards, The Running Man’de sıradan bir adamdan devrimci bir kahramana dönüşen, büyük ölçekli bir yolculuğa zorlanır. Yönetmene göre, 43 yıl önce yazılmış King romanı bugün hâlâ şaşırtıcı şekilde güncel hissettiriyor. Wright şöyle diyor: “Beni hem heyecanlandıran hem de şaşırtan şey şu oldu: Yaklaşık 40 yıl önce okuduğum bir kitabın bugün ürpertici şekilde öngörülü hissettirmesi.” Wright devam ediyor: “O zamandan beri onlarca yıl reality show izledik ve bu gösterilerin yarattığı görsellik giderek daha yoğun ve aşındırıcı hâle geldi. The Running Man, gerçeklik ve performans, manipülasyon ve hakikat arasındaki çizginin nasıl bulanıklaştığını çok iyi yakalıyor.”  

Yapımcılar Kinberg ve Park, filmin seyirciyi büyüleyen görsel şov, adrenalin ve keskin zekâ karışımı sayesinde gerçek bir sinema deneyimi sunduğunu belirtiyor. Bu karışım, hem geniş kitlelere hitap eden hem de günümüz dünyası hakkında söyleyecek bir şeyi olan bir film ortaya çıkarıyor.  

Park şöyle diyor: “Her şeyden önce, seyircinin sinemada harika bir gece geçirmesini, yoğun ama son derece eğlenceli bir yolculuğa eşlik etmesini ve salonu yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle terk etmelerini isteriz. Eğer Ben Richards’ın keskin ahlaki duruşundan ilham alırlarsa, daha da iyi.”  

Kinberg şöyle ekliyor: “King’in kitabının dahiyane yanı herkese hitap etmesi — çünkü nihayetinde toplumdaki ezilenleri konu alıyor. Kitabı 45 yıl önce yazdığı zamanki kadar bugün de güncel. Sistem tarafından bastırılan birine destek olmak kolaydır; bu kişi Glen Powell gibi bir aktörün elinde Edgar’ın vizyonuyla birleşince daha da kolaylaşıyor. Umudumuz, seyircinin hem iyi vakit geçirmesi hem de filmin sonunda kendini daha güçlü, daha cesur hissetmesi; gittikçe zorlaşan bu sistem karşısında ayağa kalkabileceklerini fark etmeleri.”  

Eserin ortak yazarı Bacall, Wright ile yeniden çalışmanın tam da beklediği gibi olduğunu söylüyor. Bacall şöyle açıklıyor: “Projeye başlar başlamaz, Edgar’ın yaptığı her şeyin sayfadakini aşacağına dair tam bir güvenim vardı. Edgar ile çalıştığınızda, senaryonun üzerine katman katman yeni şeyler eklendiğini görüyorsunuz. Bu, sayfaya tam olarak aktarılamayan ama görsel bir medyada kusursuz şekilde işleyen muazzam bir derinlik yaratıyor. Edgar bu konuda tam bir usta.”  

Ortaya çıkan film, hem düşündürücü hem heyecan verici hem de büyük ölçüde eğlenceli — iyi bir hikâyenin değerini asla kaybetmediğinin canlı bir hatırlatıcısı.  

Wright şöyle diyor: “Filmde sevdiğim şey, karakterimizin sıradan bir insandan bir devrimciye dönüşen yolculuğunu görmek. Filmin iddialı kısmı, bu yolculuğun ne kadar kapsamlı olduğu. Umarım seyirciler bu yolculuğun tadını çıkarır — bolca aksiyon var, bir roller coaster gibi; ama aynı zamanda jenerik bittikten çok sonra bile düşünülecek çok şey bırakıyor.”  


#RunningManMovie


#ÖlümeKoşanAdam


Filmin mmknmrtb notu:   65   /100




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder